Şiir… Tıkırcağım / AGAH ÖZBEK

AGAH ÖZBEK

1958 yılında Çepni kasabasında doğdu. İlk ve orta öğretimini kasabada, lise eğitimini Çorum ve Adana’da tamamladı. Adana’da otel işletmeciliği yaparken hayat rüzgarı onuda uzaklara, Almanya’ya attı.

Almanya’nın Wuppertal kentinde işçi olarak çalışan Özbek, fotoğrafcılık gibi hobilerinin yanı sıra gençliğinde başladığı şiir yazma sevdasını günümüzde de sürdürmekte. Yazdığı şiirlerin bir kısmını ” Şiir Antolojisi Web Sitesi”n de yayınladı.

 

Babamın ardından

Bir yıldız kaydı
Benim için.
Hemde görünmeyen bir yere
Aldı götürdü benliğimi
Hatıralarımı…
Uzun değil,
Kısa bir zaman oldu kayalı.
Henüz sıcaklığı kalbimde.
Babam yok oldu artık
Bir yirmidokuz mart sabahı,
Yağmur çiselerken
Yaşlı gözlerle uğurladım onu
Babamı.
Çok hafifti tabutu omuzlarımda
Henüz on günlük askerdim
Amasyada.
Üç günlük izin
Sanki babamı son yolculuğa
Uğurlamak için hazırlanmıştı.
Son yolculuğunda bir traktöre bindi
Habersiz.
Gençlik yıllarını verdiği
Değirmenden geçerken
Neleri hissetti kimbilir.
Bir yamaca gömdüler toprak kokan
Islak yağmur serpmesiyle,
Küreklerle toprak boşaldı üzerine…
Şimdi uzaktan seyrediyor
Köyünü
Ve insanları.
Yeryüzü çok gördü onu
Kalabalığın ortasında
Kuş gibi çarpan kalbini
Çok gördü
Dalgın yüreğiniçok gördü
Bizim için çarpan
Kaygılarla dolu yüreğini…
Babam yok artık
Bu kesin
Gelecek bir yere gitmedi
İşte geldim çocuklar demeyecek
Nasılsın yavrum demeyecek
Sobanın yanına oturup
Uzatmayacak ayaklarını,
Zoraki nefes almayacak
Oflayıp püfleyerek,
Sıkmayacak artık ağzına
Oksijen tüpünü.
Kaşındaki siyah ben
Buğulu gözleriyle
Gülümsemeyecek artık…
İçindeydi insanların
Topluluğun,
Vaz gecilmez bir sevdayla
Yürüttü Muhtarlık görevini,
Artık görevini yapabilime mutluluğuyla
Basamayacak mühürünü kırışık kağıtlara…
Gençlik dönemleri birşey anlatmıyor bana
Aklımda hep son dönemlerimin babamı.
Hayatım sürüp gidecek babam olmadan,
Çocuklarım olduğunda
Onlara babamı anlatabileceğim sadece.
Fotoğraflarına bakacaklar.
Uzun pardüsü, tozlu papuçlarıyla
Kapımı çalıp
Girmeyecek.
Tatil günleri otobüsten
İndiğimde kasabaya
Elimde valizimle çaldığımda
Kapıyı
Sarılamıyacağım artık boynuna
Alamıyacağım sıcaklığını yüreğinin,
Islak yanaklarıyla öpmeyecek
Öpmeyecek gözlerimden.
Babam yok artık
Onun yüreğinde bende yokum
Yani babamla tanımlanan
Bende öldüm onunla.
Şimdi yeni bir tanıma alıştırmalıyım
Kendimi.
Şimdi ben kendimi düşünmezken bile
Kim düşünür beni.
Umutsuz olmak gerektiğini biliyorum
Bu acımasız gecede
Yazgı diye birşey yok
İçinde yaşadığımız bu toplum
Öldürdü babamı.
Çırpıntılarla hırpalanan yüreği
Dayanamayıp parçalandı sonunda
Şimdi toprak dolar gözlerine
Artık istesede kımıldayamaz
Yokluk esir aldı onu
Bağladı ellerini kollarını sessizlik
Çaresiz bile değil artık
Ama onun umutları
Benımde umutlarım olacak
Bundan böyle
Çaresizleri korurken
Babamıda korumuş olacağım biraz.
O dilediğince yaşayamadı ömrünü
Varlığını özgürce geliştiremedi
Ama bütün insanlar
Varlıklarını özgürce geliştirecekler bir gün
Ve
Babamı hiçbir zaman unutmayacağım.
Her ölüm kahramancadır
Babam hepimizden önce yaşadı
Bu kahramanlığı
Ey benim yüreğim güç ver bana
Ey hayat güç ver bana
Babama yaraşan şiirler yazayım
Boşuna yaşamamış olmasın o
Sonsuzlaşsın içten pürüzsüz
Dizelerimle…
Birgün
Sabahın erken saatlerinde
Buğday kokan yamaçlara tırmanırken
Eşşek üzerinde
Nasılda sarılırdı
Tırpan ve tırmığa
Yaşlı bir dağelmasının dibinde konakladığımız
Tarlamız.
Çekirge sesleri
Ot çıtırtıları
Sarı buğday başakları
Uçuç böcekleri, kırmızı gelincikler
Koyungözü çiçekler..
Bak kızılırmak aşağıda
Nasılda özgürce yayılmış
Bozkırlı ovalardan
Karadenize kaygusuz akışı,
Ta uzaklarda
Kayaların eteğinde
Güneşin Buğulu bulutlarla sakladığı
Köyümüz Çepni…
Ve bizim
Coşkuyla tırpan sallayışımız
Bereketli topraklarda
Ter kokan vucudun arkasından
Öğle yemeği
Soğuk bir katıklaş.
Akşamda ne çabuk olmuş
Dönülmez
Kalacağız ıssız dağda
Sap yığını duldası
Yatak olacak o gece
Ve tazeliğiyle hatırlıyorum
Kollarında yattığımı
Uyandırıp sabahın erken saatinde
Gösterdiğin kurtların karşıya geçişini
Elinde silah değil
Bir keser vardı biliyorum
Savunmak için,
Kimbilir uykumda
Nasıl korudun beni
Benden habersiz…
Dönüşde duyduk
Kıbrıs savaşını
Adayı almış askerlerimiz.
Evimize geldiğmizde
Açıpta radyoyu
Nasılda gururlandın Ecevitinle…
Şimdi sen yoksun artık
Babacığım.
Nasıl acı duyarsa bir mağra adamı
Nasıl çıkarsa ölçüsüz haykırışlar gırtlağından
Öyle bağırayım bende
Sonsuzlaşsın yüreğim
Bütün insanlara
Sevgiler taşıyacak kadar
Ve öylesine güzelleşsinki her şey
Öylesine erisinki yumşak bir ışıkta
Öylesine bilgeleşeyim
Öylesine sevgiyle dolsunki kalbim
Ölürken babamlaşayım.
Biliyorum var olmaz bir daha yok olan şeyler
Umurumda değil biçim değiştirişi maddenin
Ruh diye bir şey de yok
Ama gizli sevgiler
Bulunup çıkarılırsa yüreklerden
İnsanların,
Çıkarılırsa karanlığından
Unutuşun yaşanmamış olan şeyler
Ve tek bir insan yüreği gibi
Çarparsa birgün insanlık
Hiç bir şey yok olmamış olacaktır.
Düşünerek sonsuz
Büyük
Ve bütün zamanları,
Birleştiren bir sevgi
Ve şerefli bir hayattır
Ondan sonraki ölümler…

06-01-1984-Adana

Tıkırcağım var ya

Ilkel
Neler ilkel degildi ki
Topragın karasabanla islendiginde
Analarımızın elinden igne düsmezdi
Yama yaparlardı pantolonlarımıza
Yüncorap lastik ayakkabı
Nasılda tutardı ayaklarımızı
Ah askılıpantolon
Dügmesi koptugunda neler cektirirdi.
Hafta sonu okul hazırlıgında
Önlük camur yaka yirtik
Ödev yapılmamıs
Nasil uykuları kacırırdı.
Ya odun ya tezek
Elinde canta
Okul yolunda
Diz boyu kar ve soğuk
Nasil cekilirdi
Hele kışları çamur
Hurşutgilin pınarda
Sabahın soğunda buz gibi su ile
Ayakkabi yikamak
Okulda ilk fırçayı
Necipağadan yemek
Nasıl unutulurdu
Saçlar uzun
Ali hoca geliyor
Nasıl dayanırdı yürek
Hele bir zil çalsa
Zeynep hala
Camiye asağı nasıl koşuşurduk.
Berbere gitmek
Ne kadar zor
Saçlari yolardı adeta Islamağa
Ilkel değilmi o makina.
Hele gözünü sevdiğim
Kabak
Bir baskasın sen
Dikenli yapraklarıyın arasından
Seni çıkarmak
Seni alıpta alaçığın başına oturmak
Keskin Sivas bıçağıyla sana şekil
Vermek.
Ve yapınca tıkırcağı
Şemşamerin yapraığını takınca kabağa
Kosunca tozlu yollardan
Çııkardığın toz ve sesle nasıl terlerdi
Vücudum
Öksür öksür sabaha dek
Sen bir baskasin
Tıkırcağım.
Sen bana neleri unutturmadın
Kimleri unutturmadınki
Ali hocalar,
Soguk karli okul yollari,
Karatahtadaki sıra dayağını
Açlığı,susuzluğu,yorgunluğu
Daha neleri
Mutsuzum evet mutsuzum
Olsun
Tıkırcağım var ya.
Şimdi çok yııllar geçti aradan
Kaç mevsim
Kim bilir
Kaç kez ağladım
Kac kez güldüm
Kim bilir
Ve bilirmisin sen
Seni nasıl özlediğimi
Hatırlarmısın arkandan
Nasıl koştuğumu
Ayagımı taşa tökezleyip
Düşdüğümü
Çantada azık
Bir şörek bir ayva
Duvarlara bak sapsarı
Ayva sularından
Köy ortasında bir heycan
Otobüs gelmiş
Mektup okunuyor
Kos karış kalabalığa dinle
Bir bir
Hele bir gelmişse mektup
Aldığınla kac
Müjde büyük
Ve gecer günler
Okul biter
Ardından yaz
Hemde koca tatil
Yoktur artik
Ali Hoca,Osman Akdag
Iste tikircagim var ya
Ne kadar garip
Tıkırcak
Öyle görkemli durur ki
Hiç sormayın
O hic yorulmaz
Hic aglamaz
Ama kırılır
Yaparim yenisini bir solukta
Patates,domates,salatalık
Arasında yetişir semsamer
Iste onun kökü var ya
Yapraklarida
Bir parcasıdır tıkırcağin
Mutsuz anılarımda
Tıkırcağım var ya diye
Seni hatırladığımı
Bilirmisin
Işte şimdi
Bazı zamanlar
Yine seni hatırlıyorum desem
Inanırmısın
Yo yo
Artık büyüdüm.
Uzun zamanlar gecti aradan
Seninle olamam artik
Benimle olsanda avutamazsın…
Çok yıllar gecti
Ama unutmadım seni
Biliyormusun
Simdi yaşadığım yer senden cok uzak
Senin esintilerin bile yok
Benzerinde
Sadece bir ses
Kulaklarımda çınlıyor
Tıkırcağım
Tıkırcağım var ya…

 

 

 

 

Roman…CESET FOTOĞRAFÇISI / ERHAN PINARBAŞI

ERHAN PINARBAŞI

Erhan Pınarbaşı Çepni Kasabası’nda dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini kasabada tamamlayan yazar, 1979 yılında başladığı askeri okuldan 1983 yılında Foto-Film uzmanı olarak mezun oldu, öğrenimine Sosyal Bilimler Ve İktisat Fakülteleri’nde devam etti. 2006 yılına kadar Foto-Film Uzmanı olarak görev yaptı.

Yazın yaşamına şiirle başladı. Damar dergisinde yayımlanan öyküsünün ardından, Evrensel Kültür, Edebiyat ve Eleştiri, Yaba, Kıyı, Kül gibi dergilerde öyküleri yayımlandı.

Erhan Pınarbaşı’nın öyküleri bir solukta okunacak sürükleyici öyküler. Öykülerindeki zengin anlatım tekniği ustalığını ortaya koyuyor. On üç öyküden oluşan Mühür’de kısa öykü örnekleri yalın bir dille çıkıyor karşımıza. Durum öyküsünden olay öyküsüne, kurgudan gerçek yaşama uzanan şaşırtıcı metinler, kimi zaman bir savaşa kimi zaman kendi iç dünyasına götürüyor okuru. Pınarbaşı, toplumsal olayları bireyden yola çıkarak göz önüne seriyor. Mühür’deki öykülerden bir bölümü çeşitli edebiyat ödülleri alırken kitap olarak S.E.S birincilik ödülüne değer görülmüş.

Vedat AKDAMAR (Artshop Yayınevi)

Bugüne dek yazdıkları Erhan Pınarbaşı’nın polisiye türe ilgisine dair hiçbir ipucu vermese bile, Ceset Fotoğrafçısı’nı gazete ilanlarında gördüğümde, romanın polisiye türde olduğunu düşünmüştüm. Yanılmışım. Evet; katiller, cesetler, faili meçhuller, kaçakçılar, suç ve ceza, ‘at izinin it izine karıştığı’ bir şehir, kısacası polisiyenin alanına girecek ne varsa eksik değildi bu hikâyede. Ama muamması, gizemi, oyunu yoktu; Türkiye Cumhuriyeti’nin kriminalleşen otuz yılını, kriminal bir savaşı, o savaşın tarihinden kısa bir dönemi anlatıyordu Pınarbaşı.

Anneme… Oğlumun annesine… Evlatlarını yitirmiş annelere…” adanmış bir romanın hikâyesini -hele ki son otuz yıla tanık etmişseniz eğer- merak etmeyebilir, savaş bütün acılarıyla hâlâ sürüp giderken, 80’li 90’lı yılların acılarını tazelemek istemeyebilirsiniz. Oysa Ceset Fotoğrafçısı adı kadar ürkütücü değil. Savaşın o coğrafyaya sabitlediği şiddet atmosferi hissediliyor elbette ama aşkı, sevgiyi, dostluğu ve gelecek umudunu barindıran bir hayatı da anlatıyor Pınarbaşı; Batıdan görünenden farklı bir Hakkâri’yi…

Ömer Türkeş (Radikal Gazetesi)

Erhan Pınarbaşı, “Sevdalı Irmaklar Munzur ile Pülümür” adlı mitolojik romanı ile Munzur ve Pülümür’ün aşkını bize anlatmış. Kitap, Yurt Kitap-Yayın tarafından ‘Tarihi Romanlar’ dizisi adı altında yayımladı. Yazar bizleri coğrafyanın geçmişine doğru mistik bir yolculuğa çıkarıyor. Farklı hikayeler anlatılagelmiştir Dersim coğrafyası hakkında. Bu hikayeler çıktıkları sınırları aşmış çoğu zaman… Pınarbaşı, farklı sayılabilecek bir hikaye ile karşımıza çıkıyor. Munzur ile Pülümür’ün aşkını bizlere anlatmış. Bu aşkın önüne çıkan engellere karşın akışını hâlâ sürdürüyor iki ırmak. Tabii ki şu lanet baraj illeti ortadan kaldırılırsa… Sevdalı Seyit’in Asmesi’ne kavuşması hikayesini anlatır yazar. Seyit bu mücadelesi içinde, Munzur ile Pülümür’ün sevdasını öğrenir. Su olup akan ve sonra birleşen sevdalı iki ırmak. Seyit’in sevdasına, Asmesi’ne kavuşmasına Munzur ve Pülümür suları tanıklık etmiştir. Kavuşamayan iki sevda iki sevdalıyı kavuşturarak, sevda karşısında duran töreyi sularında alıp götürmüştür. 

Şerif Karataş (EVRENSEL)

‘Aynadaki Kadın’, Erhan Pınarbaşı’nın on dört öyküsünü bir araya getiriyor. Tüm öykülerin ortak özelliği olarak da, gündelik hayatın hengâmesinde çoğu zaman görmezden gelinen ayrıntılar olduğu söylenebilir. Bu ayrıntılar, öykü kahramanlarının veya anlatıcının iç dünyasını açığa çıkaran özellikleriyle yer alıyor. Öykülerin diğer bir özelliğiyse, kahramanları üzerinden bir Türkiye profili yaratmasıdır denebilir. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz ayrıntılar, metinlerin çoğul kahramanları için de geçerli. Daha önce birçok ödül kazanmış ve şiir kitapları yayınlanmış Pınarbaşı’nın bu kitaptaki öyküleri, Türkiye’nin yetenekli bir genç kalemin metinleri olarak düşünülebilir.

RADİKAL

KİTAPLARI:

Ellerinde Kan Vardı 1995 Eko Yayınları

Çukura Sığmayan Adam (1998) Kendi Yayınları

Kar üşüdü (1997) Ulusal yayınları

Mühür (2000) Kültür Bakanlığı Yayınları

Sevdalı Irmaklar- (Munzur ile Pülümür) (2004)Yurt kitap-yayın

Külden Künyeler 2006 Artshop Yayınları

Senden Sonra Hiç Ağlamadım 2006 Artshop Yayınları

Aynadaki Kadın 2006 Yirmi dört Yayınları

Kar ve Kan (ceset fotoğrafçısı) 2008 Alkış Yayınları

Aldığı Ödüller:

35.Ulusal 9. Uluslar arası Hacıbektaş öykü ödülü(2.)1998,

Mülkiyeliler Birliği Vakfı Şinasi Özdenoğlu Ödülü (şiir 3.) 1998,

36.Ulusal 9. Uluslar arası Hacıbektaş öykü ödülü(2.)1999,

S.E.S (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası) öykü ödülü Mühür kitabına (1.)2000,Avustralya SBS Radyosu düzenlediği şiir ve öykü yarışmasının Türkçe/öykü bölümünde (3.) 2004

Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışması mansiyon ödülü(1.) 2006.

Naci GİRGİNSOY (KYÖD) öykü ödülü (2.) 2006

YAZARIN İKİ KISA ÖYKÜSÜ

TANRIYA KÜSMEK

Kısa boylu, esmer, yeşil gözlü, çenesinin ucunda uzamak için uğraş veren bir kaç tüy… Reşit, yaşamım boyunca tanıdığım en inatçı canlıdır. İnat dedimse öyle basit ayak diremeleri değil. İnatlaştığı an Tanrıyı da saymamıştır. Fakirlik ve cahillik de onun inadını kıramamıştır. Kendi felsefesini yaşamının sonuna dek uygulamıştır.

Güzün, ılık bir öğle sonu. Mahalle toz duman içerisinde. Yangın yok, deprem yok. Küfürler susmak bilmiyor, yalvarışlar sonuçsuz. Kadınlar umarsız izliyor Reşit’i. Gençler tarlada, harmanda. Kadınlardan biri seslendi çocuklara:

— Hurşit dedenizi sesleyin, koşun!

Çocuklardan biri haber vermek için koşarken topukları kıçına değiyordu. Reşit, kadın kız demiyor, duyulmadık, gün görmemiş küfürler, ediyordu. Duvarın üstünden boşluğa saldı atkıları; ha düştü ha düşecek. Kadınlar çığlık atıyor, umarları yok başkaca. Hurşit koşan çocuğun desteğiyle toplananların arasına katıldı. Kadınlar anlattılar: ‘Reşit kendi samanlık damını yıkıyor.’

Hurşit kızdı. Bastonunu uzattı Reşit’e doğru:

  • Yapma Reşit! Düşüp gebereceksin! Yıkma damı!

Reşit doğruldu damın üstünde.

Kızgınlıktan iki gözü birbirine girmişti. Kazmayı bir eline aldı, kasketini avluya fırlattı.

— Sen karışma Hurşit! Dam benim, can da benim, geberirsem aha kasketim! Sana kalır, kötü mü? Dedi kasketi göstererek.

Hurşit üstelemedi. Yıldaşı Reşit’i tanıyordu. Toplananlara döndü:

—Bırakın ne boku varsa yesin. Çekilin üzerinize taş-maş düşer, dedi.

Zaman ikindiye yaklaşıyordu. Hurşit ağır ağır caminin yolunu tuttu. Reşit hırsla yıktı samanlık damını. Kardeşinin oğlu Fahri samanı uzun ve yorucu bir yolla taşıdı. Mahalleli yardım etti Fahriye.

İkindi namazı bitti. Cemaat, kiliseden bozma camiyi boşalttı. Hurşit gitmedi evine. Avluya çıktı. İmam, Hurşit’i gördü. Belli ki bir sorunu vardı bu adamın. İmamlık az şey mi? Köyün ileri geleni, köylünün her şeyi. Her şeyden önce, tanrıyla köylü arasındaki ilk makam. Düşüncelerine ara verdi imam. Hurşit’e yaklaştı. Düşünceleri yüzünde dolaşıyordu.

—Hayırdır Hurşit, bir sıkıntın mı var? Dedi ellerini ovuşturarak.

Hurşit güvercinlere, gökyüzüne baktı. Başını hafifçe sağa sola oynattı.

— Ah imam efendi ah! Hangi sıkıntıyı söylesem, bilmem ki?

İmam bir elini Hurşit’in omzuna koydu. Keyiflenmişti.

—Hele anlat! Allah büyük, bir çaresi bulunur anlat sen.

“Allah büyük” Hurşit de bilincindeydi bunun. Fakat olayın çözümü “İmamda mı Allah’ta mı” bunu anlayamadı. Söylenmedi Hurşit bir zaman. Kiliseden çıkma taş direğe oturdular. Hurşit imama baktı.

— İmam efendi bu Reşit başımıza bela olacak.

— Ne yaptı melun!

—Öğleden sonra kendi samanlık damını yıktı. Fahri geçti diye.

İmam oturduğu yerden kalktı. Ellerini arkada birleştirdi. Ellerini çözdü, sakalını sıvazladı.

  • Yaa Hurşit, bu melunu da sürmeliydik köyden! Dedi.

Ellerini tekrar arkasına aldı. Hurşit seslenmedi, gözleri çayırda dolaştı. İmam iki adım sağa iki adım sola gidip geldi. Hurşit’in önünde durdu. Yıllardır çözemediği bir sorunu çözmüşçesine ışıldadı gözleri.

—Bu herif hem melun hem kâfir, şimdi buldum! Bu, Allah’ı da saymıyor, korkmuyor Allah’tan! Dedi.

Hurşit “İmam üşüttü, Reşit adını duyunca” diye düşündü.

Hurşit komşusunu, yıldaşını tanıyordu. İmam ağır suçlamalarda bulununca savunmaya geçti.

—Ne kâfiri, ne korkmaması imam efendi namazı niyazı bilir.

İmam’ın dişleri gözüktü, sakallarının üstünden, başını öne eğip kaldırdı hafif hafif.

— Onun niyazı eşek niyazı dedi.

Hurşit şaşkın. İmamın düşmanlığı neydi Reşit’e? İmam, Hurşit’in yanına oturdu.

—Hı hı, dedi. Nasıl namaz kılıyorsa duasız dutsuz, hı, nasıl namazsa!

Hurşit düşüncelerde. Güvercinler geçiyor içinden.

  • İmam efendi sen de bilirsin ki Reşit namaz kılar.

İmam tekrar kalktı. Tespihinin başını döndürdü.

— Hurşit dedi. Bu Reşit kardeşi Mecit’le küs değil mi?

— He Mecit’le küs.

— Eee bu adam hiç Mecit adını söyler mi?

—Yoo, söylemez, dedi Hurşit.

İmam başını hızlı hızlı salladı. Tespihini sıktı avucunda.

— Namazı duasız mı kılar? Dua etmez mi bu Reşit?

— Duasız kılmak olur mu, imam efendi?

— Eee hem Mecit demez; hem namaz kılar tövbe tövbe.

Hurşit güvercinlerin kanadındadır. Gagasındadır, düşmek üzeredir.

—İmam efendi Reşit’in namazıyla Mecit’in ne ilişkisi var?

İmam gülümsedi, “Bu Hurşit de cahil, imansız” diye düşündü.

—Hurşit Efendi, bilmez misin ki namazda Mecit vardır. Onsuz nasıl namaz kılıyor bu Reşit?

Hurşit bir imama bir minareye baktı. Anlamamıştı. Reşitle Mecit küs, bir arada olmamaları doğaldı, onun için.

İmam Hurşit’i kötü yakalamıştı. Bilgisizliğini yüzüne vuran, alaycı bir sesle;

—Hurşit, Hurşit hele biraz namaz kıl bulursun Mecit’i, dedi ve evinin yolunu tuttu.

Hurşit cami avlusundan ağır ağır çıktı. Düşünceleri karmakarışıktı. Güvercinlere kedi dadandı.

Yolda beş-altı defa namaz kıldı Hurşit. Mecit’i bulamadı. Mecit takılmadı diline, uzaklaştı düşüncelerinden. “Başlarım Mecit’e de Reşit’e de”, dedi içinden. Reşit çıkmadı düşüncelerinden. Her adımda gözlerini gördü; inatçı bir kartaldı Reşit. Acımasızdı, iki ay önce yaptıklarını düşündü “Çocukluğu da böyleydi. Ne istedin zavallı eşekten, kendi suçunu eşeğe yükledin.”

Hurşit eşeği kaçırdı, bastonu duvarları incitti. “Eşeğin ne suçu vardı?” haklıydı Hurşit. “Bir kavak kemirdi” diye Reşit eşeğe ne yapmıştı?

Eşeği yatırıp ayaklarını bağlamış sonra kerpetenle dişlerini çekmişti. Bir tek dişi kalmamıştı zavallının. Sonra sürmüş hayvanı kavaklığa “Hadi kemir, kemir hepsini” demişti.

Gaz lambası söndü. Hurşit’in gözleri tavanda. Düşüncelerinde Mecit’le Reşit saklambaç oynuyorlar. Yattığı yerde en az on rekât namaz kıldı, olacak gibi değil, karısına döndü:

— Akkadın, Akkadın gız bak bi.

Akkadın uykunun dibinde, baksa da göremez Hurşit’i. Hurşit çatlamak üzere, dayanamadı yeniden seslendi:

— Kız Akkadın, bak hele, dedi.

Akkadın o kadar itilip kakılmadan sonra ses verdi.

— Ne ulan! Torbaya mı girdi sabah? Dedi kızarak.

— Kız, bu Mecit nerde geçer?

—Herif adam yatıyordur evinde, nerden geçecek ki?

Hurşit kızdı sorusunu daha anlaşılır biçimde yineledi.

— Onu demiyorum kız, namaz da geçer?

—Namazda da geçmez buralardan, ya camide kılar ya tarlada kılar, dedi.

Hurşit ne yapsın? Reşit’e uzun uzun küfredip sustu. Hurşit sustu, Akkadın meraklandı.

—Herif ne olmuş ki Mecit’e? Dedi.

Hurşit yanıtlamadı Akkadın’ın sorusunu. Hurşit ve Akkadın sabahı zor ettiler. Reşit ve Mecit düşlerinde gezinip durdular.

Notasız horoz sesleri karıştı, imamın sesine. İmam sevmezdi horozları. Hurşit’in güncel sesi doldurdu odaları.

—Kalkın, kalkın öğlen oldu dedi ve avluya çıktı.

Kımıldayan olmadı, Hurşit söylenerek abdestini aldı, namaza durdu. Camiye yetişemezdi. Namazın sonunu getiremedi.

— Buldum, buldum Mecit varmış diyerek çıktı avludan. Akkadın baktı kaldı arkasından.

— Tövbe dedi, adam selam bile vermedi.

Cami avlusunda beş altı yaşlı insan vardı. Sabah namazlarına gelen azdı. Hurşit imama yaklaştı;

— Buldum imam efendi buldum, dedi.

İmam gözlerini ovuşturdu Hurşit’in sevincine bir anlam veremedi.

— Hayrola Hurşit, sabahın köründe neyi buldun?

Hurşit bulmuşluğun sevincini yaşıyordu, gururluydu, biliyordu.

— Mecit’i buldum, Mecit’i dedi.

Avluda bulunanlar da yaklaştı imama; şaşkındı bulunanlara baktı sıradan.

— Fe sübhanallah, Mecit kayıp mıydı Hurşit? Dedi.

Gülümsedi Hurşit. Onlarca kağnı yolu belirdi yüzünde.

—Yo imam efendi, o Mecit değil namazdaki Mecit’i buldum dedi.

Bulunanlar imama, imam onlara baktı. Hurşit minareye baktı. İmam anlamamıştı.

— Mecit namaza gelmedi dedi.

Hurşit imamın unutmuş olabileceğini anımsadı.

—İmam efendi hani Reşit, Mecit’e küs, Mecit demiyor ya!

Hurşit konuşmasını tamamlayamadı. İmam ağzından aldı sözü.

  • İyi de Hurşit namazımızla ne ilgisi var bunun? Dedi.

Hurşit bir camiye bir imama baktı, konuşmadı bir süre.

Düşünceleri değişti, “Koskoca imam bilmiyor muydu, Mecit’in hangi duada geçtiğini? Mahmut’un söyledikleri doğru muydu? Kandırıyor, oyalıyor muydu imam köylüyü?” Altndiş nokta koydu Hurşit’in düşüncelerine.

— Hurşit, Mustafa ağa, nedir çözemediğiniz?

Hurşit imama baktı, anlattı Mecit ile Reşit’in küskünlüğünü. Reşit’in Mecit- demediğini; bulunanlar şaştı, imam da. Hurşit olayı çözümlemenin mutluluğuyla:

— Ya böyle işte dedi.

İmamın yüzü değişti, ellerini önünde birleştirdi.

— Olmaz ki ümmeti Müslüman! Olmaz ki böyle, dedi.

Bulunanlar anlamadılar. İmam bakışların odağı oldu, saf köylüyü yakalamışlığın bilinci içerisinde devam etti.

— Hâşâ Allah’a kahretmek ve inkâr etmektir duayı bilerek eksik okumak.

Bulunanlar imamı destekledi.

—Ya öyle.

— Haklısın hocam.

— Olmaz ki!

— Allah Allah.

İmam tespihini cebinden çıkardı, küçük adımlarla yürümeye başladı. Bulunanlarda yürüdü, yemlenen güvercinler gibi, bir sağa bir sola yürüdüler. Başını salladı imam, bulunanlar “Allah Allah” çektiler. İmam durdu, bulunanlar çivilendi oldukları yere, imam bulunanlara:

— Tez çağırın Reşit’i, gelsin! Dedi.

Heyecanlandı bulunanlar, Hurşit avlu duvarına doğru yürüdü. Öküzleri suya götüren Kadir’i gördü, seslendi.

—Kadir, Kadir koş Reşit emmini çağır, imam acele bekliyor de!

Hurşit emmi babam bekliyor, dedi Kadir.

— Yürü ulan imam çağırıyor, ben değil!

Hurşit’in sesinden önemli bir olayın varlığı hissediliyordu. Kadir geriye doğru dönüp koştu “İmam çağırıyordu, imam köyün her şeyi. İmam Allaha en yakın adam. Kısmet kesilir bereket biterdi.” Koştu Kadir, düşüncelerini yere düşürmeden. Reşit öküzleri koşmak üzereydi. Kadir nefes nefese girdi avluya.

— Reşit emmi, Reşit emmi imam çağırıyor.

—Ne var oğlum ne oldu, kurt mu kovaladın? Nefeslen az, dedi, sakin ve soğukkanlı. Kadir devam etti konuşmasına.

— Reşit emmi, imam acele seni bekliyor hemen gideceksin.

Reşit sağ elinin tersini diğer elinin ayasına vurdu.

— Tövbe, ulan sanki reisicumhur, bizim malları ehlibeyt mi doyuracak! Dedi.

Öküzleri bıraktı avluya, kasketini taktı başına, yürüdü. Kadir önde Reşit arkada yürüdüler, cami avlusunun duvarına kadar söylendi Reşit. Kadir Hurşit’i gördü.

—Aha geldi Hurşit emmi, dedi ve öküzlerinin yanına gitti.

Reşit avluya çıktı, hızlı adımlarla yaklaştı bulunanlara.

İmam başını salladı, gözünü kısıp.

— Gel bakalım Reşit Bey, gel hele, dedi başını sallamaya devam ederek.

Reşit iki adım daha yaklaştı, ellerini belinde birleştirdi. Kasketini tutup hafifçe oynattı yerinden.

— Hayrola Mustafa Efendi sabah sabah, dedi.

İmam bozuldu her zaman olduğu gibi. Köyde imama adıyla seslenen tek kişiydi Reşit. İmam uzatmadı konuyu.

— Reşit bey duydum ki kardeşin Mecit ile küsmüşsün.

— He küsüm, dedi Reşit kısaca. İmam devam etti:

— Ve adını hiç söylemez, diline almazmışsın öyle mi?

— He öyle, dedi Reşit.

— Sen namaz ‘da kılarsın.

— Hee kılarım.

— Kılarsın yaa kılarsın.

— Peki, salâvat dualarını da okur musun?

Reşit ellerini belinden çekti, kasketini düzeltti, ellerini arkasında birleştirdi.

— He okurum.

İmam bulunanlara baktı. Bulunanlar imama, Reşit’e baktılar. İmam Reşit’e yaklaştı. İki sakal boyunda durdu, dişleri birbirine değdi imamın.

—Reşit bey salâvat duasını sesli oku da, biz de bilelim nasıl okunduğunu, dedi.

Reşit kasketini eline aldı, sağa sola büktü başını.

Duayı bulunanların işiteceği bir sesle okumaya başladı. Bulunanlarda Reşit okudukça başlarıyla doğruladılar. Reşit duanın sonuna yaklaştı. Bulunanlar “Ne güzel okuyor, şimdi ‘hamüdün Mecit, âmin’ diyerek bitirecek” diye düşünürken Reşit’in sesi yükseldi.

—İnnake Hamüdün Reşit, Âmin! Dedi ve sertçe başını indirip kaldırdı.

Bulunanlar gülmeye başladı. İmam gökyüzüne ellerini açtı.

—Hâşâ hâşâ! Ey Müslümanlar, şu adama bakın. Allah’a karşı geliyor, kelamını değiştiriyor; seni astıracağım Reşit!

Reşit kasketini taktı, bir iki adım yürüdü, geriye döndü, kıstı gözlerini başını kaldırdı;

— Efendi, efendi, Allah onun öyle bir kul olacağını bilse Reşit diye kelam ederdi Muhammed’e, dedi ve ekledi;

  • Sen benim duamla uğraşma da güvercinlerini yemle.

İmam, bulunanlarla konuşmadan hızlı adımlarla ayrıldı avludan.

Gün batmadan olay köyde duyuldu. Reşit’e kimse çok görmedi yaptıklarını. Camiye gelenlerden birçoğu namazı kılmadan gidiyordu. Avluda Reşit’in soyundan birilerini görmeleri yeterliydi. Namaz kılmaya kalanlar salâvat dualarında gülüyor, namazı bozuyorlardı.

İmam Mustafa bir ay dayanabildi. Köyden göç ederken vedalaşmadı kimseyle.

— Hâşâ hâşâ, diyerek göçüp gitti köyden…

HAVVA

Ona neden “deli” derlerdi. Henüz anlamış değilim. Kasabadaki birçok akıllıdan daha akıllıydı. Yaz kış sokakları çıplak ayakla dolaşır, su, ekmek ya da giyecek isterdi insanlardan. Kaplumbağadan biraz hızlı yürüyüşüyle, duvar diplerinden ilerler ve her gördüğü insanla selamlaşır, konuşurdu. Onun belirgin bir özelliği de büyük, küçük herkesi tanımasıydı. İsterse yıllarca görmediği biri olsun, yüzüne bakar kim olduğunu söylerdi. Yabancı ise ağır bir ses tonuyla, gülümseyerek:

—Yoo, derdi, sen elsin.

Kimselere zararı dokunmaz, canlıları incitmezdi. Kasabanın demirbaşı olan bu kadına yediden yetmişe “Havva” derdik. Birisi onu anlatacak olursa “Deli Havva” diyerek söz eder, fakat çocukların dışında Havva’nın yüzüne kimse ‘deli’ demezdi. Onun için söylenen bir tekerleme vardı:

“Bahçelerde ham armut Havva’yı … en cin Mahmut”

Bu tekerlemeyi duyduğum an, insanların zavallılığını düşünür, onlara kızardım. Havva gibi birisine kim ne hakla dokunabilirdi? Kızdırıp vurmaya kalkışmadıkça ağlamaz, ağlasa da çabucak unutuverirdi. Yüz kilodan fazla çeken ağırlığını kocaman nasırlı ayakları her gün başka yerlere taşırdı. Akşamüstü duvar diplerinden ağır ağır evine yürürdü. Evinin yerini kasabalı olmamıza karşın öğrenememiştim. “Deli Fikri’nin kızı” derlerdi, Havva için. Deli demelerinin nedeni belki de babasından kaynaklanıyordu.

Benim için hiçbir zaman deli değildi Havva. Yüzündeki gülümseme bana özgürlüğü anımsatırdı. Pembeleşen yanaklarını rüzgâra karşı koyan dağ güllerine benzetirdim. O, yaşamın peşinden değil, yaşam onun peşinden sürüklenirdi “Havva beni yaşa” diye.

Havva’yı birkaç gün göremezlerse herkes birbirine merakla sorardı:

— Deli Havva yok ortalıkta, nerede acaba?

—Aman, ona baba değmez, nerede olacak, sürtüyordur.

İnsanlar onu önemsemez görünse de onsuz yapamazlardı. Kim bilir, belki de onu görüp hallerine şükür ediyorlardı. Yere para bırakıp “bu senin olacak alabilirsen” diyerek onun dakikalar süren uğraşını zevkle izleyen gençler ne kadar akıllıydı! Onca uğraşına karşın parayı alamaz ağlardı…

Oysa Havva onların tanıdığı et yığınından oluşan bir insanın ötesindeydi. Aç bir sokak kedisine evine götürmek üzere topladığı yiyecekleri verecek kadar insandı. Üşüyen bir köpek yavrusunu entarisinin bir parçasını yırtıp saracak kadar insandı.

Mahallemize gelmeyeli birkaç gün olmuştu, sokağın başında göründüğünde, koşarak annemi müjdeledim.

—Anne, anne Havva geliyor, dedim.

Annem o gün ne işle uğraşıyordu, anımsamıyorum, işi bırakmadan beni yanıtladı, sevincimi paylaştı. Gülümseyerek:

— Hadi oğlum, git bir şeyler hazırla, acıkmıştır, dedi.

Koşarak mutfağa girdim, kavun, peynir ve ekmek alıp avluya çıktım. Elimdeki yiyecekleri bir kenara bırakıp sokağa, Havva’yı gözetlemeye koyuldum. Havva’yı göremeyince merak ettim. Kimin evinde olabilirdi? Hacı amcalarda, Efendi amcalarda ya da Tanko’da olabilirdi. Gözüm evlerin kapılarında, nereden çıkacağını beklemeye başladım. Havva çok geçmeden iki ev yukarımızdan Fevkıya Hala’nın evinden çıktı. Koşarak önüne geçtim. İki kolumu kaldırarak yolunu kestim. Yüzünde özgürlük dolu gülümsemesini görüp ben de gülümsedim ve sordum:

— Havva, ben kimim?

  • Sen, Latife aplamın oğlu Özgür’sün.

Nasıl unutmamıştı, her defasında biliyordu.

— Peki, o zaman babam kim?

— Kadir.

Babamı da bilmişti. Kimi sorarsam biliyordu. Kasabada bilmediği, tanımadığı kimse yoktu. Daha zor sormalıydım. Havva bildikçe ben seviniyordum.

—O zaman Latife kimin kızı? Hadi bil de göreyim.

O eşsiz gülümsemesi yeniden belirdi yüzünde.

— Latife apla, dokdor emmimin kızı, dedi.

Bir daha sormadım, önünden çekildim. Avlumuza gülümseyerek girip, annemi gördü. Duvar dibine yaklaşıp seslendi.

— Latife apla kolay gelsin.

Annem bu sıcak, samimi insana sevecenlikle karşılık verdi.

— Sağ ol Havva. Nerelerdesin kaç gündür?

Havva annemi yanıtlamadı, gülümsemekle yetindi. Annem de ona Havva diyordu, ama hangisi büyüktü bilmiyorum? Annem Havva’ya sediri gösterdi.

— Havva, dedi, geç otur.

Havva ağır adımlarla sedire yaklaştı ve oturdu. İçimden O’na sorular sormak geliyordu, soramıyordum. Belki de tanıdığım gibi kalmasını istiyordum. Utanarak yemeye başladı, kavundan, peynirden. Gülümsemesi her lokmada şekilleniyor, utancıyla karışıp yüzünü renklendiriyordu. Annem de yanına oturup birkaç lokma yedi. Ben Havva’yı incelemeyi sürdürdüm.

Kocaman ayakları nasırlı ve çatlaktı. Toprakla temas eden kısımlar çatlaklarla doluydu. Yer yer bir kalem ucunun sığabileceği genişlikte, yer yer inceydi. Elleri de kalın ve kocamandı. Bir yufkayı dürüp eline aldığı zaman, dürüm elinde kayboluyordu. Hırkasının cepleri dolu ve sarkıktı. Ayak bileklerinin üzerinden başlayan entarisi yamalarla doluydu.

Geniş bir yüz, gülen iki göz ve ağlamadığı sürece kapanmayan ağzı, dağınık, kısa saçları vardı. Çirkin veya güzel benzetmesi yapamıyordum, böyle bir ayrıma gereksinme duymuyordum. Son lokmasını yuttuktan sonra kendisini incelediğimi gördü ve başını iki yana salladı. Utandım, gözlerimi boşluğa çevirdim.

Kalkmak üzereydi ağlamaklı bir sesle:

—Latife apla dedi. Bak bu entari iyice eskidi, varsa seninkini bana ver.

Havva’nın bu isteğini annem geri çevirmedi. Eski olmayan fakat giyilmiş bir entari verdi.

Havva sevinçle entariyi kucağına yerleştirip kalktı.

— Havva, dedi annem. Sakın kimseye verme, olur mu?

— Vermem apla, vermem, dedi.

Elinde yaralı bir kuş taşır gibi çıkıp gitti avlumuzdan ve sokağımızdan.

O gün son görmüşüm oldu Havva’yı.

                                                                                            (Ahmet Palta ve Havva)

Yıllar sonra Havva’dan haber geldi. Uzak bir kentte “kimin kim” olduğunu bilmeden, yeni entariler içinde ölmüştü. Üzüldüm, bir daha soramayacaktım Havva’ya “ben kimim?” diye.

Heykeltraş… AHMET ULUDAĞ

 AHMET ULUDAĞ

Kasabamıızdan insan manzaraları deyince, gerçekten süprizlerle karşılaşıyoruz. Her yönüyle; özellikle o kadar çok sanat sevdalı insanlarımız var ki…

Bunların hepsi bizim zenginliğimiz. Bir kasabadan kaçtane yazar, ressam, heykeltraş, müzisyen, el sanatları ustaları çıkar diye sorsak; Çepnimizin nekadar ayrıcaklı olduğunu o zaman görürüz. Bu ayrıcalık bizler için kibirsiz bir onurdur.

Yalnız burada şu soruyuda sormadan edemiyeceğiz. Acaba bu farklılıkların bilincinde miyiz? İçimizdeki bu değerlerden yeteri kadar faydalanabiliyor muyuz?

Genel olarak yanlış bir kanı var toplumda. ”Aydınlar topluma muhtaçtır” diye. Oysaki gerçek bunun tersidir. Toplumlar aydınlara muhtaçtır. Aydın; hangi dalda olursa olsun yalnız başına üretimini yapar, ileri gelişimini sağlar, ilerletir. Fakat toplumlar değil. Toplumların bu süreci yaşamalarının şartı onlara rehberlik yapacak, ışık tutacak aydınlarına sahip olmalarıdır. Yani aydın toplumsuz yaşar ama toplum aydısız yaşayamaz…

Aydın insan deyince yaygın kanaat, bunlar, konuşan, yazan kişilerdir. Heykeltraşı, ressamı, müzisyeni bu sınıfa katmazlar. Bundan dolayı bizim toplum genelde konuşanların ağzına bakmış ve onları doğru sanmıştır. Oysaki esas aydın düşüncesi ile yaşamını, pratiğini; başka ifade ile düşünce ile beceriyi birleştirip bunu görülen, hissedilebilen maddi bir şekle dönüştürebilmektir, Neden böyle bir giriş yaptık?

Bu bölümde sizlere tanıtacağımız bir Çepnili sanatçının konumu gereği diyelim… Bu sanatçımız heykeltraş… Daha önce Haluk Şafak arkadaşımızı tanıtmıştık; kuru, çürümüş, bir kenara atılmış ağaca can veren heykeltraş… Şimdi ise taşa evet taşa can veren bir Çepnili heykeltraşımızı tanıtacağız; Ahmet Uludağ. Bizim bu sanatçılarımıza ihtiyacımız var; onları onurlandırmak ve desteklemekle toplumumuzun bilgi ve sosyal değerlerini yükseltmiş oluruz

1950 yılında Çepni’de doğdu… İlkokulu Çepni’de okuduktan sonra Mersin’e gitti ve ortaokulu dışardan imtihanlara girerek bitirdi. Bir süre Mersin’de Çocuk Bakım Yurdunda çalıştı. Bir yıl Libya’da işçi olarak çalıştıktan sonra tekrar Çepni’ye döndü. Çepni’de Yem Fabrikasında işe başladı ve emekliye kadar orada çalıştı.

Bugün okul yaşlarında başladığı resim yapma, güzel yazı yazma uğraşısına, kayalığın sessiz taşlarına can vermeyide eklemiş; sanat dolu bir yaşam sürdürmekte.

 

 

 

 

 

memleketimden insan manzaraları…ALİ ÖZALP

ALİ ÖZALP

1924 Doğumlu Osman Efendinin oğlu Halil Özalp’ın ilk çocuğudur.

İlk Okulu köyümüzde bitirmiştir. Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü öğretime açıldığında oraya girerek 1943-1944 öğretim yılı sonunda mezun olup öğretmen hüviyetini kazanmıştır.

Babamı anlatmak öyle birkaç sayfaya sığacak kadar az değil onu anlatabilmem için kitaplar yazmam gerekli.

 

Babamın o bölgede yapmış olduğu çalışmalar yetiştirdiği öğrenciler okullar arası yarışmalardaki başarıları ve yapmış oldukları piyes ve gösteriler ile ünü Şarkışla ilçesinin dışına taşarak çevreye yayılmıştır.

Köyümüzden sürgün ettiren ağalarda bunu duymuşlar ve bu sefer yalvararak babamı köye getirmişlerdir.

Köyümüz artık Kasaba olmuş ve Belediye ile yönetilmektedir. Babamın köye yapmış olduğu hizmetleri anlatmayla bitirmek mümkün değil.1961 yılında ilkokulun bitirilmesi, okulun ve bahçesinin yapımında da bizzat çalışması, orta okulun açılması için yapmış olduğu çalışmalar ve sonunda açtırdığı,

Herkesçe bilinen hizmetleridir.1960-1963 yıllarında Belediye Başkanlığı da yapmıştır Köyün içme suyunun getirilmesi, yolların yapılması karakolun altından başlanarak mezarlığa kadar yola taş döşenmesi ve daha birçok hizmet hep onun zamanında yapılmıştır_–.Köyde okuma yazma oranı babamın baş öğretmenliği sırasında yükselmiştir, ben çok iyi hatırlıyorum okulların açıldığında tüm öğrenciler sıraya geçer köyü marşlarla dolaşarak öğrenci toplardık. O bayramlarda köy meydanında kürsüden yapmış olduğu konuşmalarla bu günleri anlatıyordu adeta.

Babamın hizmetlerini saymakla bitirmek mümkün değildir 1969 yılında Sivas merkeze tayini çıkmıştır orada da aynı başarılı öğretmenliğini göstermiştir orada görevini sürdürürken yazın köye geldiğimizde Almanya da çalışan ve çoğu öğrencileri olan Almancılar diyeyim yalvardılar Hocam ne olur emekli ol bizi gavurun elinden kurtar Çepni Gücü Yem Fabrikasını kur diye adeta yalvardılar babam ısrarlara dayanamadı 1974 yılında canı kadar sevdiği öğretmenlikten emekli oldu ve fabrikayı kurmak için işe koyuldu. Elinden gelen her türlü çalışmayı yaptı tek çalışanların parası boşa gitmesin diye Ankara ya geldiğinde otellerde kalmadı lokantalarda yemek yemedi ablamın evinde yattı kalktı orada yedi başkaları gibi lüks otellerde kalıp lüks lokantalarda yiyip harcırah almadı, ben çok iyi hatırlıyorum geceleri uykuları kaçardı kalkar hesap kitap yapardı, fabrikaya giderken fabrikanın arabasını çağırmaz o yöne giden traktörlerle giderdi.

Her hizmette başarılı olduğu gibi o işi de başardı ve fabrikayı kurdu çalıştırdı faaliyete geçirdi. Ama sonuç o kadar çalışmanın karşılığı bir sürü dedi kodu iftira ile teslim alanlar fabrikayı başkalarına teslim ettiler.

Bu işi de teslim ettikten sonra yukarıda fotoğrafını sunduğum evimizin alt katındaki bir odayı ATATÜRK resimleri ile düzenleyerek müze haline getirmiştir. Burada bulunan ziyaretçi defterine gelenler duygularını yazarak bildirmişlerdir. Ziyaretçiler arasında Sivas Valileri, Kaymakamlar, şimdiki Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah öğretmenler öğrenciler yazmışlardır. Kayseri den Bölge Asayiş Komutanı Tuğgeneral ziyarete geldiğinde odayı görünce ağlamış ve hocam ben şimdi çok duygulandım bir şey yazamam gidince ben yazar gönderirim der babamı kutlayıp Kayseri’ye davet ederek ayrılır, resimde de görüldüğü gibi sağ köşede çerçeveli yazıyı gönderir. Aynı şekilde Alay Komutanı Albay da yazarak duygularını bildirmişlerdir. Rahmetli babamı her arayışımda bir isteğinin olup olmadığını sorardım oğlum biraz ATATÜRK rozeti gönder derdi abartısız söylüyorum 500 e yakın rozet göndermişimdir, kendisinin aldığı hariç.

Köyümüzdeki Lisenin önüne kendi parasıyla ATATÜRK büstü yaptırmıştır onu da ben Ankara dan gönderdim. Bir adette ilkokulun önüne gönderdim Osman Akdağ hocam yaptırdı. Babam Salı günleri Gemerek e gider orada lisede derslere girer ATATÜRK hakkında konferans verirmiş. Lisenin Müdürü bizim köye geldiğinde lisenin önündeki Atatürk büstünü görür ve babama hocam kasabanın lisesinde Atatürk büstü var Kazanın lisesinde büst yok diyerek babamdan yardım ister, Babam beni aradı oğlum durum böyle, bir büst de oraya aldım ambalajladım Sivas a giden otobüslere vererek Cinpolat tesislerine bıraktırdım oradan alıp Gemerek lisesinin önüne de yaptılar. Aynı Müdürün ataması Ankara Etimesgut ta bir liseye çıktı Babam Ankara ya geldiğinde ziyaretine gittiği , beraberce derse girerler babam yine Atatürk hakkında öğrencilere bir konferans verir zil çalar ve öğretmenler odasında çay içerken bir kız öğrenci ağlayarak öğretmenler odasına girer ve hiç kimse bize ATATÜRK ü böyle anlatmadı diyerek babama sarılır ve ellerinden öper.

Babamın anıları nı anlatmakla bitiremeyeceğimi yukarıda belirtmiştim; son bir anısını anlatıp yazıma son vereceğim, Ankara da Hacettepe Hastanesinde yatmakta olan Haydar Demirel ağabeyi ziyarete gittiğinde salonda beklerken yanını badem bıyıklı yobaz tipli iki kişi yaklaşır ve babamın yakasında takılı büyük Atatürk rozeti ve altında takılı bulunan Cumhuriyetin 75.yılını gösteren rozete bakarak güya dalga geçerler kendi akıllarınca amca gazi herhalde derler amca, hangi savaştan gazisin diye sorarlar, Babam yüzlerine şöyle bir bakar ve ben emekli öğretmenim 30 yıl cehaletle savaştım, savaşım hala devam ediyor diyerek cevap verir ve o iki kişi yanından hemen uzaklaşırlar.

Babam gerçekten cehaletle savaştı yüzlerce öğrenci yetiştirdi binlerce kişi ile mücadele etti çalıştı uğraştı Devlet işini kendi işinden önce gördü, hiçbir zaman yaptığı işten kendisine menfaat sağlamadı.

Babam gerçekten iyi bir öğretmendi, yazımı sonlandırırken KÖY ENSTİTÜLERİNİ kapatanları lanetliyorum. O Okullar kapatılmasaydı Türkiye bugün bu hale gelmezdi.

ALİ ÖZALP: 1960 – 1963
Bu dönem Türkiye genelinde seçilmişlerin yerine atanmışların yönetime başladığı dönemdir. 1960 ihtilali olmuş ve kasabamıza da Ali Özalp belediye başkanı olarak atanmıştır. Çepni’de ki eğitimin gelişmişliğinde en büyük etkiye sahip Ali Özalp öğretmenimiz seçilmiş belediye başkanı gibi hizmet etmiştir. İlkokul bitirilmiş (1961), ortaokul inşaatına başlanmıştır. Yol ve içme suyu çalışmaları da önemlidir.

 

Evini Atatürk?ün resimlerinin yer aldığı müzeye çevirdi

20 Ağustos 2007 Pazartesi 16:24

Sivas?ta emekli bir öğretmen, Atatürk resimlerinden oluşturduğu koleksiyonunu dokuz yıldır evinde sergiliyor.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yüzlerce resimlerinin bulunduğu sergi, çevre köy ve illerden gelen binlerce ziyaretçisini ağırlamış. Sergiyi gezmeye gelen ziyaretçiler, evde bulunan ziyaretçi defterine de, sergi hakkındaki görüşlerini yazabiliyorlar.
Sivas’ın Gemerek ilçesine bağlı Çepni beldesinde yaşayan 83 yaşındaki Ali Özalp isimli emekli öğretmen, öğretmenlik yıllarında Atatürk resimlerinden oluşturduğu resim koleksiyonunu evinde sergilemeye karar vermiş. Atatürk’ü çok sevdiğini dile getiren Ali Özalp, her gün akşam yatarken ve sabah katlığında, yatağının başucunda bulunan Atatürk’ün yazdığı Gençliğe Hitabeyi okuduğunu söylüyor.

Ali Özalp bu resim sergisini açmasının sebebini ise şöyle özetliyor: “Atatürk öldüğünde ben ilkokul 5. sınıfa gidiyordum. İki tane jandarma sınıfımıza girerek öğretmenimizi dışarı çağırdı ve öğretmenimiz tekrar sınıfa geldiğinde ağlayarak Atatürk’ün öldüğünü bize söyledi. Daha sonra Atatürk için okulumuzda bir tören düzenlendi. O törende M. Kemal Atatürk’ü daha yakından tanımaya karar verdim ve öğretmenlik yıllarımda da O’nun ilke ve inkılâplarını öğrencilerime aktardım.”

Atatürk ile ilgili eline geçen bütün resim ve posterlerini biriktirdiğini söyleyen Ali Özalp, emekli olduktan sonra resim koleksiyonunu Gemerek ve beldelerindeki resmi kurumlarda sergilemeye karar vermiş. En son biriktiriği resimleri dokuz yıldır evinde sergilemeye karar veren Özalp, Sivas’tan ve çevre illerden birçok devlet büyüklerinin ve askeri erkânın sergisini ziyarette bulunduklarını söylüyor. Ali Özalp, ziyaretçilerin görüş ve sergi hakkındaki düşündüklerini, sergi odasında bulundurduğu ziyaretçi defterine yazdırmayı da ihmal etmiyor.

9 yıldır evinin bir odasını resim sergisi için kullanan Ali Özalp, çocuklarına da ömürleri boyunca serginin açık kalmasını vasiyet etmiş. Beldede başöğretmen kimliğiyle de tanınan Ali Özalp, Çepni’nin de ilk öğretmeni. Resmi bayramlarda kürsüden halen şiir ve Atatürk’ün hayatını anlattığını söyleyen Ali Özalp’in gençlere birde tavsiyesi var. Özalp gençlere, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini yüzünden değil, anlayarak okumalarını tavsiye ediyor.

(HABER.COM)

 

 

SİVASIM

Çıksam Kalem’e seyretsem seni

Doyamam sana güzel Sivasım

Kim yaptı Kale’ni kim kurdu seni

Tarihin çok eski bilemem Sivasım

Kurtuluş savaşında sen bir hisardan

Mustafa Kemal’e sadık bir yardın

Milli Misak ile sen karar verdin

Cumhuriyet temelini atmaya Sivasım

Bol suyun var bayırdır yerin

Her köşende dolu tarihi eserin

Temizdir havan rüzgarın serin

Şehirler içinde yayla Sivasım

Kale gibi duruyor Sivas Lisesi

İçinde çınlıyor Atamın sesi

Durmadan çalışan Cer Atölyesi

Lokomotif vagonlar yapan Sivasım

Sanat Lisesi, Öğretmen Okulu

Çalışır gençlerin kafası kolu

Cezaevi dokur güzel halı

Halısı iklimi şanlı Sivasım

Ulu Cami ile Çifte Minare

Timur tarafından edilmiş harabe

Yeniden başladın onları sen de imara

Turistik yerlerin çoktur Sivasım

Kadı Burhanettin korudu seni

Türktür Timur ama derindir kini

Ala düşürtüp öldürttü onu

Kahramanını yitiren Sivasım

Buruciyenle bir de Gökmedrese

İlim kültür aşıladı herkese

Timur ki samanla boyamıştı ise

Onları yeniden silen Sivasım

Beş ortaokulu üç tane lisesi

Eksiktir ah bir üniversitesi

O da yapılacaktır duyuldu sesi

İlim irfan dolu benim Sivasım

Durmaz çalışır Çimento Fabrikası

İşlenir Merakümün toprağı taşı

Yazları kuraktır çok soğuk kışı

İklimin de başka Sivasım

Onbir ilçen var biri de Gürün

Suyu boldur çok verir ürün

Sivasın bağlarını orada görün

Türkülere karışan ünlü Sivasım

Yıldızeli Zara bir de İmranlı

Koyulhisar’ın ormanları şanlı

Kızıldağ, Tecer, Karababa dumanlı

Ünlü dağların var senin Sivasım

Ünlüdür Bedutun Şarkışla Ovası

Güzeldir kilimleri hastır boyası

Uzunyaylalar arap tayın yuvası

Her alanda ünlüdür benim Sivasım

Gemerek ilçesi kültür kalesi

Altı ilkokulu var üçte lisesi

Her tarlasında bir motor sesi

Durmadan çalışır inan Sivasım

Suşehrinin bülbülleri ötüşür

Hafik Kangal’da buydayın yetişir

Kızılırmağın Karadenize bitişir

Irmağın çayların boldur Sivasım

Divriğin dağlık kayalık yeri

Dağlarında boldur demir cevheri

Elel verip çalışalım hemşehri

Geliştirelim seni benim Sivasım

Özalpım burda kes artık sözünü

Al ozan eline sende sazını

Görün halaylarda erkekle kızını

Folklörün ozanın boldur Sivasım

                                                     ALİ ÖZALP

                                                      1971

 

 

 

CAN YÜCEL Edebiyat ve Güzel Sanatlar Köşemizde

Heykeltraş HALUK RIZA ŞAFAK

1960 Sivas doğumlu.

Kayseri Endüstri Meslek Lisesi Elektronik bölümü mezunu.
6-7 yaşlarında taş ve ahşap ustası olan dedesi Emin Yıldız’ın atölyesinde taş ve ahşapla olan tanışıklığı tutkuyla sanata dönüştü.

1997 yılında İzmit Büyük Şehir Belediyesi Plastik Sanatlar Merkezi Heykel bölümünde;Marmara Üniversitesi Heykel bölümü öğretim görevlisi sn. Füsun Salor hanımdan 3 yıl süre ile heykel dersleri aldı.
2001-2005 yılları arasında Kayseri’de kendi atölyesinde çalışmalarını sürdürdü.
2003 TRT gecenin içinden programına konuk sanatçı olarak davet edildi.
2008 yılında Güzel bahçe Halk Eğitim Merkezinde usta öğretici seminerlerine katılıp belge aldı.
Sanatçı halen İzmir’in Selçuk ilçesinde kendi atölyesinde heykel çalışmalarına ve orjinal el yapımı keman imalatına devam etmektedir.
Sanatçı UPSD (Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği ) üyesidir.

KOLLEKSİYON:
Uğur Mumcu Vakıf müzesinde sanatçının eseri yer almaktadır.
Balıkesir ili Havran ilçesi Hükümet konağı bahçesinde 3mt. yüksekliğinde atıl zeytin ağacında soyut çalışması daimi sergilenmektedir.
İzmit Büyük Şehir Belediyesi koleksiyon ‘unda sanatçının eseri yer almaktadır.
2011-Norveç-Oslo Türk Büyük elçilimiz sn. Hayati Güven.
TEBDER/Aydın

YARIŞMA VE JÜRİLİ SERGİLER:
2009 Turgut Pura Vakfı Resim Heykel yarışmasında eseri sergilenmeye layık görüldü.

KİŞİSEL SERGİLER:
2009-Devlet Resim ve Heykel Müzesi kişisel sergi /İZMİR
2003-Çepni Kasabası kişisel sergi/SİVAS
2003-İzmit Büyük Şehir Belediyesi Sanat Galerisi kişisel sergi / KOCAELİ
2003-Devlet Resim ve Heykel Müzesi kişisel sergi/ BALIKESİR
2002-Ürgüp Göreme Belediyesi Sanat Galerisi kişisel sergi /NEVŞEHİR
2002-Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür sitesi Sanat galerisi Kişisel sergi /KAYSERİ

KARMA SERGİLER:
2012-44.Selçuk Efes Festivali Selçuk/İzmir
2011-Ekim Geçidi 10 İstanbul Modern Sanatlar Müzesi Derneğinin düzenlediği Cumhuriyetin 88.yılında karma resim ve heykel sergisi Turgut Özakman sergi salonu /Eskişehir
2011- 43. Selçuk Efes Festivali /Selçuk-İzmir
2011 3.Uluslararası Tepecik Kültür ve sanat festivali /AYDIN
2011 Norveç-Oslo Türk Büyükelçiliğinin davetiyle Karma resim ve heykel sergisi /Norveç-Oslo
2011 ÇYD Dünya emekçi kadınlar günü karma sergi /AYDIN
2010-1. Uluslararası Sanatsal Orman Kampı/MUĞLA-MARMARİS
1999-Plastik Sanatlar Eğitim Merkezi Heykel atölyesi karma sergisi /KOCAELİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İLETİŞİM:
E-posta : hrsafak@gmail.com Gsm: 0505 321 51 29

 

 

CAN YÜCEL Edebiyat ve Güzel Sanatlar Köşemizde her türlü edebi dallar ve güzel sanatlarla uğraşan arkadaşlar kendilerini ve eserlerini tanıtabilirler.

Kısa hayat hikayeniz ve fotoğrafınızla beraber, gerekli bilgileri, edebi ve sanatsal eserlerinizi gönderin herkesle paylaşalım.

Not: Sitemizde yayınlanan eserler, eser sahibinin ve adminin izni alınmadan kullanılamaz.

Çepni ve Göçler

ÇEPNİ’DEN GÖÇLER

Mustafa Ural

(2010, Çepni Kasabası Sorunları ve Çözüm Önerileri Sempozyumu sunumu)

Göç…genelde bütün canlıların kaderi.
Mekan değiştirmekte diyebiliriz göçe.

Canlılar neden göç ederler ?
İnsanlar demiyoruz, canlılar diyoruz, çünkü öyle bir şeyden bahsediyoruz ki ortak nokta aynı.
Yaşamak için; ekonomik olarak en iyi toprakları aramak ve keşfetmek, sosyal huzur için en iyi ortamla, insanlarla buluşmak ve onlarla paylaşmak.
Özlemlere, hayallere, rüyalara, kaybedilenlere kavuşmanın adı da diyebiliriz belki…
Eni-boyu-çapı-yönü belli ve hiç değişmeyen yer küremizde hareket edebilen canlı ve cansız her şey durmak bilmemiş… inadına ordan oraya koşturmuş durmuş.
Velhasıl, bizimkilerde bunun bir parçası… Çepnililer. Ortaasya’lardan çık, oraya nerden gelmişler bilmiyoruz, Anadolu’yu mekan tut. Her biri bir tarafa dağılmış; birazı da, işte bizim oralara gelmiş konaklamış…
Ve yeni arayış; daha iyi bir ekonomik yaşam, daha iyi ve değişik sosyal çevre derken ver elini Almanya, Fransa, Avusturya, velhasıl Avrupa, Amerika, Avusturalya…
Evet dostlar bu öyle bir hikayedir ki, üzerine romanlar, şiirler, oyunlar yazılmış beyaz perdelere yansıtılmış…
Biz burada göçün bu kısmını ele almayacağız. Sağdece göçün Çepni üzerindeki etkilerini, nereye neden göç edildiği, göç edenlerin Çepniyle bağlantılarının sosyal ve ekonomik boyutunu, gittikleri yerlerdeki yaşamlarını içeren küçük ve de anlamlı bir çalışmayı sunacağız.
2010 yılında kasabamızda yaptığımız ‘‘Çepni Kasabasının Sorunları ve Çözüm Önerileri’ adlı sempozyumda, Wuppertal’deki derneğimizin o zamanki başkanı, öğretmen sayın Mustafa Ural’ın hazırlamış olduğu sunumu sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Bu çalışma da birçok şey; genellikle yurt dışında yaşayan Çepnili’lerin ekonomik katkıları ve günümüze etkileri görülecektir.
Günümüzde dahi tartışmalara konu olan yurt dışı -göçmen- Çepnililer ne yapmış bakalım…

Göç:ekonomik, siyasi, ekolojik veya bireysel nedenlerle, bir yerden başka bir yere yapılan kısa, orta veya uzun vadeli geriye dönüş veya sürekli yerleşim hedefi güden coğrafik, toplumsal ve kültürel bir yer değiştirme hareketidir”

Göç, ister ülke sınırları içerisinde, ister siyasi sınırları aşmak suretiyle olsun, yaşanan bölgenin olumsuz koşullarından kaçmak veya gidilecek yerin avantajlarından yararlanmak amacıyla yapılmaktadır.

Kasabamızdan yapılan göçlerin nedenleri?

  1. Ekonomik refaha ulaşmak (Daha iyi bir yaşam)

  2. Eğitim olanağı

  3. Aile birleştirimi

1950 yılından sonra tarımda makineleşme ile birlikte kırdan kentlere bir göç dalgası yaşanmıştır. Yaşanan bu gelişmeler sadece iç göç sürecini başlatmamış diğer ülkelerin istihdam ve göç politikalarıyla birleşerek uluslararası göç sürecini de başlatmıştır. Türkiye’nin bu dönemdeki işgücüne Almanya, Hollanda, Fransa başta olmak üzere ekonomik olarak atılıma geçen birçok Avrupa ülkesi talip olmuştur.

Türk işgücünün yurt dışı göç süreci yaklaşık 50 yıl önce başlamış, bu süreçte önemli değişimler ve gelişmeler meydana gelmiştir. Başlangıçta, yalnızca işgücünün göçü olarak başlayan bu süreç, daha sonra aile birleştirmesi, üçüncü kuşakların da katılımıyla dinamik bir gelişim göstermiştir. Doğal olarak yurt dışındaki Türkler bu dinamik gelişimlerini yaşadıkları toplumlara ekonomik, sosyal ve kültürel katkılarıyla da yansıtmışlardır.

Göç hareketi 1960 askeri müdahalesinden sonra baş gösteren ekonomik sıkıntılar, işsizlik ve döviz darlığı gibi etkenleri ortadan kaldırmak için düşünülen demografik çözüm olarak ortaya çıkmıştır.

Türkiye’den dışarıya düzenli işçi göçü Ekim 1961’de Türkiye ile Federal Almanya Cumhuriyeti arasında yapılan bir anlaşma ile başlamıştır.

1964’te Hollanda, Belçika ve Avusturya,

1965’te Fransa

1967’de İsveç ile anlaşma imzalanmış ve böylece Avrupa‟ya

yönelik Türk göçü başlamıştır.

Kasabamızdan ilk işgücü göçü Almanya’ya 1963 de başlamıştır.

Almanya’ya işçi göçünün ilk dönem için temel belirleyici özelliği, çoğunlukla kişilerin ailelerini geride bırakarak tek başlarına, bir gelir elde ederek tasarruf yapmak amacıyla gitmesidir. Bu gidişin geçici bir süreliğine ve yeterli para biriktirildikten sonra geri dönüleceği düşüncesiyle gerçekleştirilmiş olması bu düşünceyi göstermektedir.

 1973 deEkonomik Kriz, Yabancı işçi alımının durdurulması, “Turist” (illegal) göçmenlere yasal bir statü kazandırılması, Ailelerin birleştirilmesi, Çocuk paraları Avrupa ülkelerindeki yabancı işgücünün „geçici değil „kalıcı olduğu bu şekilde anlaşıldıktan sonra bu göçmenlerin sosyal haklarının tanınması gündeme gelmiştir. Bunun sonucunda, Türkiye ile ikili anlaşmalar imzalamış olan Avrupa devletleri bu sosyal güvenlik anlaşmaları çerçevesinde yabancı işçilerin sağlık, bakım, iş kazaları, sakatlık, ölüm hallerinde sosyal sigorta kapsamına almış, onlara da doğum ve çocuk yardımı, işsizlik ve emeklilik hakları gibi haklar tanımıştır

1990’lı yıllar: Yabancılar Yasası, Yabancıların kimlik kazanması, Artan yabancı düşmanlığı, Etnik işletmelerin yaygınlaşması, Etnik ve dinsel derneklerin yaygınlık kazanması, Siyasal hakların istenmesi

2000’li yıllar: İslamofobi, Euro –Türkler, Göç yasası, Entegrasyon çalışmaları: Yaşanan bu süreçlerin her bir aşamasında Türkiye’den Almanya’ya göç eden göçmenler dil bilmeme sonucu iletişimsizlik, kentlileşme, yabancılaşma, gettolaşma, yabancı düşmanlığı,daha sonraki nesillerde kimlik bunalımı ve uyum (entegrasyon) gibi pek çok toplumsal sorunla karşı karşıya kalmışlar ve kalmaktadırlar.

Avrupa’da Türklerin yerleşik olmasnda etkili faktörler:

Geri dönenlerinTürkiye’de yaşadıkları olumsuzluklar

  1. Çocukların eğitimi
  2. Türkiyede yaşam ve iş kurmak için gereken birikimin sağlanamamış olması
  3. Türkiye’ye karşı artan oranda kültürel ve sosyal yabancılaşmadır.
  4. Türkiye’ye mekansal uzaklığı kısaltan teknolojik ilerleme ve

özellikle telekomünikasyon alanındaki gelişmeler özellikle Almanya

daki Türklere, göçün ilk yıllarında gecikmeli olarak ulaşan Türkiye

gündemini eş zamanlı olarak takip etme imkanını sağlamıştır.

2000 de dernek binasının alınması:

Almanya’daki Çepnililer
Şehir Hane Sayısı Yaşayanlar
Wuppertal 210 780
Münih 47 125
Augsburg 7 22
Memmingen 1 3
Landsberg 16 55
Weılheim 2 6
Frıdrichshafen 1 4
Ravensburg 6 21
Aalen 2 7
Darmstadt 1 3
Mannheım 1 3
Frankfurt 8 25
Köln 8 22
Gladbach 62 115
Duisburg 8 23
Dormagen 8 27
Herne 2 7
Gesenkirchen 1 3
Unna 2 6
Bielfeld 3 8
Braunschweıg 10 35
Rheda 12 34
Berlin 31 99
Hamburg 18 61
Bremen 2 7
Almanya toplam: ………………1501
Diğer ülkelerdeki nüfus:
Avusturya 23 73
İsviçre 2 4
Belçika 3 9
Fransa 5 16
Hollanda 48 155
Norveç 10 24
Danimarka 5 16
Avrupa’da yaşayan Çepnili sayısı : 1798 kişi

Göçün sonuçları:

a) Kültür şoku:

Nedenleri:

1) Kırsal kesimden sanayileşmiş, şehirleşmiş ortama geçiş

2) Yetersiz eğitim

3) Farklı kültür ortamı

Sonuçları: Göçmenler;

a) Kendi kabuklarına çekilme

b) Etnik gruplar oluşturma

c) Eğitim ve meslek eğitimi

4) Geri dönüş: Geri dönüşte en kötü etkilenen çocuklardır. Çocuklar yoğun bir şekilde dil problemi, adaptasyon sorunu ve eğitimlerini sürdürmede zorluklar yaşıyorlar.

5)Asimilasyon

a) Kimlik sorunu: Entegrasyon mu? Adaptasyon mu? Türkiye ile Almanya arasındaki en büyük anlaşmazlık budur. Almanlar entegrasyonu, Türkler adaptasyonu istemektedir.

b) Çok kültürlülük: Yabancı düşmanlığı: Gençler dışlanmakta, toplumsal olayların içine alınmamaktadırlar. Ananevi kültürel değerler, bu yüzden yapay şekilde yaşanmaktadır. Almanya’da 1970’ten sonra en kalabalık etnik grup haline gelen Türkleri 1980’den sonra yayılan yabancı düşmanlığının ana hedeflerinden biri haline getirdi.

1990’dan sonra bu düşmanlık ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. 1991 ve 1993 yıllarında Almanya’nın Mölln ve Solingen kentlerinde sekiz Türk vatandaşı kundaklama sonucu hayatını yitirmiştir.

c) Değişen aile yapısı: Ebeveynlerinden biri ya da ikisi göçmüş,

çocuklar büyükanne-büyükbaba yanında kalmışlardır. Daha sonra çocuk yardımı alabilmek için çocuklar da götürülmüştür. Bazen de baba çalışmaya devam etmekte, anne ve çocukları Türkiye’ye yollamakta ve çocuklarının Türkiye’de eğitimlerine devam etmesini istemektedir.Günümüz Avrupa’sı heterojen bir yapıya sahiptir. Göçmenler ise çok yönlü kimlikler oluşturmaktadırlar.

6) Ekonomik problemler: İşsizlik ve meslek edinme sorunları

Göçün kasabamız için sonuçları

Psikolojik açıdan: ayrılık acısı, kök ve bağlarını kaybetmek, yalnızlık,

yabancı olma, içe kapanma, vatan özlemi, iş kazaları, sosyal-psikolojik rahatsızlıklar

Sosyolojik açıdan: aile parçalanması, yeni statülerin oluşması, Almancı kavramı, dilde değişim, adet ve törelerin değişimi, giyim kuşamda değişim, Avrupa yaşam biçimi ve eğitim olanaklarından yararlanma

Demografik olarak: Nufusun azalması

Ekonomik olarak: Yurt dışındaki, özellikle Avrupa ülkelerindeki; ağırlık olarakta Almanya’da yaşayan Çepnililerin kasabamıza yatırmlrı yadsınamaz. Çepni Yem Fabrikası gibi bir yatırımın gerçekleştirilmesi kasabamız için bir yüz akıdır. <vatandaşın yatırdığı meblağ kesin bilinmemekle beraber yüz binlerce marktan sözedebiliriz. Ne yazıkki sürecin iyi idare edilememesi ve idarecilerimizin ekonomik ve yatırım bilgisinden yoksun olmaları sonucu fabrikadaki kasabalının hisseleri heba olmuş sıfırlanmıştır.

Avrupadaki vatandaşlarımızın diğer katkılarını da aşağıda sizlerin bilgisine ve takdirine sunuyoruz.

Almanya’da yaşayan Çepnililerin yaptığı bağışlar
Yıl Niçin Miktarı
otobüs, kamyon ve kepçe 59.000 DM
1985 yol yapımı 35.000 DM
1985 mezarlık 10.140 DM
1985 itfaiye 100 DM
1985 dere mahalle köprüsü 10.500 DM
1985 Eşikli köyü 500 DM
1985 fidanlık 3.500 DM
1985 karakolun duvarı 1.000 DM
1986 cankurtaran 30.000 DM
1987 Küpeli köyü 100 DM
1987 Çat köyü 400 DM
1987 kişilere bağış 1.400 DM
1987 spor ve düğün salonu 9.350 DM
1988 Inkışla köyü 250 DM
1988 lise ve ilkökula 1.500 DM
1988 kişilere bağış 1.600 DM
1989 kepçe alımı 51.500 DM
1990 ilkokulun tuvaleti 8.000 DM
1990 camiye morg inşaası 3.000 DM
1990 kişilere bağış 7.000 DM
1991 cami derneği 1.000 DM
1991 çevre köy okullarına 1.500 DM
1991 kişilere bağış 1.300 DM
1992 Erzincan depremi 8.000 DM
1993 kişilere bağış 4.000 DM
1994 kişilere bağış 1.500 DM
1995 Mehmetcik Vakfı 6.000 DM
1995 ilkokul kalorifer tesisatı 19.800 DM
1996 ortaokul kalorifer tesisatı 12.000 DM
1997 kişilere bağış 3.800 DM
1999 ilkokula bilgisayar alımı 3.000 DM
1999 sağlık ocağı tahlil cihazı 7.000 DM
2000 kişilere bağış 500 DM
2001 kalp grafiği cihazı 6.000 DM
2001 ağaçlandırma 47.000 DM
2003 kişilere bağış 1.500 DM
2008 ağaçlandırma 6.000 DM
2008 yılına kadar yapılan yardım:…………..335.400 DM
veya yaklaşık 170.000 €

Neden Sanal Bir Köy Odası..?

Degerli dostlarımız, bildiklerimiz-bilmediklerimiz, tanıdıklarımız-tanımadıklarımız, uzaktaki yakınlarımız!

Sevgili Çepnililer!
İçimizden biri, 29 Temmuz 2010’da kasabamız belediyesinin lokalinde sohbet ederken şöyle demişti, ‘‘Benim bu köye borcum var ”.
Hiç unutmuyorum bu sözü…
Bu bir hesaplaşma mıydı, itiraf mıydı, öz eleştiri miydi…? Neydi…? Düşünüyorum da bana göre bu saydıklarımın hepsiydi…
Ama yalnız onun mu bu köye borcu vardı?
Benim, senin, yanımızdakilerin, karşımızdakilerin, arkamızdakilerin, gördüklerimizin – görmediklerimizin, bildiklerimizin, bilmediklerimizin hiç mi borcu yoktu?
Elbette vardı… O köyde doğmuş olsun doğmamış olsun; o toprakların tepesinde taşıdığı,  o yörenin havasını soluyan, suyunu içen herkesin, o köye ödenecek bir borcu vardır elbette…
Fakat bu öyle bir borç ki, miktarı belli değil, vadesi belli değil, ödeme süresi belli değil…
Doğrusu odur ki bizler de o içimizden birinin dediği gibi, ”Köyümüze borcumuz var” dedik ve uzaktakileri yakın kılmanın en güzel aracı olan sanal dünya içinde bu borcumuzu karınca kararınca ödeyelim dedik…
Ve şu an okuduğunuz küçük mü küçük olan internet sitemizi hazırlamaya başladık…
Bu bir çocuğun doğumu gibi; yarın emeklemeye başlayacak, sonra yürümesini öğrenecek ve ilerde koşacak…

Bu site bir köy odası gibi olacak…
İsteyenin sessiz, isteyenin sesli düşünebildiği; anlatım özgürlüğü hakkının kısıtlanmadığı; söylenmesi gereken sözün çekinmeden ve duraksamadan dile getirilebildiği bir köy odası…
Ancak, karşılıklı anlayış ve hoşgörünün beklendiği, düzeyli, saygı ve sevgi ile bezenmiş her türlü öneri, tartışma ve eleştirinin cesurca yapılabildiği; iyiliklerin ve güzelliklerin Mevlâna sevdasıyla ve Yunus diliyle paylaşıldığı, Anadolu kültüründen kalıcı izler taşıyan bir köy odası…
Bu site, aydınlık da benim karanlık da; sabah da benim aksam da; ay da benim güneş de diyenlerin değil; bunların hepsi de BİZİM diyenlerin yani paylaşmayı sevenlerin köy odası olacak…

Evet sevgili Çepnililer!
Bu ODA, ” Benim bu köye borcum var” diyenlerin köy odası olacak…
Bu anlamda, özveri, kararlılık, hizmet özlemi ve istençle, biz ilk adimi atıyoruz…
Amacımız “BİZ” olarak başlayıp, “HEPİMİZ” olabilmeyi başarmaktır…

ODAMIZA HOŞ GELDİNİZ DEMİYORUZ; HOŞ GELDİK ve HOŞ BULDUK DİYORUZ…!

https://youtu.be/7lau2N_DWGg

ÇEPNİ BELEDİYESİ VE BELEDİYE BAŞKANLARI

Kasabamızın belediyelik tarihi oldukca eski. 1954 yılına kadar iki mahallesi olan ve iki muhtar tarafından idare edilen Çepni, 1954’de belediye olmasıyla yeni bir statü kazanmıştır.
Fakat bugün, kasabamızın belediyelik statüsü aşırı göç nedeniyle tehlikeye düşmüştür.

Yıllara göre görev yapan belediye başkanları:

Halil Tataroğlu 1953 – 1955
Zühtü Yücel 1955 – 1960 .
Ali Özalp 1960 – 1963 .
Osman Akdağ 1963 – 1964.
Zühtü Yücel 1964 – 1967.
Haydar Ünal 1967 – 1973.
Sadık Yücel 1973 – 1980.
Bahattin Yalçın 1980 – 1983.
Sadık Yücel 1983 – 1984.
Timur Aydoğan 1984 – 1999.
Mehmet Ural 1999 – 2004.
Hüseyin Erdal 2004 – 2009 .
Hurşit İmren 2009 – ………

(Çepni kasabamızın geçmişi ve sosyal yapısı gibi konular, ” ÇEPNİ KASABASI TARİHİ” başlığı altında bölüm bölüm yayınlanacaktır. Orada, kasabamız hakkında daha geniş bilgiler sunulacaktır).

Burada, Çepni’mize hizmet eden değerli belediye başkanlarımızı sizlere tanıtmak istiyoruz.

HALİL TATAROĞLU: 1953 – 1955

HALİL TATAROĞLU: 1953 – 1955
1953 yılında muhtar olarak seçilen Halil Tataroğlu, köyün 1954’de belediye olmasıyla yapılan referandumla ilk belediye başkanlığı görevini üstlenmiş ve 1955 seçimlerine kadar hizmet etmiştir.
İki yıl gibi kısa bir süre başkanlık yapmasına rağmen icraatları, idarecilik özellikleri ve yönetimindeki kasabayı koruyuculuk ve etik değerlere verdiği önem, günümüzde dahi örnek bir yöneticilik olarak anlatılır.
Mesleği çiftci.

___________________________________________________________________________________________________

ZÜHDÜ YÜCEL : 1955 – 1960
Bazı ilkler bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Kasabaya otobüs alınmıştır. Meyveciliğin, örnek elmalık projesi ile gelişmesi, çoğalması sağlanmıştır. Kasabadaki meyve çeşitliliğinin sebebi budur.
O yıllar Sivas’da dahi olmayan yüzme havuzu kasabamız da yapılmıştır.
Kızılırmak’ın kenarına, koruya; halka açık, duş kabinli yapılan yüzme havuzu yalnız Çepni’ye değil, bütün çevreye hizmet vermekteydi. Çepni Tarım Kredi Kooperatifi’de du dönemde açılmıştır (1955). Cami minareside bu dönemde yapılmıştır (1959).
Mesleği çiftci.

___________________________________________________________________________________________________

ALİ ÖZALP: 1960 – 1963
Bu dönem Türkiye genelinde seçilmişlerin yerine atanmışların yönetime başladığı dönemdir. 1960 ihtilali olmuş ve kasabamıza da Ali Özalp belediye başkanı olarak atanmıştır. Çepni’de ki eğitimin gelişmişliğinde en büyük etkiye sahip Ali Özalp öğretmenimiz seçilmiş belediye başkanı gibi hizmet etmiştir. İlkokul bitirilmiş (1961), ortaokul inşaatına başlanmıştır. Yol ve içme suyu çalışmaları da önemlidir.
Mesleği öğretmen.

___________________________________________________________________________________________________

OSMAN AKDAĞ: 1963 – 1964
Atama ile gelen Osman Akdağ 1964 seçimlerine kadar, yani bir yıl görev yapabilmiştir. PTT binasının hizmete girmesi ve içme suyu projesinin bitirilmesi bu dönemin çalışmalarıdır.
Mesleği öğretmen.

___________________________________________________________________________________________________

ZÜHTÜ YÜCEL: 1964 – 1967
Bu dönem Zühtü Yücel’in ikinci defa belediye başkanlığıdır. Kasabada hayvancılığı desteklemek ve değerlendirmek amacıyla süt mandırasının temeli atılmıştır. Ortaokul ve lisenin inşaatı tamamlandı. 1965 li yıllar, kasabamızdan yurt dışına göçlerinin başladığı yıllardır.
Mesleği çiftcilik.

___________________________________________________________________________________________________

HAYDAR ÜNAL : 1967 – 1973

Bağımsız olarak seçilen Haydar Ünal döneminde yapılanlar: Kasabanın elektrik hatları tamamlanmıştır. Ağaçtan yapılmış Kızılırmak köprüsü yerine bugünkü beton köprü yapılmıştır (1971). Sağlık ocağının ilk çalışmaları (yer tesbiti) bu dönemdedir. Ayrıca kasabaya devlet tarafından, bir adet otobüs, bir adet taşıma minibüsü, bir adet kamyon ve bir adet makam arabası verilmiştir.
Bu yapılan iyi şeylerin yanında yapılmaması gereken, Zühdü Yücel tarafından yapılan yüzme havuzunun kapatılmasıdır.
Mesleği çitcilik.

___________________________________________________________________________________________________

SADIK YÜCEL : 1973 – 1978

1978 – 1980
Bağımsız belediye başkanı olarak seçilen Sadık Yücel iki dönem başkanlık yapmıştır. Çepni Spor Klübü gibi gençlerin etkinliklerine de ağırlık verilen bu dönemde yapılanlar: Yurt dışındaki Çepnililerin ortaklığı ile kurulan ”Çepni Gücü Yem Sanayi” üretime geçmiştir. Sağlık ocaği ve 16 dairelik lojman binaları bitirilerek hizmete sokulmuştur. Çepni yolları asfaltlanmıştır. Sadık Yücel döneminde yurt dışındaki Çepnililerin organizesine ağırlık verilmiş, neticede toplanan yardımlarla da, bir adet yolcu otobüsü, bir adet kamyon ve kepçe alınmıştır. Yine yurt dışı yardımlarla ağaçlandırma çalışmaları yapılmıştır. Alt yapı (kanalizasyon) çalışmalarına başlanmıştır.
Mesleği öğretmen.

___________________________________________________________________________________________________

BAHATTİN YALÇIN: 1980 -1983
1980 askeri ihtilal sonucu atanmayla belediye başkanı olan Bahattin Yalçın, üç yıl görev yapmıştır. Kanalizasyon çalışmalarının ilk bölümü (700m.) bitirilmiş, bugünkü çay bahçesinin arsası istimlak edilmiş ve onbir evlerin elektrik şebekesinin döşenmesi bitirilmiştir. Yine Pınarbaşı su projesi bu dönemde yapılmıştır.
Mesleği öğretmen.

___________________________________________________________________________________________________

SADIK YÜCEL: 1983 -1984
Mahkeme kararıyla tekrar belediye başkanı olan Sadık Yücel, kaldığı bir yıllık görevde önceki işlere, kanalizasyon ve yol yapım çalışmalarına devam edilmiş, ayrıca belediye ye makam arabası alınmıştır.

___________________________________________________________________________________________________

TİMUR AYDOĞAN: 1984 – 1989
1989 – 1994
1994 – 1999
Arka arkaya üç dönem belediye başkalığı yapan Timur Aydoğan kasabaya birçok hizmeti kazandırmıştır. Pınarbaşı suyu kasabaya getirilmiştir.Sokaklara parke taşı döşenmesine başlanmıştır. Halk kütüphanesi hizmete açılmıştır. Mevcut belediye binası yapılmıştır.Uğur Mumcu mahallesinin alt yapı hizmetleri bitirilmiş ve 1500 abonelik telefon santralı hizmete sokulmuştur. Kasabanın elektrik şebekesi genişletilmiştir.
Bu dönemde alınan araçlar: Bir adet otobüs, bir adet vidanjör, bir adet kepçe, bir adet minibüs, bir adet kamyon, bir adet traktör, bir adet ambulans, bir adet itfaiye aracı, bir adet cenaze yıkama aracı alınmıştır. Belediye bu dönemde bilgisayarla tanışmıştır.
Mesleği Astsubay.

___________________________________________________________________________________________________

MEHMET URAL:1999 – 2004
Seçimle göreve gelen Mehmet Ural kanalizasyon hattını Kızılırmak’a kadar indirmiştir. Ara sokakların parke taş döşenme çalışmalarına devam edilmiştir. Kurban Pınarı mevkiinden getirilen su ile çeşmeler yapılmıştır. Belediye kepçesi yenilenmiş ve bir adet greyder alınmıştır.
Mehmet Ural, belediyenin önceki borçlarını ödeyerek ve kendinden sonraki döneme büyük maddi meblağ ile belediye kasasını devreden ilk belediye başkanıdır. Bir dönem başkanlık yapacağını söylemiş; yapmış ve bir daha aday olmamıştır.
Mesleği astsubay.

___________________________________________________________________________________________________

HÜSEYİN ERDAL: 2004 – 2009
Seçimle göreve gelen Hüseyin Erdal’da görevi döneminde kasabamıza değerli hizmetler yapmıştır. Uğur Mumcu Mahallesi ve Dere Mahhale’nin kanalizasyon şebekelerini tamamladı. Belediye otobüsü yenilendi, yol süpürme aracı ve belediye makam otosu alındı. Sokakların parke taş kaplama çalışmalarına devam edildi. Nahar yolunun köprüsü ve çevre arazilere birçok sulah yapıldı. Önceki dönemlerde yapılıpta zamanla yıpranan, yıkılan yatırımların yenilenmesi ve tadilatı yapıldı. Mesleği öğretmen.

___________________________________________________________________________________________________

HURŞİT İMREN: 2009 –
Seçimle gelen Hurşit İmren’in dönemi yapılanlar, hizmet süresi bitiminde yazılacaktır.
Bugüne kadar yalnız yayla yolları yapıldı.

___________________________________________________________________________________________________

ÇEPNİLİ OLMAK ve ÇEPNİ FOTOĞRAF SERGİSİ

ÇEPNİLİ OLMAK ve ÇEPNİ FOTOĞRAF SERGİSİ

Bilmiyorum ama, böyle bir başlık göze ve kulağa hoş gelmez sanırım.
Ne demek ”Çepnili olmak”? Sanki biraz havalanma, ayrıcalıklı olma, kendini beğenme gibi bir çağrışım yapıyor… Belki bunun tam tersi de anlaşılır; bir yere bağlılık ve getirdiği yükümlülükler…

“Arkadaş! Dikkat et! Bireysel kimliğin yanısıra, mensubu olduğun bir sosyal yapının da mensubusun, eylem ve söylemlerin de bunada dikkat etmelisin”, demek gibi de anlayabiliriz. Sanırım, “Çepnili olmak” derken böyle anlamak gerekir.
Biz böyle anlıyoruz. Biz, “kimiz biz?” derken şairin (Ahmet Kutsi Tecer) dediği gibi,

Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.

Diyenleriz, biz…

İşte burada, bu duygu ve sorumlulukla yapılan eylemlerden birini sunmak istiyoruz. Bu eylem çok önemli bizler için, çünkü, Çepni tarihinde bir ilk. Kayda geçiyoruz ki herkes, gelecek kuşaklar da haberdar olsun ve buna devam etsin.

Bu “ilk”imiz, şubat 2011 tarihinde yaptığımız “Çepni Fotoğraf Sergisi”dir.
Bu serginin oluşum süreci ve sergiden görüntüleri beğeninize sunuyoruz.

Protokol

WUPPERTAL Belediyesi ve Çepni Belediyesi Arasında İşbirliği Toplantısı

Yer : Wuppertal Elberfeld Belediyesi
Tarih :10.02.2010, (16.00)

Katılanlar : Dr. Stefan Kühn, Vali yardımcısı,
Hurşit İmren, Çepni Belediyesi Başkanı.
Thomas Kring, SPD Nordstadt bşk. W’tal Belediye Meclisi Üyesi.
Arif İzgi, W’tal Belediye Meclisi Üyesi, Yabancılar Komisyonu Başkanı.
Yakup Özdemir
Emsalettin Temel

Yapılan toplantıda aşagıdaki konular tartışılmıştır:

1- Çepni Belediyesi ile Wuppertal Belediyesi arasında ”Kardeş Belediye” ilişkisi.
2- Belediyeler olarak, birlikte çalışma olanakları.
………………………………..

1. Ç.B. Bşk. Hurşit İmren kasabanın tarihi, sosyal ve ekonomik yapısı hakkında bilgi vererek, nüfusun önemli bir bölümünün Wuppertal’de yaşadığını ifade etti. Birinci kuşağın bile emekliye ayrılmasına rağmen kesin dönüş yapmayıp, iki yerde de yaşamını devam ettirdiğini, bu insanların Wuppertal’ın sosyal ve ekonomik durumuna azımsanmayacak katkılarının olduğunun altını da çizerek, uzun yıllara dayanan bu insan ilişkilerinin artık Belediyeler, kurumlar seviyesin de yürütülmesini talep ettiklerini söyledi. Wuppertal’de senelerdir yürütülen sosyal ilşkilerin, Çepni Kasabasının burada bıraktığı, oluşturduğu olumlu intibanın kurumsallaştırılmasının iki toplumu daha da birbirine yaklaştıracağını, bunun da birlikte yaşamaya, paylaşmaya önemli katkısının olacağını söyledi.
2. Dr. Stefan Kühn, ilk defa Çepni Kasabası Belediye Başkanını Wuppertal’de ağırlamaktan memnun olduğunu belirtti. Burada ki Çepnili’lerle ve GHV ile yıllardır ortak çalışmalar yapıldığını, bundan da memnun olduklarını, bu ilişkilerin daha da ileriye götürülmesini kendilerinin de istediğini söyledi.
”Kardeş Belediye” konusunda ise, Wuppertal Belediyesinin içinde bulunduğu ekonomik konum, ayrıca, kardeş belediye olma kriterleri açısından (nüfus v.s.) günümüzde bunun mümkün olmasının zor olduğunu, fakat başlangıç da kasaba ile Nordstadt arasında bu işbirliğinin başlatılabileceğini söyledi. Bu şekilde başlatılacak ve geliştirilecek işbirliğinin gelecekte dahada ileri safhalara taşınabileceği olasılığının altını çizdi.
3. Taraflar, yaptıkları değerlendirmeler de bu kapsamda başlamanın, ilk planda ileri projelere alt yapı sağlayacağı konusun da birleştiler.

Bu çerçeve de aşağıdaki faaliyet ve çalışmalar yapılacak.

a) Çepni’nin tanıtımı: Kasaba hakkında, sosyal yapısı, ekonomik yapısı, kültürel yapısı ve tarihi konusunda, fotograf, film, gibi sergi ve gösterim çalışması hazırlanarak, W’tal Belediyesi binasında geniş bir tanıtım aksiyonu yapılacaktır.

b) W’tal’de yaşayan Çepnili ve Alman gençlerinden oluşturulacak ”gençler grubu” da Kasabaya gönderilecek (veya davet edilecek), böylece de genç nesillerin oraları tanıması, burada da tanıtması sağlanacak.

c) Nortstadt’ın internet sayfasında da Çepni ile ilgili bir başlık açılarak, internet üzerinden Almanca olarak, Çepni’nin ve oradaki, buradaki Çepnilerin tanıtımı yapılacaktır.
Bu çalışma en kısa zamanda başlatılacaktır ( Thomas Kring ile berabaer).

Yapılan görüşmede, katılımcıların katkı ve düşünceleri ile mutabık kalınan bu çalışmaların Wuppertal Belediyesinde ki resmi tarafı Stefan Kühn, Thomas Kring ve Arif İzgi kanalı ile yürütülecektir. Karşı taraf muhatabı ise, Çepni Belediyesi adına Dernek (GHV / ÇÇYD) olacaktır.

Yapılacaklar, planlanan işler karşılıklı diyalog içinde yürütülecek.

Yapılan toplantı çok olumlu geçmiş ve taraflar bu ziyaretten oldukca memnun kaldıklarını ifade etmişlerdir.
E.Temel

…………………………..

SERGİ AÇILIŞINDAN GÖRÜNTÜLER

E.Temel, Metim Gür, İsmayil Çoban, Arif İzgi

GELENEKSEL KIYAFETLERİYLE ÇEPNİ’NİN KADINLARI_______________________________


….Çepni’nin düğünlerinin baş yemeği MANTI. Fakat nedendir bilinmez, herkesin kuşağına kaşığını sokupta düğün evine mantı yemeye geldiği günler nostalji oldu. Artık mantı özel günlerin yemeği…
Çepni’nin vefakar ve cefakar kadınları o gün: ”Hem köyümüzü tanıtacağız, hem de mantımızı tattıracağız” dediler.

Önce derneğimizde hep beraber hazırladılar; hemde etli…

Alman’lar ilk defa mantı ile tanıştılar, doyuncaya kadar yediler ve arkasına Çepni havaları, folklör…

KONFERANS: ÇEPNİ TARİHİ ve ETNOLOJİK YAPISI……….. SERKAN DEMİRAL

TEŞEKKÜRLER BERKAN ÇELİK….Fotoğraf sergimizin açılş menüsünü bizleri gururlandıracak şekilde hazırladığı için BERKAN kardeşimize de özellikle teşekkür ediyoruz…

ÇEPNİ FOTOĞRAF SERGİSİNDE EMEĞİ GEÇEN HERKESE, ÖZELLİKLE BİZE SANAT VAKFINDA ÇALIŞMA OLANAĞI TANIYAN VE YARDIMLARINI ESİRGEMEYEN DEĞERLİ RESSAMIMIZ SAYIN İSMAYİL ÇOBAN’A TEŞEKKÜR EDİYORUZ.
Emsalettin Temel, Mustafa Mermertaş, Hamide Ural

HOŞ GELDİN BEBEK, YAŞAMAK SIRASI SENDE !

BEN GELDİİİİM !!!

Merhaba insanlar,merhaba dünya, ben geldim !
Ben hepinizi tanıyorum ama siz beni tanımıyorsunuz !
Ben kimmiyim ?
Tanışmadan önce peşinen anlaşalım!
Beni üzmeyin, üzerseniz bende sizi üzerim.
Hep beraber barış içinde yaşayalım, ANLAŞTIK MI ?

Merhaba !

Adım : Erencan Öztürk
Doğduğum tarih: 13.04.2012
Doğum saatim: 08.12
Kilom: 4200 gr.
Boyum: 54 cm.
Doğum yerim: Remscheid
Annemi adı: Aylin
Babamın adı: Arcan

GÖRÜŞMEK ÜZEREEEE !

Merhaba !

Adım: Ceren Lian Ceylan
Doğduğum tarih: 24.04.2012
Kilom: 3050 gr.
Boyum: 50 cm.
Doğum yerim: Wuppertal
Annemi adı: Behiye
Babamın adı: Randan

GÖRÜŞMEK ÜZEREEEE !

Not:  Biricik çocuğunuzun, torununuzun resmini sitemizde görmek; başkalarına da tanıştırmak  mı istiyorsunuz, resmini ve bilgileri gönderin, yayınlayalım…

ÇEPNİ KASABASI SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ SEMPOZYUMU

SEMPOZYUMUN NEDENİ

Anadolu’nun birTürk yurdu haline gelmesinde en önemli rolü oynamış boylardan biri Çepnililer’dir. 1200’lü yıllarda Anadolu’da birçok bölgeye yayılan Çepnililer’in bir kısmı da bizim kasabamıza yerleşmişlerdir.

O tarihten sonra her geçen gün büyüyen Çepni kasabası 1960’lı yıllarda elektriğin gelmesi, ortaokul ve lise eğitiminin yapılması, makineli tarımın hız kazanması ile 1970 -1980’li yıllarda en görkemli dönemini yaşamıştır.

Diğer taraftan yine 1960’lı yıllarda orta öğretimin kasaba da tamamlanması ve yurt dışına çalışma yollarının açılması ile hem yurt içine yüksek öğretim için, hem de yurt dışına çalışmak çin göçler başlamıştır.

Bu göçler Çepni nüfusunu o kadar geriletmiştir ki, bırakın orta öğretimi, o ünlü ”Çepni İlkokulu” kapanma noktasına gelmiştir. Hatta yasal olarak kasabamız ”köy” statüsüne geçmiştir.
Nüfusun sürekli azalması sorunlarında artmasına neden olmuştur. Ancak diğer taraftan, HER YERDEKİ TÜM ÇEPNİLİLERİN ellerini taşın altına koyma gerekliliğini de ortaya çıkartmıştır.

İşte bu sempozyumda başta kasabamızın içndekiler olmak üzere, yurt içindeki ve dışındaki tüm Çepniller’in bir araya gelerek, bulundukları ortamlarda kasabanın önemli sorunlarını bilimsel bir ortamda tatışmaları ve çözüm önerileri üretmeleri amaçlanmıştır.

T.C.
Gemerek İlçesi
Çepni Belediye Başkanlığı

Değeli Hemşerilerim,

Çepni, cumhuriyetin temelinin atıldığı Sivas’ta, cumhuriyetin aydınlık yüzünün sembolüdür. Çepnili olmak bir onurdur. Herkesin sahip olmak istediği bir ayrıcalıktır.
Dünya değişiyor.
Türkiye’miz değişiyor.
Elbette Çepni’mizdedeğişiyor ve değişmelidir de.
Bu değişim sosyal, kültürel, ekonomik; yani her alanda olmalı.
İçinde yaşadğimiz şartlar artık, kasabamızın sorunlarını seçimden seçime gündeme getürip çözüm arama yerine; uzun vadeli kesintiye uğramayam ve bilimsel temellere oturan bir değişim ve gelişim politikası uygulamamızı zorunlu kılmaktadır.
Bu temelde, 28 – 29 temmuz da kasabamızda kapsamlı bir sempozyum yapacağız.
Bu sempozyumda ” Sempozyumun Nedeni” başliğı altında işaret etttiğimiz gibi belediyemizi, beldemizi ilgilendiren, ilgilendirecek olan bütün konuları bilimsel olara tartışacak, gelişim ve değişimin, söylemden eyleme geçiş yollarını tesbite çalışacağız.
Gündemimize aldığımız konularda kasabamızın yetiştirdiği aydınlarımızın katılımve sunumlarını bekliyoruz.
Çağdaş yönetim ortak akılla yönetimdir.Bu nedenle, Çepni ile ilgili konularda karar alırken tüm hemşerilerimin katkısına ihtiyaç duymaktayım.
Unumayalım ki bizler, nereye gidersek gidelim, nerede nasıl yaşarsak yaşayalım, dün Çepniliydik, bugün Çepniliyiz, yarın da Çepnili olacağiz ve kalacağız.

Saygılarımla.

Hurşit İmren
Çepni Belediye Başkanı

Sempozyum öncesi hazırlık çalışmaları:

Böyle bir sempozyomun ön hazırlık çalışmalarıda içerik kadar önemlidir. Arkadaşlar, özellikle Yusuf Yıldırım, Hasan Karabulut ve Ferit Taşdemir’in emeklerini burada belirtmeliyiz.
Aşağıda o çalışmaların fotoğraflarını göreceksiniz.

SEMPOZYUM
Açılış konuşması: Prof.Dr. Muzaffer Yücel ( Çukurova Üniversitesi )

Adnan Tezcan (Gemerek Kaymakamı)

  1. Oturum: 28 Temmuz 2010
    Oturum başkanı: Prof. Dr. Muzaffer Yücel

Ferit Taşdemir ( Tarihci ): Çepni Kasabası Tarihi.

Mehmet Yıldırım ( Ziraat Yüksek Müh. ): Çepni Etnografya Galerisi

Sabit İmren ( Turizm Rehberi ): Tanıtım ve Turizm

  1. Oturum
    Oturum başkanı: Ali Körpınar

Erdin Fırat ( Öğretmen ): Çepni’nin Sosyal Yapısı ve Değişimi.

Mustafa Ural ( Öğretmen ): Çepni’den Yurt İçi ve Yurt Dışı Göçler.

Niyazi Doğan ( Öğretmen ) : Eğitim Sorunları

Çimen Özden( Öğretmen ): Eğitim Sorunları

3.Oturum
Oturum başkanı: Emrah Pınarbaşı

Prof. Muzaffer Yücel: Çepni ve Çevre Sorunların

Satılmış Başkavak ( Sendikacı ): Hidroelektrik Santralı ( HES ) ve Etkileri

Ömer Kılıç ( Çepni Bel. Fen Memuru ): Çepni’nin Altyapı Sorunların

Mehmet Yıldırım ( Ziraat Yüsek Müh.): Tarımsal Sorunlsrımızve Organik Tarım.

  1. Oturum / 29. Temmz 201
    Oturum başkanı: Mehmet Yıldırım

İsmet Yılmaz (Orman Yüksek Müh.): Ormancılık ve Ağaçlandırma, İklim Değişikliği, Sel ve Taşkınlar.

Doç. Dr. Orkun Demiral ( Kayseri Üniversitesi ): Çepni’ ve Çevresinde Hayvancılık

5.Oturum
Oturum başkanı: Emsalettin Temel
Zerener Dumlupınar
Emsalettin Temel ( Öğretmen ): Sempozyumun analizi.

Hurşit İmren ( Belediye Başkanı ) : Çepni Belediyesinin Plan ve Programları.

KAPANIŞ konuşması: Prof. Dr. Muzaffer Yücel

ÇEPNİ KASABASI SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ SEMPOZYUMU
28-29 Temmuz 2010, ÇEPNİ

SONUÇ BİLDİRGESİ

1- Çepni tarihi ile ilgili ayrıntılı araştırmalar yapılarak kasabanın tarihi değeri ve geçmişi ortaya konulmalıdır.
2- Çepni Kasabasının tarihi, kültürel ve sanatsal değerini ortaya koymak, sergilemek ve gelecek kuşaklara aktarmak için bir Etnografya Galerisi yapılmalıdır.
3- Kasabanın tarihi ve turizm potansiyeli uzmanlar tarafından değerlendirilerek çevre yerleşimlerle birlikte bir “turizm bölgesi, cazibe merkezi” ilan edilmesi yönünde çalışmalar yapılmalıdır.
4- Kasaba insanının sosyal ilgileri ve ilişkileri artırılmalıdır. Ayrıca kasaba insanı özellikle tarım ve hayvancılık konusunda kasabanın yetişmiş insanlarıyla gerek yüz yüze gerek sanal ortamda haberdar edilmeli, irtibat sağlanmalıdır.
5- 1800 Çepnili yurtdışında yaşamaktadır. Bunların 1500’ü Almanya’da yaşamaktadır. Yurtdışı göçleri kasabaya ekonomik artı sağlamakla birlikte nüfus açısından olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Yurtdışındaki emeklilerimizin Çepni’ye yerleşmesi konusunda çaba gösterilmelidir.
6- Eğitim alanında nitelikten çok nicelik ile ilgili sorun yaşanmaktadır. Bu sorunun çözümünde idare, öğretmen, öğrenci ve veli arasında uyum sağlanmalı herkes sorumluluk alıp üzerine düşen görevi yerine getirmelidir.
7- Çepni’de çevre sorunları yönünden özellikle temiz ve yeterli su kullanımı sağlanması ve tarım topraklarını koruyucu önlemlerin alınması için kamu kurumlarından gerekli destekler sağlanmalıdır.
8- HES’in tarımsal sulamada olumsuz etkileri olacağı, ekolojik dengeyi bozacağı tespit edilmiştir. HES konusunda çiftçilerimiz bilinçlendirilmeli, örgütlenmesi, yasal haklarını aramaları sağlanmalıdır.
9- Arıtma tesisi projesi ve kanalizasyon şebekesi yenilenmesi için İller Bankasına yetki verilmiş ve programa alındığı bildirilmiştir. Bu konunun hızlandırılması için girişimlerde bulunulmalıdır.
10- Kaynak kullanımı konusunda yetersizlik olduğu, sulama yönteminin değiştirilmesi (damlama) gerektiği, meraların korunması-ıslah edilmesi gerektiği bilinmekle birlikte daha çok bilgilendirme çalışması yapılmalıdır ve Çepni’de organik tarıma geçilmelidir.
11- Küresel ısınmanın etkilerinin azaltılması açısından ekolojik dengenin korunması, ağaçlandırma çalışmalarına ve erozyon kontrolüne ağırlık verilmelidir. Kültürel değerlerin korunması için Kaya bölgesinde arkeolojik çalışmalar yapılmalıdır.
12- Kasabada hayvancılık konusunda (büyükbaş-küçükbaş) suni tohumlama yöntemine geçilmeli, ekonomik hayvancılığın ölçütü en az yirmi büyükbaş hayvan olmalı ve hayvan barınakları gerekli uygun koşullara kavuşturulmalıdır.

Düzenleme Kurulu

G.H.V. ÇEPNİ VE ÇEVRESİ YARDIMLAŞMA DERNEĞİ / WUPPERTAL

GHV

Çepni ve Çevresi Yardımlaşma Derneği

Wuppertal

Almanya’ya göçlerin 1960’larda başladığı kabul edilir. Dolayısıle Çepnililer’in de ilk yurt dışı maceraları bu tarihlere kadar uzanır.
İlk gelenlere ”birinci kuşak” diyoruz. ”İkinci kuşak” ise, 1970’lerin sonları ve 1980’ler de gelenlerdir ki bunlar genelde eş durumundan dolayı gelmişlerdir. Eş durmu dediğimiz ”işçi ailesi” demektir.Bunların pasaportlarına Türkiye’de ilginç mühürler vurulurdu. Bir çoğunda ”geçimini dışardan teğmin etmiştir ” mührü vardı. Yine ” ev erkeği ” mühürleride vuruluyordu…


Bu ikinci göç dalgasıyla Wuppertal’de Çepnili sayısı ikiye katlandı ve arkasından çoluk çocuk derken 125 haneli ve yaklaşık 780 nüfuslu bir kitle oluştu. Elbette bu akın veya göç diyelim, yalnız Wuppetal’le sınırlı değil, Almanya’nın her tarafına, Avrupa’nın diğer ülkelerinede yöneldi.
Burada bizim ağırlık olarak üzerinde duracağımız merkez Wuppertal. Merkez demek yanlış olmaz, çünkü yurt dışındaki Çepnililer’in ağırlık olarak yaşadığı ve Çepni ile ilgili olayların koordine edildiği yer burasıdır.
Bu yığılma doğal olarak insanlarda, daha iyi organize olma, bir yerde toplanıp konuşma ve birbirlerine sahip çıkma, kollama isteğini duygusunu da getiriyor. İşte derneğimiz de, 1981’de bu sürecin sonucunda kurulmuştur.
8 Kasım 1981’de Ercihan Erdal başkanlığında, Hilmi Sazak ikinci başkan, Emsalettin Temel sekreter, Nazif Yıldırım üye, (diğer arkadaşları hatırlayamadım ) dernek kuruluşu için yaptıkları başvuru, 6 Ocak 1982’de mahkemece onaylandı ve GHV ( Gegenseitiger Hilfe Vereın e.v. ) Karşılıklı Yardımlaşma Derneği resmen kurulmuş oldu. Yer, Wülfratherstr. 14 a, 42105 Wuppertal.

Eski dernek, Wülfratherstr. 14 a

Yer tutulmadan önce, ”Malatyalıların Kahvesi”nde ki Çepnililer’le yapılan toplantı da sekreter E. Temel derneğin niçin kurulduğunu ve hedeflerin ne olduğunu içeren ”kuruluş bildirisini” okudu.

Böylece derneğimiz yurt dışı ilk Çepni derneği olarak faaliyetlerine başlamış oldu.
Büyük bir heyecan ve benimseme duygusu ile başlayan dernek çalışmalarımız da, 1983 sonunda bir gelişme yaşandı. Dernek başkanı, GHV’ne ait bütün dosyaları sekreter E. Temel’e vererek, GHV’nin kapatıldığını, burasının kendisine ait olduğunu söyleyerek, ” Çepnililer nerde isterlerse orda derneklerini kurabilirler ” dedi.
Bu, 1982′ de kurulan Çepni’ye ait GHV’nin kapatılmasıydı.
Ama yapılanların etik ve yasal olmamasından dolayı, yapılan yasal itirazlar sonucu GHV tekrar yerini alarak, tüzüğünün geçerliliğini ibraz ettirmiş; 23 Ocak 1984’de de yaptığı olağanüstü genel kurulla yeni yönetimini seçmiştir.Yani Çepni ve Çevresi Yardımlaşma Derneği iki defa kurulmuştur ve bugünkü derneğin gerçekte kuruluş tarihi ocak 1984’tür. Seçilen yönetim kurulunun bu olaylardan çıkardığı ders, derneğin bugünlere gelmesin sağlamıştır.
1990 yıllarında mevcut derneğin mekan olarak çalışmalara, değişik aktivitelere yetersizliği görülmüştü. Artık Çepnililerin kendi yerlerini alıp derneksel çalışmalrını orada yapmasının zamanı gelmişti. Çepnililer bunu da başardı. 1992’de 1999 yılına kadar verdiği kararlı ve tutarlı çalışmalar sonucu bugünkü yerimiz mülkiyeti ile alındı

Derneğimizin bir buluşma ve boş zamanları geçirme mekanı olmasının yanısıra asıl amacı; buradaki insanlarımızın eylemsel birlikteliğini sağlamak ve onların hem sorunlarının çözümü, hem de bilgi düzeylerinin gelişimi konusunda çalışmalar yapmak olmuştur. Bu çalışmalardan bazıları:

Dergi çalışmaları

Çepni derneğinin adına, kimliğine ve bilgisine güvenerek ”DAYANIŞMA” adı ile ” Çepni ve Çevresi Yardımlaşma Derneği Bağimsız Yayın Organı” nı çıkarmaya başladı. Dernek çalışmalarının tanıtıldığı, güncel ve genel sorunların anlatıldığı, politik ve sosyal konuların analiz edildiği bir dergi… Son yıllarda çıkartılmıyor. Yönetim kurulları konuyu ciddi olarak tekrar değerlendirmelidir. Dergi, Çepni ve derneğin belgesidir.
Müzik çalışmaları: Dernek çatısı altında her dönem saz, folklör gibi geleneksel çalışmalar, kurslar yapılmıştır. Fakat ilk defa 1993 yılında dernekte üye eşlerinin, çocuklarının, dışardan da isteyenin katıldığı bir koro oluşturulmuştur.Wuppertal ve çevresinde şimdiye kadar kurulan tek ve büyük koro olarak gecelerimizde, değişik yerlerde gösteride bulunarak büyük taktir toplamıştır.

Seminerler ve tartışma günleri

Derneğimizin en önemli özelliklerinden biri çatısı altında her düşüncenin özgürce tartışılabildiğidir.Almanya’ya gelen yazarlarımız, bilim adamlarımız ağırlanmıştır , Prof. Dr. Erdal Ataberk, Fakir Baykurt, İnci Aral, Çetin Önal, Hilmi Yavuz, Prof. Dr. Ergün Aybars, Prof. Dr. Muzaffer Yücel gibi… Ayrıca yönetim kurullarımız da konusunda uzman doktorları davet ederek sağlık konferansları, eğitimcilerimizle de eğitim konferansları düzenlenmiştir.

Prof. Ergün Aybars

Konferans

‘ 21 Yüzyıl Türkiyesi ve Avrupa Birliği”
Hasan Fehmi Güneş
Doğu Perinçek
Prof. Dr. M. Tahir Hatipoğlu.

Prof. Dr. M. Tahir Hatipoğlu, Hasan Fehmi Güneş, Emsalettin Temel, Doğu Perinçek

19.03.2011 Dernek Gecesi, Baybars Uludağ

Dernek üyelerinin kumbara Gecesi,