Etiket arşivi: Çepni Ermeni surp Sarkis Kilisesi

ÇEPNİ KASABASI – sivas

 

Önsöz 15
Çepni Boyu 16
Çepnilerin İnanç Yapıları 27
Anadolu Dışında Gelenek ve Görenek Açısından Çepniler 36
Çepnilerin Bölgesel İnanç Yapıları 49
Ege Bölgesi Çepnileri – Balıkesir Yöresi Çepniler – Köse Süleyman Ocağı 50
Karadeniz Bölgesi Çepnileri. Güvenç Abdal Ocağı Halep Çepniler 51
Halep Çepniler 53
Rakkas Çepnileri 54
Çepnilerin Anadolu’daki Yerleşim Bölgeleri 54
İkinci Bölüm
Kasabamız Çepni
Çepni Kasabasının Tarihi 66
M.Ö. 2000, Hititlerin (Etiler) İlk Yerleşim Yerleri 69
Kapadokya Krallığı Dönemi ( MÖ. 332 – 1082) 87
Tıhrazın Dere Mevkii – Yeni Dönem, 1071 – Göçebe Dünyası 88
Günümüzde Çepni Kasabası 123
İlk Yerleşikler, Çepnilerin Kasabaya Yerleşim Süreci ve Eski Yerleşim Yerleri 121
İdari Yapısı 133
Muhtarlık
Belediye Başkanları
Nüfus 147
Eğitim 151
Kasabada Güzel Sanatlar ve Edebiyat 187
Kasabanın Ekonomik Konumu 206
Yaylalar – Hayvancılık 207
Çepni Gücü Yem Sanayi 212
Aile Girişimciliği
Değirmencilik 225
Hamamlar 225
Kasabada Sosyal Yaşam Kasabanın Aile Yapısı 247
Kasabada Düğün 248
Giyim Tarzı 258
Kasabada Yerleşik Sülaleler 266
Çepni’den Göçler 268
İnanç Dünyası 274
Kasabada Sünnilik 275
Kasabada Alevilik 275
Camii 277
Kilise 294
Kasabada Mimari Yapı 312
Dünden Bugüne İnsan Manzaraları 316
Deyimlerimiz, Lakaplar, Şivemiz 329
Kaynakça 339
Ek1:Sempozyum, Çepni Kasabası Sorunları ve Çözüm Önerileri 340
Ek 2:Çepni Fotoğraf Sergisi, Wuppertal 349

ÖN SÖZ

“Nerde yağı (düşman) görürse hemen savaşır“. Reşideddin Fazlullah
“Çepniler Anadolu’nun bir Türk Yurdu olmasında en büyük rolü oynayan boylardan biridir”   Prof. Dr. Faruk Sümer
“Çepniler, Giresun’dan Batum’a kadar uzanan Doğu Karadeniz bölgesinde de Türklüğü hâkim kılan bir boydur”. Prof Dr. Faruk Sümer.
“Nüfusu az Çepni köylerinde bile birer okul olduğu gibi, büyük köylerde de ilk okuldan başka orta okul da vardır. Bu okullara kız çocuklarının da erkek çocuklarının yanında istekle devam ettiklerini görmek bizleri gerçekten son derece sevindirmiştir”..        Prof. Dr Faruk Sümer.
“Anadolu’da kimliklerini en iyi şekilde muhafaza eden Türk boyu Çepni boyudur’’.    Prof. Dr. Ali Çelik

Çepni Kasabamız üzerine elimizdeki bilgileri yazıya dökelim diye yola çıkarken genel olarak Çepnileri araştırmadan ve anlatmadan bunun eksik kalacağını gördük. Bunun için araştırmamızı iki bölüm halinde sunuyoruz.
Birinci bölümde genel olarak Çepnileri, ikinci bölümde ise kasabamız Çepni’yi anlatıyoruz.  Yaptığımız bir tarih çalışması değil, tanıtım çalışmasıdır.
Bu çalışmamızda birçok araştırmacı yazar ve akademisyenden faydalandık. Özellikle   sayın Prof. Dr. Faruk Sümer, sayın Prof. Dr. Ali Çelik gibi akademisyenlerin Çepniler üzerine yaptıkları araştırmaların bizlere ışık tutuğunu belirtmeliyiz.
Çepnileri bu kadar önemli kılan nedir?
Anadolu – Türk Tarihinde bu kadar önemli bir rol oynamışlarsa, mutlaka kendilerine has; diğerlerinden farklı kültürleri, gelenek ve inanç değerleri, örgütlenme biçimleri var demektir.
Sonuçta, Çepnilerde Oğuz Boylarından biridir. Başka bir ifade ile bir Türkmen Boyudur.

ÇEPNİ BOYU

Çepni damgaları:
1. a) Kâşgarlı’ya (XI. yüzyıl), b) Reşîdüddin’e (XIII. yüzyıl), c) Yazıcıoğlu’na (XV. yüzyıl) göre Çepni boyu damgası
Çepnilerin yerleşim yerleri.

Çepnilerden söz eden bütün kaynaklar, onların Oğuz Türklerinin bir boyu olduğunda görüş birliği içindedirler. Çepnilerden söz eden en eski yazılı kaynak Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072-1076 yılları arasında yazılan Divan-ü Lûgati’t Türk’tür. Türk dili, tarihi ve kültürü yönünden çok zengin bir hazine olan bu eserde Kaşgarlı Mahmud, Oğuz boyları hakkında da bilgi verirken, Oğuzların yirmi iki bölük olduğunu, her bölüğün ayrı bir belgesi ve hayvanlarına vurulan bir alâmeti olduğunu belirttikten sonra birinci boy olan Kınık’tan başlayarak tek tek bütün bölükleri tanıtır. Çepni boyu, Kaşgarlı’nın yirmi iki bölüğe ayırdığı Oğuzların yirmi birincisidir.

Çepni adının geçtiği ikinci yazılı kaynak on dördüncü yüzyıla aittir. Reşîdüddin’e Fazlullah’ın 1310 tarihinde yazdığı Câmi’üt Tevârih’in ikinci cildinde Târih-i Oğuzân ve Türkân (Oğuzların ve Türklerin Tarihi) adıyla Oğuz Destanı nakledilir. Bu destanda, Oğuz’un daha yaşarken Boz Oklar ve Üç Oklar diye ikiye ayırdığı, altı oğlundan yirmi dört torununun olduğu, Oğuz’un vefatından sonra onun yerine Kün Han geçtiği, Oğuz’un çok değer verdiği bilge bir kişi olan Irkıl Hoca’nın, devletin devamlılığının sağlanması, ileride herhangi bir kargaşaya meydan verilmemesi için bu yirmi dört oğula birer lâkap ve birer ongun ve hayvanlarına vurmaları için de birer tamga tespit edilmesinin gerekli olduğunu Kün Han’a söylediği, onun da bu fikri kabul ederek bu işi yapmak üzere Irkıl Hoca’yı görevlendirdiği, Irkıl Hoca’nın da yirmi dört evladın her birine birer lâkap, birer tamga ve birer ongun tespit ettiği anlatılır.

Bu kaynağa göre Çepni, Üç Oklar’ın en büyüğü olan Kök Han’ın dördüncü oğludur. İlk kez bu eserde Çepni’nin manası üzerinde durulmuş ve Çepni, “Nerede düşman görse durmayıp savaşan” (Kandaki yağı göre, derhal savaşır ve çapar. Bahadır) şeklinde tanıtılmıştır. Bu kaynağa göre Çepni, Üç Oklar’ın en büyüğü olan Kök Han’ın dördüncü oğludur. İlk kez bu eserde Çepni’nin manası üzerinde durulmuş ve Çepni, “Nerede düşman görse durmayıp savaşan” (Kandaki yağı göre, derhal savaşır ve çapar. Bahadır) şeklinde tanıtılmıştır. Ongununun “Sunkur: Umay”, Ülüşünün (şölenlerdeki et payı), Sol karı yağrın, sol yanbaş olduğu belirtilmiş ve damgası verilmiştir.

Yazıcıoğlu Ali’nin Tevârih-i Âl-i Selçuk/Selçuk-nâme’sinde Çepnilerin Özellikleri ve Çepni Damgası

(Resimdeki eski yazılı metnin: Cehharum: Çepni ya’ni kanda yağı göre derhal savaşır ve çapar. Karı yağrın: sol sünük, sunkur kuş, tamga)

Ordunun Mesudiye ilçesi çevresinde yapılan araştırmalarda Çepnilerin bu tamgası görülmüştür.

Selçukname’de Oğuz Damgaları ve Boylar Hakkında Bilgiler (Yazıcıoğlu Ali, Tevarih-i Al-i Selçuk, Topkapı Sarayı, Revan, nu: 1390) 14.yüzyılda Çepni adı, Ebû Hayyân’ın, Kitabul-İdrâk li-Lisanil Etrâk adlı eserinde “Çepnikabîletün minet-Türk” şeklinde geçer. Eserde, Türk boylarından sadece Kınıklarla Çepnilerden söz edilmektedir. Bu bilgi XIV. yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu’da değil, Mısır’da bile tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir.
15. yüzyılda Yazıcıoğlu Ali, Reşüdüddin’den bazı değişiklikler yaparak Türkçe’ ye çevirdiği ve “Tarih-i Âl-i Selçuk” adlı eserinin baş tarafına aldığı Oğuznâme’de Çepniler hakkında bilgi verir. Bu eserde Çepni’nin damgası diğerlerinden farklıdır.

Tarihlere “tarihi yapan ve yazan han” olarak geçen Ebul Gazi Bahadır Han’ın 1660’ta tamamladığı Şecere-i Terakime de tıpkı bundan önce sözünü ettiğimiz Reşideddin’ in Farsça Oğuznamesi gibi Oğuz Kağan Destanı’nın bir başka şekli, yani Türkmen rivayetidir. Ebul Gazi Bahadır Han, bu eseri yazarken hem Reşideddin’ den faydalanmış hem de canlı Türkmen rivayetlerini toplamıştır. Bu yönüyle müstesna bir yere sahip olan eser Oğuzname’nin Türkmen rivayeti, bir başka deyişle Çağatayca’sıdır.
Eserin “Oğuz Han’ın Torunlarının Adlarının Manası ve Damgalan ve Kuşlarının Zikri” adlı bölümünde Oğuz’un yirmi dört torununun adları, adlarının anlamları, damgaları ve kuşları belirtilmiştir. Bu kaynakta Çepni, Oğuz’un on altıncı torunu olarak gösterilmiş, Çepni’nin anlamının “cesur”, kuşunun “devlet kuşu” (hümay) olduğu belirtildikten sonra, damgasının şekli verilmiştir.
On yedinci yüzyılda Kâtip Çelebi, Cihannûma adlı coğrafya kitabında Çepnilerden söz ederken dillerinin Türkçe-Farsça karışık bir şey olduğunu söyler.

Yazıcıoğlu’ndaki Oğuz Boyları listesi (Üç -Ok Kolu)

Gyula Nemeth “Çepni” adının Kırgızca çep (kalkan) ve Türkçe çeper (duvar, çit, parmaklık) kelimeleriyle ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre Çepni adı kök bakımından “koruyucu (birlik) “ ve özellikle “sınır koruyucu (birlik) “ anlamına gelmektedir. Çepni adındaki -ni eki Beçenek-Beçene-beçe adlarında gördüğümüz -ne, -na, -ne, -ni, -nu, -nü ekiyle birleştirilebilir. Aynı eke Çağatayca tuzni (buzağı) kelimesinde de rastlanmaktadır.

Kafesoğlu da “Eski Türk boylarının adları boyun siyasi ve sosyal hususiyetlerini meydana koymaktadır” dedikten sonra Çepni’yi, askeri teşkilat ve unvanlarla ilgili olan Çor, Yula, Kapan, Külbey, Yabuka, Yeney, Taryan, İğdir, Buka, Tarduş vb. isimlerle birlikte bu gruba dahil etmekte ve Çepni adının askeri ve siyasi özellik taşıdığını belirtmektedir.

Geybullaev de Azerbaycan’ın Şamaha bölgesinde Çepni kelimesiyle bağlantılı 17 yer adı bulunduğu bildiriyor. Bunlardan Çepli, Cabani, Çapni şeklinde olanlar Zangezur ve Kuba bölgelerindedir. Kazak şehrinin Daşsalahlı Bölgesinde Çepli adlı bir yer bulunmaktadır.

Soltanşah Ataniyazov, Şecere adlı eserinde Kaşgarlı, Reşidededin, Yazıcıoğlu ve Ebülgazi’den, bizim de yukarıya aldığımız bilgileri aktardıktan ve bunlara Salar Baba’nın görüşlerini ekledikten sonra Çepni kelimesinin etimolojisi üzerinde durur ve bu bilim adamlarının güzel fikirlerini inkâr etmediğini, ama, Çepni adının eski Türk sözü olan ve “küçük grup”, “sürü” anlamındaki “çep”, “çöp” sözünden türediğini de bilmemiz gerektiğini söyler. Daha sonra Çepnilerin tarihi hakkında kısaca bilgi vererek, Selçuklular döneminde (Xl. yy.) bunların büyük bir bölümünün İran’a, Türkiye’ye, Kafkasya’ya ve Irak’a geçtiklerini Türkmenistan’da Alili, Ata Göklen, Hatap ve Hıdırili boylarıyla Çepbe, Çovdur ve Ersarıların Çepek, Burkazların Çepbece diyen aşiretlerinin kadim Çepnilerle aynı kökten gelmelerinin mümkün olduğunu belirtir. (Çepnilerin Anadolu’nun Türkleştirilmesindeki Yeri ve Önemi / Doç. Dr. Ali Çelik)

Çepnilerin Anadolu’ya geçişleri elbette Selçukluların öncülüğünde olmuştur. 2. Selçuklu Sultanı Alparslan (1063 – 1072), 1064’te Ağrı Dağı çevresi ile Kars ilini fethettikten sonra 2. Batı seferinde Tiflis’i Arap Caferoğulları Emirliğinden aldı. 1068 yılında da Ahıska, Ardahan ve Ardanuç çevresini aldı. 3. Batı seferinde ise 1071 Malazgirt Zaferiyle beraber bütün Doğu Anadolu’yu ve bu arada Erzurum – Gümüşhane – Erzincan bölgelerini fethetmişti. Sultan Melikşah (1072 – 1092) çağında Selçuklular, Danışmendi Emir Ahmed başbuğulundaki ordusu ile Bizans’ın müttefiki sayılan Abhaz – Gürcüstan Kralı 2. Giorgi’nin kalabalık ordusunu 24 Haziran 1080 günü yenerek büyük bir zafer kazandı. Bu sebeple bütün Çoruh boylaı ile birlikte, Acara – Rize – Trabzon bölgeleri de fethedilip Karadeniz kıyıları ele geçirildi. Gürcistan kaynaklarına göre bu zafer üzerine, Türkistan’dan göçüp gelen Ebu Yakup ve İsa Böri başkanlığındaki kalabalık Türkmenler develeri, at yılkıları ve koyun sürüleriyle birlikte bu yeni fethedilen bölgelere gelip yerleştiler. Bu sırada 80 bin obalı Türkmen Çepnilerin de Trabzon bölgesi ve çevresine gelip yerleştiği anlaşılıyor. (Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Türk Yerleşiminin Tarihi. Prof.Dr. Fahrettin Kırzıoğlu)

Bölgedeki kalabalık Çepniler Trabzon devletine vergi vermeyip, savaşta Selçuklu ordusuna asker vermekle yükümlü idiler. Çepni boyu Pontus imparatorluğu döneminde Sinop ve Çevresine yerleşmiş burada güçlü bir beylik kurmuşlardı. Hatta Pontus İmparatorluğu 1277 yılında Sinop’a doğru ilerlediğinde Çepni boyu tarafından durdurulmuş ve mağlup edilerek ilerlemesi engellenmişti.
Çepnilerin Karadeniz bölgesindeki yerleşimine tekrar Faruk Sümer’in değerlendirmesiyle bakarsak;’’ “Çepniler, Giresun’dan Batum’a kadar uzanan Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yurt tutarak bu bölgede Türklüğü hâkim kılmışlardır…1486 (Hicri 891) tarihli bize kadar gelmiş en eski defterdeki Çepnilere ait bölümün yayımlanması ile bu büyük Oğuz  boyunun Doğu Karadeniz Bölgesi’nin Türklüğünde ne kadar önemli bir mevkiye sahip olduğu, çok daha iyi anlaşılmış bulunacaktır; ancak bazı önemli açıklamalar yapmak gerekiyor:
Trabzon Sancağında Türkler yoğun bir şekilde sancağın batı kesiminde yani Eynesil Kürtün, Dereli, Giresun-Tirebolu arasındaki geniş yörede yaşamaktadır.
Bu Türkler, daha önce de söylendiği gibi, Osmanlılar gelmeden önce bu yurtlarında oturmakta idiler. Onlar 16. yüzyıldan itibaren bu yöreye gelip orayı yurt edinmişlerdi. Bu yurtları kuzeyde Karadeniz’e kadar ulaşmıştı. Çepniler, Kürtün’ den hareket ederek Harşit Vadisi yolu ile Karadeniz’e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki güzel toprakları yurt edinmişlerdir.
Sınırları çizilmiş olan bu yöredeki Türklerin ezici çokluğu Çepni boyuna mensuptur. Bazı yer adları yadigârları, bu Türk yerleşmesinde Çepnilerin yanında Yüreğir (Üreğir), Alayuntlu, Döğer ve Eymür boylarına mensup obalarında rol oynamış olduklarını açıkça gösteriyor. ( Faruk Sümer, CEPNİLER )

Hacı Emiroğu Beyliği (Dr. Melek Öksüz)

Ordu ve Giresun bölgesinde etkin olan Hacıemiroğlu Beyliği, İlhanlı Devleti parçalandıktan (1336) sonra kurulmuştur. Bu beyliğin adı Bayramoğlu Beyliği olarak da bilinir. Çepni soyundan gelen bu ailenin egemenlik kurduğu bölge, 1455 yılına ait Ordu ve yöresi tahrir defterinde “Vilayet-i Bayramlu me’a İskefsir ve Milas” olarak geçmektedir.[/caption] Sonuçta, Karadeniz Bölgesi’nin Türkleşmesinde Çepni boyu o kadar etkin görev alır ve önem taşır ki, Osmanlı belgelerinde Karadeniz Bölgesi’nin bir bölümü Vilayet-i Çepni olarak tanımlanır.

“Çepni İli’ne (Vilayet-i Çepni) gelince, bu il Giresun’un merkez kazası ile Keşap ve Dereli kazalarının topraklarını içine almaktadır. Çepni İli’nde 59 köyün varlığı tespit edilmiştir.” (Faruk Sümer)

Bu bilgiler ve kaynaklardan anlaşılıyor ki, Çepni boyu; 12. Yüzyıldan itibaren Anadolu’da ve Azerbaycan’dan Mısır’a kadar geniş bir coğrafyada varlıklarını göstermektedir. Özellikle Anadolu’da geniş bir coğrafi bölgeye yayılan Çepni boyu gittikleri yere, yerleştikleri bölgeye kültürel değerlerini de taşımışlardır. Çevre halk toplulukların etkisinde kalmamış, tersine bunlar çevreyi etkilemişlerdir. Çok az bir kısmının, özellikle Karadeniz bölgesinde çevre ile kaynaşma sonucu sosyal yapıları değişime uğramıştır.

Çatalzeytin Çepni Köyü – Kastamonu

SONUÇ

Bugün, geçmişten günümüze kalan tahrir defterlerinden, belge ve araştırmalardan vardığımız tartışmasız sonuç; Anadolu’ya, bu topraklara ilk adım atan Türk – Oğuz boyunun Çepnilerin olmasıdır.
Günümüzde Çepniler hakkında en geniş araştırmayı yapan Prof. Dr. Faruk Sümer, vardığı sonuçları ‘’ÇEPNİLER’’ adlı araştırmasında şöyle özetlemiştir.

  1. Çepniler Oğuz Eli’ni meydana getiren 24 boy dan biridir. Oğuz Eli de Türkiye, Azerbaycan, Irak, Türkmenistan ve Gagavuz Türklerinin atalarıdır.
  2. Çepnilerin bütün obaları Anadolu’ya gelmiştir. Bu sebeple Hazar Ötesi Türkmenleri arasında Çepnilerin hiçbir obası yoktur.
  3. Çepniler, görmüş olduğumuz gibi, 1277 yılında Sinop şehrini almak için donanma ile gelen Trabzon Rum İmparatorunu gemilerle karşılayıp savaşmışlar ve onu mağlup edip geri dönmeye mecbur bırakmışlardır. Sinop, o zamanlar çok tanınmış bir ticaret limanı idi; Selçuklu devletine mühim bir gelir sağlıyordu. Trabzon Rum İmparatoru da bundan dolayı Sinop’u eline geçirmek istiyordu. Çepnilerin bu başarısı devlet merkezi Konya’da derin bir sevinç uyandırmıştı.
  4. Bu başarıdan sonra Çepnilerin Samsun bölgesine doğru ilerleyip oradan Ordu bölgesini fethettiklerini ve burada Bayramlı beyliğini kurduklarını düşünmekteyiz. Fakat bu husus ne olursa olsun yer adları yadigârları Çepnilerin Ordu bölgesinin fethinde mühim bir rol oynadıklarına şüphe bırakmıyor.
  5. Çepnilerden kalabalık bir kol da Yukarı Kelkit vadisinde yaşıyordu. Görmüş olduğumuz gibi, bu Çepniler, Trabzon Rum imparatorluğuna güneyden yapılan seferlere katıldılar. Bununla ilgili olarak 1380 yılarında onların kışlaklarının Yukarı Harşit Vadisi’ne kadar gitmiş olduğunu kesin olarak biliyoruz. XV. yüzyılın birinci yarısında ise onların Eynesil-Kürtün-Dereli Giresun arasındaki geniş bölgenin tamamen kendi tasarruflarında olduğu görülmüştür.

XVI. yüzyılda Anadolu’da Çepnilere ait 43’ yer adı tespit edilmiştir. Bu yer adlarına göre bu boy Kuzey Batı Anadolu (Kastamonu 6 köy. Bolu 5 köy) bölgesi ile Çorum ve Hüdavendigar sancaklarında yoğun iskân faaliyetinde bulunmuştur. Çorum yöresindeki Çepni yer adlarından birinin nahiye adı olduğu görülmüştü. Bu husus, umumiyetle, Çepni adını taşıyan nahiye (yöre) de yaşayan halkın çoğunun ve daha muhtemel olarak hepsinin Çepni Boyundan geldiklerini ifade eder.
Çepniler, yine yer adları yadigârlarına göre başlıca Samsun ve Sivas sancakları ile Konya bölgesinde (Konya, Beyşehir, Akşehir ve Karaman) de oldukça kalabalık bir şekilde yerleşmişlerdir. Esasen son iki yörede XVI. yüzyılda henüz tam yerleşik hayata geçmemiş Çepni oymaklarının yaşadıkları görülmüştür.
Bu yer adları, Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesinde Çepnilerin pek önemli bir rol oynadıklarını açıkça ortaya koyar.
XVI. yüzyılda Halep Türkmenlerinin Çepni oymağı, Yeni İl ve Boz Ulus arasındaki kolları ile Sivas, Konya yörelerinde yaşayan ve diğer bazı yerlerde de görülen Çepni oymakları ayrı, ayrı incelenmişti. Bu Çepniler de Trabzon- Kürtün ve Giresun arasındaki büyük Çepni topluluğu ile birlikte, iskân faaliyetlerinde bulunarak, uzun harpler ve fena idare yüzünden Anadolu da meydana gelmiş olan geniş nüfus boşluklarının doldurulmasında da yine pek önemli roller oynamışlardır.

Çepni Köyü / Mudanya Ali Melih Atafırat

ÇEPNİLERİN İNANÇ YAPILARI

Çepni boyunun dini- mezhep yapısı üzerine de birçok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların çoğu tamamen birbirine zıt analizler ve değerlendirmeler içermektedir. Bu kadar farklı yorumların içerisinden doğrusunu seçmek ve işte bu Çepnilerin inanç yapısı demek çok zor. Her yazar, araştırmacı kendi mensubu bulunduğu dini veya mezhebi değerler açısından değerlendirme yapmıştır. Alevi-Şii mezhebindense Çepniler ağrılık olarak Alevi veya kızılbaş, tahtacı gibi kategoriler içerisinde ele almış, Sünni olanları asimile olan Çepniler olarak görmüştür. Bir kısım araştırmacı, yazar Sünni ise o da kendi değerleri açısından Çepnileri Sünni mezhebine dahil etmiştir. Yani iki tarafta Çepnileri kendi inanç (mezhepsel olarak) tarafında görmektedir.
Her şeye rağmen, bu kadar çelişkilere rağmen; bizim mutlaka bir şekilde inanç yönüne de değinmemiz gerekmektedir. Burada yapacağımız analiz ve tespitler genelin bir değerlendirilmesi olacaktır.
Bugün Anadolu’da, saf dini yapı ve yaşayıştan öte, tamamen mezheplerin inisiyatifinde bir dini anlayış, yorum ve yaşayış hakimdir. Dinin kendi kaynağındaki değerler sistemi, ritüeller; yerini zamanın siyasi ve ekonomik konjonktürüne bağlı olarak kişilerin, tarikatların yorumlarına, belirlemelerine bırakmıştır. Bu süreç öyle vahim sonuçlar doğurdu ki nerdeyse her gün yeni bir tarikatın adını duyar olduk.
Toplumsal çatışma boyutlarına varan; adına inanç yozlaşması da diyebileceğimiz dini -mezhebi yapılanmaların çelişkiler yumağı haline gelmesinin nedeni, kimlik bunalımıdır. Net olarak ifade etmek gerekirse, günümüzde kendini Sünni ve alevi cephesinde gören tarikat ve cemaatlerin hepsinde bu kimlik bunalımı, problemi vardır.

Çepni İlköğretim Okulu, Kastamonu

Tarafların icraatlarında, basın-yayınlarında bu açıkça görülmektedir. Bazen bu kimliksizlik; karşı cemaatler arasında olduğu gibi aynı cemaatin içinde de çatışmalara sebep olmaktadır. Güncel olarak sonuçtan bakacak olursak, özelliklede mutaassıp kitlelerde ki yeni nesilde deizmin yayılması bir arayışın sonucu olduğu gibi, aynı zamanda cemaat – tarikat – mezhep savaşlarının doğal sonucudur.
Bu tartışmalardan ve çatışmalardan en çok zararı hangi cemaat yapılanması veya inanç topluluğu görmektedir?
Net olarak ifade edelim ki, bu tartışmalar ve yorumlardan en çok zarar gören Anadolu Bektaşi kimliğidir. Arkasında devletin her türlü maddi ve manevi desteğini alan Sünnilik ve yan besleme kolları değildir.
Sünni yapılanmanın bugünkü çelişkileri, çatışmaları Anadolu’nun kültürel dinamizmine fazla zarar vermez ama Türk Kültür tarihinin en öneli iki mürşidinin; Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli’nin, siyasi çıkarlar için kullanılması, tartışma ve çatışma alanına çekilmesi Anadolu’nun insan merkezli kültürel değerlerine zarar verir.
Anadolu kültürünün temel dinamiklerini oluşturan değerlerin beslendiği bu ocak, toplumun atar damarı gibidir.
Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi’nin en önemli haleflerindendir. Divan-ı Hikmet ile Makalat arasında büyük benzerlik ve paralellikler mevcuttur.  Ahmet Yesevi’nin Türkistan’da yaptığı kutsal görevi, Hacı Bektaş Veli, Anadolu ve Balkanlar’a taşımıştır. Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli, bilim ve hoşgörüyü temel alan evrensel düşünceleri ve kişinin alın teri ile geçinmesinin kutsallığını öne çıkaran yaşama biçimleri ile Türk kültürüne büyük hizmetler yapmışlardır (Dr. Seyfullah KORKMAZ. AHMED YESEV˛ VE HACI BEKTAŞ VELİ

Aralarındaki Bağlar, Fikirleri, Tesirleri ve Türk İslam Edebiyatına Katkıları)

Sarılar Çepni Köyü, Gaziantep (www.sirinnar.net)

Yani Hacı Bektaş Veli Anadolu’ya Hoca Ahmet Yesevi tarafından Rum ellerini Müslümanlaştırmak için gönderilmiştir. Anadolu’nun her ücra köşesinde açılan Bektaşi ocaklarında, dergahlarında ‘’Anadolu’nun Kültür Dinamizmi’’ dediğimiz Anadolu Bektaşiliği dalga dalga yayılmıştır. Bu dalga Balkanlara, Afrika’ya kadar uzanmıştır. Osmanlı saraylarında makam olmuştur. Yeniçeri ocağının ruhu olmuştur.

Şurası unutulmamalıdır ki, İslam bu coğrafyaya geldiğinde burada yaşayanlarında bir dini vardı. Orta Asya’da yaşayan halk Şamanizm, Budizm, Manihaizm dini mensuplarıydı. Ayrıca Hıristiyan ve Musevilikte yaygındı.

Böyle bir coğrafyayı değiştiren; Horasan Erenlerinin tasavvuf terbiyesiyle yetişmiş ve Anadolu’ya can vermiş bu değerlerimizi, yukarda da ifade ettiğimiz gibi çıkar ve siyaset üzerine inşa edilmiş cemaatlere de tarikatlara da ister Sünnilik adına ister Alevilik adına olsun araçlaştırmak toplumsal barışımız için oldukça tehlikeli ve   yozlaştırıcıdır.

Çepnilerin inanç dünyalarının daha iyi analizi için yukardaki değerlendirmeyi gerekli gördük.

Çepni Kasabası, Sivas

O zaman, bütün bunların Çepniler ile ilgisi nedir?

Vilâyetnâme’den anlaşıldığına göre Suluca Kara Üyük (şimdi Hacı Bektaş şehri) sakinleri Çepniler’ den idiler. Yine aynı esere göre onlardan Yunus Mukrî, bilgin, olgun bir zattı; Kur’an’ı hıfzetmişti. O, Suluca Kara Üyük’ten ayrılıp civarındaki Mikâil adlı yerde oturmuş, sonra yukarı taraftaki Kayı’ya yerleşmiştik. Kayı, bilindiği üzere, Oğuzların en büyük ve en şerefli boyu sayılıp bazı eski kaynaklara göre, Osmanlı Hanedanı bu boya mensuptur.

Fakat Suluca Kara Üyük’teki Çepnilerin Yunus Mukri müstesna dinî bilgileri çok zayıf idi. Öyle ki aralarından biri ölmüş. Yunus Mukrî olmadığı için, onu üç gün gömmemişler. En sonunda Çepni ulularından Gevherveş’in ricası üzerine. Yunus Mukrî, Konya’ya gidip Sultan Alâeddin ‘den Suluca Kara Üyük’ün kendisine ait yurt olduğunu gösteren bir berat aldıktan sonra, dönüp oraya yerleşmişti. Yunus Mukrî sonra hayata veda etti; dört oğlu vardı.

Bunlardan İdris’in, babası gibi, bilgin ve seçilmiş bir kişi olduğu söyleniyor. Onun eşinin adı Kudu Melek idi. Kutlu Melek, adı gibi, melek ruhlu olduğu için az sonra Suluca Kara Üyük’e gelen Hacı Bektaş-ı Veli tarafından çok sevilmiş ve Hacı Bektaş’ım manevî kızı olmuştur. Esasen Hacı Bektaş-ı Veli’ye daima derin bir saygı duyarak hizmet ettikten başka herkese karşı da sevgi ve şefkat duyguları ile yardımı da bulunduğundan kendisine Kadıncık ve Kadıncık Ana lakabı verilmiştir.

İşte Bektaşi Çelebileri bu kadıncık Ana ile İdris Hoca’dan gelmişlerdir”. Böylece Bektaşî Çelebilerinin Çepni boyuna mensup oldukları ortaya çıkmış bulunuyor. (ÇEPNİLER, Prof. Dr. Faruk Sümer)

Gümüşhacı Çepni Köyü, Amasya (@Cepni.Oguzlar )

Aynı tespiti Gülpınarlı’da da görmekteyiz.  “Çepni boyunun ulularından Yunus Mukri adlı birisi vardı. Bilgin, üstün, olgun ve hafızdı. Çepni boyundan ayrılıp Karaöyük’ün yakınında Mikail adlı bir yere gelip yerleşmişti. Bu zat, bir müddet sonra oradan da ayrılmış, yukarı tarafta Kayı denen yere gelmişti. Kayı ile Karaöyük’ün arası iki mil kadardı.
Karaöyük’ü, Sultan Aliyyüddin’in Yunt bendesi mamur etmişti. Çepni boyunun ulularından Gevherveş de üç komşusuyla bu Yuntbende’yi Sulucakaraöyük’e getirmişti. Yunt-bende, orda öldü, oranın mezarlığına gömüldü. O vakit, o civarda bilgin olarak yalnız Yunus Mukri vardı. Hatta Gevherveş’in yakınlarından biri ölmüştü. Yunus Mukri de tesadüf bu ya, evinde yoktu, bir iş için bir yere gitmişti. Ölüyü üç gün gömmediler.

Nihayet Yunus Mukri geldi de ölü gömüldü. Gevherveş, bunun üzerine Yunus Mukri’ye yalvardı, biz, siz olmadan bir iş yapamıyoruz, lutfet de burda bizimle otur dedi. Yunus Mukri, Gevherveş’in bu sözleri üzerine Konya’ya gitti, Sultan Aliyyüddin’e kendisini tanıttı, Sulucakaraöyük’ü yurt olarak vermesini istedi. Sultan Aliyyüddin, orasını Yunus Mukri’ye yurt olarak verdi. Yunus Mukri beratını alıp köye geldi, yerleşti, bir müddet sonra da öldü. Yunus Mukri’nin, İbrahim, Süleyman, Saru ve İdris adında dört oğlu kaldı. İdris, babası gibi bilgin ve üstün bir kişiydi. Saru da okumuştu, fakat ikisi, okuma yazma bilmezdi. İdris’in ahiret Hatunlarından bir karısı vardı. Adına Kutlu Melek derlerdi, aynı zamanda kendisini sayıp ağırlarlar, Kadıncık diye hitap ederlerdi.

Yunus Mukri’nin ölümünden sonra oğulları, evleriyle barklarıyla Kayı’dan göçüp Sulucakaraöyük’e geldiler.” (Gölpınarlı, Abdülbaki; Vilayetname, s.26-27, İstanbul-1995)

 Yine Faruk Sümer’e göre, Anadolu’daki dinî hareketlerden ekserisinin de Çepni boyu ile yakın ilgisi vardır. Muhtemelen 1240’taki Baba İshak Ayaklanmasına katılan Türkmenler arasında onlar da vardı. Ona göre, İlhanlı hükümdarı Olcaytu’nun On İki İmam Şiîliği’ni kabul etmesinden sonra Anadolu’daki Ulu Yörük, Boz Ok, Yukarı Kelkit ve Canik’te yaşayan göçebe birçok topluluk, Halep Türkmenlerinden bazı oymaklar ile Sivas, Tokat, Amasya, Canik, Malatya, Dersim bölge ve yörelerindeki birçok köy bu mezhebi yani Şiîliği kabul etmişlerdir ve buralarda Şiiliği yayanlar da Barak Baba dervişleri ile diğer şeyh ve dervişlerdir. 11 Aşağıda haklarında detaylı bilgi verilecek olan bu Türkmen topluluklarının içinde Çepni oymakları da vardır.

Çepniler üzerine akademik çalışmalar yapan Doç. Dr. Ali Çelik’in ‘’ Çepnilerin Anadolu’nun Türkleştirilmesindeki Yeri ve Önemi’’ çalışmasına bakalım.
Safevî tarikatı, XIV. yüzyılda Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde Safiyeddin İshak adlı bir şeyh tarafından Sünnî-Şafiî ilkelerine göre kurulmuştur. 1429’da tarikatın başına Şeyh İbrahim geçmiş ve onun döneminde tarikat sadece İran’da değil Irak ve Anadolu’da da tanınmaya ve yayılmaya başlamıştır.

Şeyh İbrahim’in 1447’de ölmesi üzerine yerine kardeşi Şeyh Cafer geçmiş, babasının yerine tarikatın başına geçmek isteyen Şeyh Cüneyd amcasıyla ile yaptığı mücadeleyi kaybedince Anadolu’ya gitmiş, kendisine bağlı olanlarla önce Sivas’a gelmiş ve Padişah II. Murad’dan Kurt Beli’ni kendisine mülk olarak vermesini rica etmişse de bu isteği yerine getirilmemiştir.

Bunun üzerine Karaman ülkesine giden Cüneyd orada da barınamayınca İçil’deki Varsakların yanına gitmiş, oradan Çukurova’ya geçmiş, oradan da İskenderun yöresine gelip, Ersuz dağındaki harap bir kaleyi Bilal Oğlu denilen bir emirden alarak tamir etmiş ve buraya yerleşmiştir.

Buradan adamlarını göndererek zaman zaman da kendisi giderek başta Halep Türkmenleri olmak üzere Dulkadirli ve Üçoklu Oymaklarının hemen hemen tamamını kendisine mürid yapmıştır. Şeyh Cüneyd’in bu faaliyetlerini haber alan Memlük devletinin harekete geçmesi üzerine Şeyh Cüneyd burayı terk etmek zorunda kalmış, Canik yöresine giderek buranın hâkimi Mehmet Bey ile buluşmuştur.

Bundan sonra bütün müridlerini silahlarıyla birlikte yanına çağırmış ve Mehmet Bey ile birlikte Trabzon üzerine yürümüştür. Aya Fokas manastırına kadar gelen Trabzon İmparatoru IV. Yuanis’i burada bozguna uğratan Şeyh Cüneyd 1454’te Trabzon’u kuşatmış ancak askerleri surları aşamamıştır. Fatih tarafından da tehdit edilince üç gün sonra kuşatmayı kaldırarak Kelkit vadisine geri dönmüştür.

Sivas Beylerbeyi Hızır Bey’in üzerine geldiğini duyunca Ak Koyunlu hükümdarı Uzun Hasan Bey’in yanına gitmiştir. Uzun Hasan, önce Cüneyd’i tevkif ettirmişse de daha sonra Şeyh Cüneyd’in kendisine 20.000 askeriyle müttefik olma teklifi üzerine onu sadece serbest bırakmakla kalmamış, kız kardeşi Hatice Begüm’ü de onunla evlendirmiştir. İşte bu evlilikten Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar dünyaya gelmiştir.

Şeyh Cüneyd’in 1460’ta Şirvanşah Halilullah’la yaptığı savaşta ölümü üzerine müridleri Oğlu Haydar büyüyüp dayısı Hasan Han sayesinde Safevi şeyhliği postuna oturunca onun etrafında toplandı ve Cüneyd’in vasiyetine uyarak ona biat ettiler.

Şeyh Haydar babası gibi Anadolu’yu dolaşmadı ama Türkiye’den gelen kabiliyetli müridleri Erdebil’de yetiştirdikten sonra onları “Halife’ unvanı ile Anadolu’ya göndererek orada tarikatını yaydı ve mürid sayısını çoğalttı.

 

Kuşkaya Çepni Köyü, Balıkesir  (köylerim.com)

Yeterince güç kazandığına inanan Şeyh Haydar Anadolu’dan gelen on bin müridiyle önce 1486’da Demirkapı ötesindeki Kafkas kavimlerine saldırdı ve zengin bir ganimetle geri döndü.

İki yıl sonra da hem babasının intikamını almak ve hem de Şirvan’ı ele geçirip orada bir devlet kurmak için doğrudan Şirvan hükümdarının üzerine yürüdü. Onunla başa çıkamayacağını anlayan Şirvan hükümdarı Ak Koyunlu hükümdarı Yakup Bey’den yardım istedi. 1488’de Yakup Bey’le yaptığı savaşta Şeyh Haydar öldü.

Bu olaydan sonra da Safevî müridleri dağılmayıp Haydar’ın büyük oğlu Sultan Ali’nin etrafında toplandılar. Ak Koyunlularla yapılan ikinci savaşta Sultan Ali de öldü. Bütün aramalara rağmen küçük kardeşi İsmail bulunamadı. İsmail, müridler tarafından kaçırılarak götürüldüğü Gilan ülkesinde altı yıl kaldıktan sonra 1500’de Erzincan’a geldi ve Türkiye’nin her tarafına haber göndererek müridlerini yanına çağırdı. Erzincan’da başına topladığı Türkiyeli göçebe ve köylü müridlerle İran’a döndü ve Ak Koyunluları yenerek Safevî Devletini kurdu. Böylece dedesi Şeyh Cüneyd’le başlattığı, babası Şeyh Haydar’ın sürdürdüğü ve her aşamasında Anadolu Türkmenleri ile Çepnilerin önemli rol oynadığı bu hareket o sırada henüz on beş yaşında olan Şah İsmail tarafından başarıyla tamamlanmış oldu.

Şah İsmail’in Safevî Devletini kurmasıyla Anadolu’daki Çepniler bir yönden baskılara maruz kalıp sürgünlerle karşı karşıya kalırken, diğer taraftan da bazı Çepni boyları İran’a göçe başlarlar. Ne yazık ki İran’a göç eden Çepnilerde Şah Abbas döneminde (1590-1628) göçe zorlanırlar. Zaman içerisinde bu Çepniler yerleşikler içerisinde erirler.

Çepnilerin Alevi – Şii ve Bektaşilik üçgenindeki konumu öz olarak bu boyuttadır. Çalışmamız genel olmadığından dolayı daha geniş, detaylı ele almak istemiyoruz; elbette araştırmacılar için çok değerli akademisyenlerimizin çalışmaları mevcuttur.

Kozpınar Çepni Köyü, Balıkesir

Peki Çepnilerin Sünnilikle ilişkisi hangi boyuttadır?

Çepni köylüleri arasında Bekir, Ömer adını taşıyan şahıslara sadece XV. yüzyılda değil, XVI. yüzyılda da sık sık görülür. Bu sebeple söz konusu olan Çepniler kesin olarak Sünni olup asla Alevî, ŞİÎ veya kızılbaş adları ile vasıflandırılamazlar’.

Çünkü, bir Alevî (Şii, Kızılbaş) köyünde Bekir, Ömer ve Osman isimlerini taşıyan şahıslar asla görülmez. (ÇEPNİLER, Faruk Sümer)

Narlıdere Tahtacılar (Çepniler) Tarihi Cemevi Müzesi.

Osmanlı sancak beylerinin de Çepnilerin Yakub Halîfe gibi manevî şahsiyetlerinin yani velilerinin ailelerine vakıflar tahsis etmeleri bu gerçeği açıkça teyit eder yani doğrular. Bu sebeple XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan coğrafyacı Trabzonlu Mehmed Âşık’ın “Çepnilerin kızılbaş oldukları sözleri, İran şahını mabut gibi tanıdıkları şeklindeki ithamı incelediğimiz Çepniler için asin kabul edilemez ‘’ (Menazirul-evalim). Çünkü, söylediğimiz gibi hemen her Çepni köyünde Osman, Ömer adlarını taşıyan kimseler görülür.

Tosya Çepni Köyü  (www.koylerim.com)

XVI. ve daha sonraki yüzyıllarda tabiî gerek Çepniler arasında gerek komşuları olan diğer Türkler arasında, Alevî inancını taşıyanlar bulunabilir. Fakat Ömer, Osman, Bekir isimleri, onlardan pek çoğunun Sünni olduğuna hiç şüphe bırakmaz, çünkü bu isimler Alevilerce asla taşınmaz. Diğer taraftan az yukarıda belirtildiği üzere 5-10 haneli Çepni köylerinde camiler bulunuyor ve camilerin imam, hatip, müezzin, muhassıl gibi vazifelileri görülüyor, fakihlere ve müderrislere de sık sık rast geliniyor. Kısaca onlar asla kara cahil bir topluluk değillerdir. Çünkü din adamlarından müteşekkil aydınları var. XV. yüzyılın ikinci yarısı ile XVI. yüzyılın birinci yansında Trabzonlu coğrafyacı Aşık’ın dediği gibi Çepniler “bîdin” dinsiz insanlar değil, bilakis dindar bir topluluktur. Bir taraftan Safevî propagandası, diğer taraftan Osmanlıların Anadolu’nun her tarafında yaptıkları gibi, tımarlarını ellerinden alıp kendi kullarına ve kuloğullarına (=yani devşirme zümresine mensup olanlara) vermeleri yüzünden aralarında Alevilik belki az daha yayılmış olabilir. ( ÇEPNİLER, Faruk Sümer. )

Dikili Yaylayurt köyü (Her Telden İzmir)

Sonuç olarak, Çepnilerin inanç yapılarıyla ilgili şunu söyleyebiliriz. Çepniler boy olarak Anadolu’ya geçince hangi dini-mezhebi toplulukla birlikte yaşamışsa, karşılıklı inanç etkileşimine maruz kalmıştır. Karadeniz bölgesine yerleşenler o bölgenin hakim mezhebi konumunda olan Sünniliğin baskın etkisiyle Sünnileşmiş, Şii mezhebinin etkin olduğu yerlerde Şiileşmiş. Bektaşilikle iç içe girmesiyle de Alevi-Bektaşiliği benimsemiştir. Bu Çepniler de genellikle, Ege Bölgesi’nde ve İç Anadolu Bölgesi’ndedir. Bazı bölgelerimizde Alevi – Bektaşi Çepniler; Kızılbaş, tahtacı gibi isimlerle de anılırlar.

Anadolu Dışında Gelenek ve Görenekler Açısından Çepniler

Çepnilerin inanç yapılarıyla ilgili zaman ve mekâna bağlı olarak birbirinden farklı özelliklerin görülmesi tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Bir kısım aydınlar bölgesel değerlendirmelerde asimilasyondan bahsederken, bir kısmı da kendilerinin yerleştikleri yerdeki halk gruplarını asimile ettiklerini savunmaktadır. Kendi kasabamız Çepni ile ilgili yaptığımız konuşmalarda, bizlerin inanç olarak alevi Çepniler olduğumuz fakat zamanla asimile edildiğimiz yorumunu duymaktayız. Bu yorum, genelde kendi bölgemiz araştırmacılarından değil, daha çok Karadeniz ve Ege bölgesi Çepnileri üzerinde çalışanlardan gelmektedir. Elbette bu soruya cevap verecek olanlar, başkaları değil kendi bölge ve tarihimizi araştıranlar olmalıdır. Kasabamızla ilgili bölümde bu konuya ayrıca değineceğiz.

Burada, üzerinde durulması gereken başka bir araştırma konusuna da değinmek istiyoruz.

Çepnilerin Anadolu’ya kadar uzanan göç sürecinde içinde yaşadıkları, kaynaştıkları diğer Türkmen boylarıyla karşılıklı kültürel etkileşimin boyutu nedir? Çepniler onlardan ne almıştır, onlara ne vermiştir? Bu soruların cevabının ancak; Çepnilerle içinden geçtikleri, kaynaştıkları yerleşik veya göçerlerin gelenekleri ve göreneklerinin karşılaştırılması sonucu bulunabileceği düşüncesindeyiz. Başka bir ifade ile, Çepnilerin etkin olarak etkileşim içerisinde olduğu Hazara Türkleriyle karşılıklı etkileşimi sonucu kültürel bir olgu olmuş, ortak gelenek veg görenekleri var mıdır?

Elbette bu etkileşim yalnız Hazara Türkleriyle olmamış, o coğrafyada; Afganistan, Türkistan ve İran’da yaşayan bütün Türk boylarıyla olmuştur.

Bu çerçevede; Hazara Türkleriyle Çepnilerin kültürel etkileşimi ve ortak inanç değerleri üzerine araştırma yapan, değerli akademisyen sayın Dr. Ali Çelik’in tespitleri çok önemlidir ve bize ışık utmaktadır.

Afganistan’da yaşayan Hazaralar dillerini değiştirmiş olsalar da gelenek ve göreneklerini, törelerini ve eski Türk inançlarıyla ilgili bazı uygulamaları bugün de yaşatmaktadırlar. Anadolu’nun, özellikle Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde çok önemli bir rol oynayan, geleneklerine bağlılıklarıyla tanınan, dillerini ve kültürlerini muhafaza eden Çepnilerle, dillerini kaybetmiş, Türklükleri tartışılır hâle gelmiş Hazaraların inanç ve bunlara ait pratikler açısından karşılaştırılmasının bir ölçüde de olsa kimlik problemlerinin çözümünde işe yarayacağı düşüncesindeyiz. Çünkü Hazaraların Çepnili olduğuna inanıyoruz

Bu çerçevede; Hazara Türkleriyle Çepnilerin kültürel etkileşimi ve ortak inanç değerleri üzerine araştırma yapan, değerli akademisyen sayın Dr. Ali Çelik’in tespitleri çok önemlidir ve bize ışık utmaktadır.

Afganistan’da yaşayan Hazaralar dillerini değiştirmiş olsalar da gelenek ve göreneklerini, törelerini ve eski Türk inançlarıyla ilgili bazı uygulamaları bugün de yaşatmaktadırlar. Anadolu’nun, özellikle Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde çok önemli bir rol oynayan, geleneklerine bağlılıklarıyla tanınan, dillerini ve kültürlerini muhafaza eden Çepnilerle, dillerini kaybetmiş, Türklükleri tartışılır hâle gelmiş Hazaraların inanç ve bunlara ait pratikler açısından karşılaştırılmasının bir ölçüde de olsa kimlik problemlerinin çözümünde işe yarayacağı düşüncesindeyiz. Çünkü Hazaraların Çepnili olduğuna inanıyoruz.

Hazaralı genç kadınlar (Cepni Turks (çepni Türkmenleri Saha Özköse)

Çocuk Sahibi Olmakla ilgili inanç ve Uygulamalar
Ad Koyma ile ilgili İnanç ve Uygulamalar
Loğusalık Dönemiyle İlgili İnanç ve Uygulamalar
Evlilikle İlgili İnanç ve Uygulamalar
Ölümle ilgili İnanç ve Uygulamalar
Nazarla İlgili İnanç Uygulamalar
İnsanın Organları ve Davranışlarıyla İlgili İnanmalar
Tabiat olayları, Gök ve Gök cisimleriyle İlgili İnanmalar
Günlerle İlgili İnanmalar
Kutsal Kişi ve Varlıklara İlgili İnanmalar
Olağanüstü Varlıklara İlgili İnanmalar
Hayvanlarla İlgili İnanmalar:
Su, Ağaç, Dağ, Ocak ve Ateşle İlgili İnanç ve Uygulamalar

Hazara Kilimi ve motifleri

Araştırmasında Hazara Türkleri ile Çepnilileri yukardaki başlıklar altında karşılaştıran Ali Çelik’in tesbitleri; gerçekten, Türk kültür tarihi açısından çok önemlidir.

“Birbirinden binlerce kilometre uzaktaki ayrı coğrafyalarda yaşayan ve asgari bin yıldan beri aralarından hiçbir ilişki bulunmadığı bilinen Hazaralarla Çepnilerin bazı inanç ve uygulamaları arasında şaşırtıcı bir benzerlik, hatta aynilik dikkati çekmektedir.  Hazaraların, çocuğu olmayan kadınlara doğurganlık kazandırmak için yeni soyulmuş hayvan derisine sarma uygulamasına Çepni bölgesinde rastlanmamıştır. Çocuk sahibi olmak için, bunun dışında kalan uygulamaların bir çoğu müşterektir.  Anadolu’da ve Çepnilerde de nefesinin güçlü olduğuna, Allah dostu olduğuna inanılan kişilere ve hocalara gitme, Hazaralarda baksıya veya şeyhe gitme şeklindedir. Muska takma ve yatırları ziyaret etme her yerde görülen ortak uygulamalardır.

Çepnili (Sivas) kadınlar, Wuppertal Çepni Fotograf sergisinden

Sivas – Çepni Kadınları

İslâmiyet’te mezar ziyaretlerinin önce yasaklandığı, sonra sadece ölümü hatırlatmak ve ibret almak için serbest bırakılmıştır. Hazaralar’da ve Çepnilerde evliya mezarlarına ve yatırlara gitme, buralarda Kur’an okuma, namaz kılma, ağaçlara bez bağlama, dua edip dilek tutma, bazı yönleriyle İslâmî gibi görünen uygulamalar, aslında İslâmî bir görünüm kazandırılan eski Türk dini ile ilgili uygulamalardır.

Doğan bebeğin sağ kulağına ezan okuma, (Anadolu’nun bazı yerlerinde sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur) ilk çocukta kurban kesme, eğer erkek ise toy yapma, bebeği kırk gün sonra beşiğe koyma; çocuğu nazardan, al basmasından ve benzeri kötülüklerden koruyacağı inancıyla, beşiğine Kur’an, kurt dişi veya kemiği, mavi boncuk gibi şeyler asma; Ayet’ül Kürsi, Ya-sin veya diğer surelerin yazıldığı kağıtlardan yapılan muskaları bebeğin omuzuna takma gibi uygulamalar da ortaktır.

Çocuğa ad koymada da benzerlikler vardır. Çocuğa Kur’an’dan bir ad verme, İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasından sonra bütün Türk dünyasında kabul edilen ve bugün de uygulanan bir kuraldır. Eğer çocuğa İslâmî bir isim verilmezse, ahrette çocuğun bu yüzden babasından ve annesinden hak isteyeceği, hesap soracağı inancı bu uygulamanın asıl sebebidir. Hazarlarda, erkek çocuğu yaşamayanların doğan erkek çocuklarına, kız elbisesi giydirip, küpe takmaları ve beğenilmeyen hatta çirkin sayılabilecek isimler vermeleri şeklindeki uygulamalar bazı farklarla Çepnilerde de vardır. Çepnilerde doğan çocuğun yüzüne is sürülmesini de bunlara ilave edebiliriz. Bütün bunların temelinde çocuğu herhangi bir şekilde çirkin göstererek nazardan ve olağan üstü şer güçlerden koruma inancı vardır.

Çepnilerde ve Anadolu’daki Türkmenlerde gördüğümüz kırklı kadın (loğusa) kırklı bebekle ilgili uygulamaların hemen hepsi Hazarlarda da vardır.

Loğusa ve bebeğin bu kırk gün içinde dışarıya çıkarılmamaları, çocuğun banyo sularının dışarıya dökülmemesi, çamaşırlarının dışarıya asılmaması; Çocuğun ve annenin yanına ilk yedi gün ebeden başka kimsenin sokulmaması, anne ve bebeği hem çevreden hem de diğer şer güçlerden korumak için alınan ortak tedbirlerdir.

Bütün bunlar aslında uzun hayat tecrübesi sonunda insanoğlunun hijyen konusunda elde ettiği bilgilerdir. Bu dönemde hem bedeni hem de ruhi yönden zayıf olan anne ve çocuğun başta enfeksiyon olmak üzere birçok hastalığa açık olması, bugün modern tıbbın da kabul ettiği hijyenik tedbirleri almaya onları mecbur etmiş, işe inanç ve korku unsurları katılarak uygulamanın daha kolay ve etkin olması sağlanmıştır. Annenin ve çocuğun basılacağı, cin çarpacağı vs. gibi tehditler insanları bu konuda daha dikkatli olmaya mecbur etmiştir.

Harazalardaki, loğusalık döneminde eve tahta ve çiğ et getirilirse çocuğun basılacağı (yürüyemeyeceği) inancı, başta Şalpazarı, Giresun olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde de vardır.

Kırk dökme, Çepnilerde kırk kaşık su, Kozandağı Türkmenlerinde ve Anadolu’nun birçok yerinde kırk taşla yıkanma şeklinde gerçekleşir. Hazaralarda ise anne ve bebeğin baba veya evin büyük oğluyla birlikte bir su kenarına gitmesi, orada her ikisine de su içirilmesi şeklindeki kırk çıkarma, ilk bakışta diğerlerinden farklı gibi görünse de aslında hepsinin “su” gibi önemli bir ortak paydaları vardır. Bütün bu uygulamalarda asıl unsur sudur ve bu uygulamalar ancak su kültüne bağlanabilir.

Evlilikle ilgili birçok inanç ve uygulama da birçok ortak nokta vardır. Evde kalan kızların kısmetini açmak için kilit açma, evliyaya götürme; gelinin evden çıkarken besmele çekmesi, ardından su dökülmesi; koca evine geldiğinde ocak başına götürülmesi, kucağına erkek çocuk verilmesi, şerbet içirilmesi, yeni evlilerin bağlanması (urasa) ufak tefek farklarla her iki toplumda da ortak inançlara dayalı uygulamalardır. Huysuz kocalara muskayı Çepnilerde hocalar, Hazaralarda ise mollalar hazırlar.

Defin törenleri, ikisi de Müslüman olduğu için Hazaralar ve Çepnilerde İslâmî usullere göre yapılır. Ölümün ön belirtileri sayabileceğimiz köpek uluması, baykuş ötmesi gibi inanmalar her iki toplumda da daha çok hayvan ve insanlarda görülen olağan dışı davranışlara bağlı, çoğu eski Türk inancına dayalı ortak inanmalardır.

Hazaralı genç kızlar

Ölümle ilgili başka bir ortak uygulama da bütün Türk dünyasında bilinen ölü aşıdır. Bunun yanında ölü çıkan evin temizlenmesi, ölenin eşyalarının dağıtılması, üçüncü, yedinci, kırkıncı, elli ikinci gecelerde yarıyıl ve sene-i devriyelerinde yapılan merasimler de ortaktır. Hazaralarda görülen Cuma akşamı mezarlıkta helva dağıtma Şalpazarı Çepnilerinde yoktur. Şalpazarı Çepnileri ölü gömüldükten sonra mezarın başında helva, ekmek dağıtır ve çocuklara da kibrit verirler. Nazarla ilgili inanç ve uygulamaların İslâmî olanları tamamen ortaktır. Tütsü, kapı üstlerine hayvan boynuzu veya nazar boncuğu asma, kurşun dökme vs. diğer uygulamalar arasında da büyük benzerlikler vardır. Nazara karşı kurt dişi veya kemiği kullanma uygulamasına Çepnilerde rastlanmamıştır.

Bazı kişilerin uğurlu veya uğursuz sayılması, Hazaraların uğursuz kabul ettikleri kişiyi görünce çıkacakları yolculuktan veya yapacakları işten vazgeçmeleri şeklindeki inancın bir benzerini Çepnilerin Mart Bozma geleneğinde görüyoruz. Burada yılın ilk günü olan eski hesap Mart ayının birinci gününde eve ilk önce uğurlu olduğuna inanılan kişi girer.

Hazaralar da Çepniler de atalara ve ata mezarlarına saygı gösterirler. Ulu kişilerin öldükten sonra da manevi yoldan yardımcı olabileceğine inanırlar. Yalnız Şalpazarı Çepnileri arasında, Hazaralardaki gibi, öldükten sonra atalarının kendilerine zarar verebileceği şeklinde bir inanç yoktur. Hazaraların ataların kendilerine kötülük yapabileceği şeklindeki inançları” çocuklarına yahut koyunlarına bir hastalık geldiği zaman yemek ve içki alıp kocasının mezarına koyan ve “Ye, iç! Bize dokunma! Hain seni, hâlâ doymadın mı? Diye bağıran Tayga ormanlarındaki Şamanist kadının, ölü kocasının kendisine ve çocuklarına zarar verebileceği şeklindeki inancı ile örtüşmektedir.

Atalara gösterilen bu saygının asıl kaynağı da muhtemelen eski Türk inançlarıdır. “Kamlık (Şamanlık) dininde yaşamakta olan bir insanla ölmüş olan ataları arasında çok yakın bir münasebetin var olduğuna inanılır. Yaşayanla ölmüş olan atası arasındaki bu bağın gücü, atalara ardı arkası kesilmeyen bir saygıyı gerekli kılar. Işık dünyasında bir tanrı gibi yaşayan ataları ilâhî kuvvetlere sahiptirler ve insanlara sıkışık anlarında yardım edebilirler. Arife günü mezar ziyareti her iki toplulukta da ortak olan bir uygulamadır.

Koyunun cennetten çıktığı şeklindeki inanç Çepnilerde de vardır. Güvercinlere pek fazla dokunmamakla birlikte Çepniler bu kuşlara Hazaralar kadar kutsiyet yüklemezler. Hazaralarda ev yılanları da kutsal kabul edilir ve öldürülmezler.

Aynı inanç başta Çukurova olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde ve Çaykara’da da vardır. Hatta Çukurova’da bahçeleri koruyan kara yılanların gelin ve kızlara âşık oldukları da anlatılmaktadır. Her iki toplumda da su kutsaldır. Gelin baba evinden çıkarken, yolcu uğurlanırken ardından su dökme çok yaygın bir uygulamadır.

Şalpazarı Sisdağı yayla şenliği

Hazaralaristan’da Kabil’in batısında Çeşme-i Safa ile Cihilten dağında ve Balhab ilçesinin Payı ziyaret bölgesindeki sularla Şalpazarı’nda Şıf, Güldirik gibi sular başta çocuk sahibi olmak üzere birçok derde şifa olduğuna inanılan sulardır.

Çepni şenlikleri (Trabzonlu Şalpazarlı (Ağasarlı) Çepni Türk Kızları Facbook-Çepniler, Çepni Boyu)

Şalpazarı (Pinterest-Jean-Marie Criel)

Hem Çepnilerde hem de Hazaralarda kutsal kabul edilen kayalar, dağlar ve mağaralar vardır.

Kabil’in batısında Kartesahi bölgesinde Seng-i Zülfikar’ın bir benzeri Hacı Bektaş’ta bulunmaktadır. Tıpkı Seng-i Zülfikâr’da olduğu gibi buradaki kayanın deliğinden geçenin de günahlarından arındığına inanılır. Hazaralar, Mezar-i Şerif’te bir dağın tepesinde kayanın üzerinde Hz. Ali’nin atının ayak izi olduğuna inanırlar. Benzer izler ve kayalar hem Şalpazarı’nda hem de Anadolu’nun muhtelif yerlerinde vardır.

Ağaç kültünün izlerine her iki toplumun pratiklerinde de rastlanır. Her iki bölgede de kutsal sayılan dilek ağaçlarının varlığı bunu açıkça göstermektedir. Demir, hem Çepnilerde, hem de Hazaralarda koruyucu özelliği ile pratiklerde yer alır. Hazaraların okunmuş bıçakları kapıya asmaları ile Çepnilerin loğusanın ve bebeğin yatağının altına bıçak veya demir parçaları koymaları aynı inanca dayanan uygulamalardır.

Ocak, hem Çepnilerde hem de Hazaralarda kutsaldır. Ocağa su dökerek söndürmek, ocağın üzerinden geçmek ocağa saygısızlık kabul edilir. Çepnilerde gelin koca evine girince ocağın başına götürülür ve eline verilen egişle ocağı karıştırır (Ordu) veya gelini, kalıcı ve ocak gibi kuvvetli olsun diye üç defa ocağın duvarına vururlar. Daha sonra gelin eline verilen kepçe ile ocağın üstündeki yemeği karıştırır (Giresun). Hazaralarda da gelin ilk önce ocağa götürülür, ocağı öptükten sonra kendisine buradaki hayatının tatlı ve hayırlı geçmesi için şerbet (tatlı su) verilir.

Sonuç: Hazaralar ve Çepnilerdeki inanç ve uygulamaları genel olarak, İslâm öncesi döneme ait olanlar, İslâmî olanlar, İslâm öncesine ait olmakla beraber İslâmî bir görünüm kazandırılanlar ve hemen hemen bütün toplumlarda ortak olanlar olmak üzere dört grupta toplamak mümkündür. Bu küçük karşılaştırma, Çepnilerle Hazaralar arasında inanç ve uygulamalarda görülen benzerliklerin ayrılıklardan çok daha fazla olduğunu göstermektedir. Bütün bu benzerlikler, başka kültürlerin etkisinde fazlaca kalmış, dillerini unutmuş olsalar da Hazaraların Türk soylu bir topluluk olduğu görüşünü doğrular niteliktedir. Daha bol malzeme yapılacak çalışmaların da bu sonucu teyit edeceği kanaatindeyiz.“ Doç. Dr. Ali ÇELİK Ayrıca, Karadeniz bölgesi, Trabzon Şalpazarı Çepnileri ile Çuvaş Türklerini karşılaştıran Dr. Mustafa Aça’da benzer ortak noktaları tespit ettikten sonra vardığı sonuç:

“………Yukarıdaki yüzeysel karşılaştırmalar da göstermiştir ki, Karadeniz’in her iki tarafında yaşayan Türk topluluklarının inanış ve uygulamaları arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Türk toplulukları arasında meydana gelen doğal ve yapay farklılıklar, aradan geçen onca zamana rağmen inanış ve düşünüş sistemlerindeki benzerlikleri ortadan kaldıramamıştır. Doğum, evlilik ve ölüm etrafında oluşan inanış ve pratikler, insanların bu aşamalar ya da hayat karşısındaki doğal hal ve tepkilerini öğrenmek açısından son derece önemlidir. Karadeniz’in her iki tarafında yaşayan Türk toplulukları arasındaki benzerlik ve farklılıkları tespit etmeye yönelik çalışmalarda doğum, evlilik ve ölüm etrafında geliştirilen inanış ve uygulamalara mutlaka öncelik verilmelidir. Karadeniz’in kuzey ve güney taraflarını içine alacak çok daha kapsamlı bir karşılaştırmalı çalışma, çok daha iyi neticeler verecektir ve bu tür karşılaştırmalar, Türk dünyası halk inanışları haritasının hazırlanmasına ciddi katkılarda bulunacaktır.

Anadolu halk inançları haritasının çıkarılması yolunda Şalpazarı-Çepnileri, araştırmacılarımızın dikkatlerini çekmiş, saha araştırmaları yoluyla yayımlar yapılmıştır. Benzeri çalışmaların Çuvaş Türkleri üzerine yoğunlaştırılması halinde az önce de ifade ettiğimiz gibi, Türk dünyasının bütüncül bir inanç haritasının çıkarılması yolunda önemli bir eksiklik giderilmiş olacaktır. “        Dr. Mustafa Aça

Değişik Bölgelerde bulunan Çepnilerin köyleri.

Ortamandıra Köyü ( Mahallesi ), Balıkesir(Facebook-Çepni Alevileri)

Deliktaş Çepni Köyü Dikili (Eratagezi.blogspot.com)

Kastamonu Çatalzeytin Çepni Köyü (Çay Medya)

Yakakent Çepni Mahallesinden…. Samsun(Çay medya)

Giresun-Espiye Çepni Köyü(köylerim.com)

Çepnilerin Bölgesel İnanç Yapıları

Ege Bölgesi Çepnileri

Çepnilerin Ege bölgesine, özellikle Balıkesir yöresine nasıl geldikleri konusundaki araştırmalardan; bölgeye değişik zamanlarda ve değişik kollardan göç olduğunu görmekteyiz.

  1. yüzyılda, Moğolların saldırılarından kaçan Türk boyları da Karesi Beyliği’ne sığınmıştır. Bu boylar arasında Çepni boyları da mevcuttur( İsmail Hakkı Uzunçarşılı “Karesi Vilâyeti Tarihçesi” , Zağnos Kültür ve Eğitim Vakfı (2000), sf.68.)

Yine, Balıkesir yöresindeki Çepnilerin nereden geldikleri yönünde iki görüş daha var. Bunlardan birincisi M. Fuat Köprülünün görüşüdür. Köprülü‘ye göre bu Çepni kolu Hacı Bektaş Veli‘nin haleflerinden Sarı Saltuk‘la beraber Çepniler Rumeli‘ye geçerler. Daha sonraları bu Çepnilerin bir kısmı Balıkesir ve İzmir yöresine göç ederler.

İkinci görüş ise; Halep Türkmenlerinin bir kolu 16. yüzyılda Anadolu‘nun içlerine; Balıkesir, Bergama yöresine gelmişlerdir.

Balıkesir – Bergama bölgesinde yaşayan Kantemir Çepnileri; Osmanlı‘nın Rakka İskanı için gönderdiği Çepnilerdir. (Faruk Sümer). Bölgeden ayrılan Çepniler Anadolu’nun içlerine iskanları engellenmeye çalışılmış, Amasya yakınlarında durdurulup tekrar Rakka’ya dönmeleri için zorlanmışlarsa da dönmemişlerdir. Bugün ki Kantemir Çepnileri bunlardır. Önce Bergama yöresine sonra da Balıkesir, İzmir, Manisa çevresine yerleşmişlerdir.

Balıkesir Yöresi Çepnilerin inanç yapıları.           
Köse Süleyman Ocağı

Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın bölgesinde yaşayan Çepnilerin Alevi-Bektaşi geleneğine mensup olduklarını görülmektedir.

Yöre Çepnilerin inanç yapıları ile ilgili çalışma yapan Halil İbrahim Şahin’in ilgili makalesinde vardığı sonuç ve değerlendirmeler bize en sağlıklı bilgiyi vermektedir. 1. Köse Süleyman ocağı, Batı Anadolu’da yaşayan Çepnilerin bağlı olduğu bir ocaktır. Günümüzde ocağın merkezi Balıkesir’dedir. Kavakbaşı köyündeki bulunan ve Köse Süleyman soyundan gelen ocak mensupları başta Balıkesir olmak üzere, Manisa, Çanakkale, İzmir ve Aydın illerindeki Çepnilerin cemlerini yönetmekte ve onlara inanç önderliği yapmaktadırlar.

Sivas-Suşehri ilçesine bağlı Aksu Köyünde, Kösedağ ‘da Köse Süleyman Türbesi

Ocağın tarihi gelişimiyle ilgili yok denecek kadar az belge bulunmaktadır. Ocakla ilgili bilgiler çoğunlukla sözlü kaynaklardan elde edilebilmektedir. Ancak Köse Süleyman’ın Yunus Mukrî’nin oğlu olduğu ve Çepni boyunu irşat etmek görevlendirildiği yönündeki bilgiler, Hacı Bektaş Velî Velâyetnamesi’nden elde edilmiştir. Bu bakımdan ocakta Hacı Bektaş Velî’nin yeri oldukça önemlidir. Günümüzde dedelik kurumunu temsil eden ocak mensupları, kendilerini Hacı Bektaş Velî’ye bağlı olarak görmektedirler. Diğer bir ifadeyle günümüz Çepni dedeleri veya talipleri Köse Süleyman’ı Hacı Bektaş Velî muakkibi kabul etmektedirler. Bütün bunlar, ocağın inanç ve ibadet yapısında güçlü bir Bektaşilik tesiri oluşturmuştur. Özellikle cemde okunan gülbenklerde bu etkiyi açıkça görmek mümkündür.

Köse Süleyman ocağında ibadetler cem törenlerinde gerçekleşmektedir. “Görgü” ve “Birlik” olmak üzere iki kısma ayrılan cem törenleri yapıldığı zamanlara ve dönemlere göre de farklı isimler alabilmektedir. “Hızır cemi” ve “Abdal Musa cemi” bu cemlerden bazılarıdır. Cem düzeninde Anadolu Aleviliğinden ayrılan farklı bir durum yoktur, ancak yukarıda da ifade edildiği üzere cemlerde Bektaşilik etkisi görülmektedir.

Köse Süleyman ocağındaki ibadet ve irşat amaçlı ortamlarda çok az yazılı kaynak kullanılmaktadır. Ocak mensuplarını dinî inançlarını ve değerlerini daha çok sözlü gelenekten öğrenmektedirler. Dedelerin cemde yaptıkları irşat amaçlı sohbetlerin yanında dedenin, özellikle de kamberlerin okudukları nefesler, talipleri bilgilendirmede önemli bir role sahiptir. Pir Sultan Abdal, Şah Hatayî, Kul Himmet ve Karacaoğlan gibi halk şairlerinin şiirlerinden oluşan nefesler, İslam dinini anlattığı gibi Alevilik için önemli isimleri ve değerleri de tanıtmaktadır. Ayrıca nefeslerin cem törenlerinin işleyişinde de etkin bir role sahip olduğunu belirtmek gerekir. Cemin hemen her safhasında kamberler belirli ezgilerle nefesleri icra etmekteler, talipler de nefeslerin içeriğine göre cemde yerine getirilecek uygulamalara karar vermektedirler. Kısacası nefesler, diğer ocaklarda olduğu üzere Köse Süleyman ocağında da taliplerin inanç ve duygu dünyası için oldukça ehemmiyetlidir.

Bu yazıda etki alanı oldukça geniş olan Köse Süleyman Ocağı hakkında temel bilgiler üzerinden bir değerlendirme yapılmıştır. Ancak ocağın bütün varlığıyla ortaya konabilmesi için çok daha ayrıntılı araştırmalara ihtiyaç vardır. Ancak bu sayede bu ocağın Alevi-Bektaşi ocakları arasındaki konumu ortaya konabilecektir. Köse Süleyman ocağı üzerine yapılacak çalışmaların, Çepnilerin inanç yapısını ortaya koyacağı gibi Bektaşiliğin kırsal alanlarda aldığı şekillerle ilgili de önemli bilgiler vereceğine inanıyoruz. (Batı Anadolu Çepnilerinin Ocağı: Köse Süleyman Ocağı ve Günümüzdeki Durumu. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2012)

Toplumsal barışımızı etkileyen olumsuz bir yapıyı burada vurgulamak istiyoruz. Balıkesir bölgesinde yaşayan Çepnilerin Alevi olmalarından dolayı dışlandığını ifade etmek gerekir. Çevre Sünni yerleşikler Alevi Çepnileri adeta tecrit etmişler ve sonuç olarak da Çepniler kapalı bir toplum haline gelmiştir.

Alevi Çepniler ve köyler Sünniler ve Sünni yerleşim yerleri tarafından adeta dışlamış ve yalnızlaştırılmıştır. Bunun sonucu olarak Alevi Çepniler kendi içlerine kapanmışlardır. Bugün dahi bu bölgelerde Çepni adı istenmeyen bir yabancı algısı yaratmaktadır. Oysaki Bölgede dahil Anadolu’nun Türk Yurdu olmasında en büyük katkıyı sunan Türkmen boyu Çepni boyudur. Bu topraklarda yaşayan ve vatan kabul eden her yurttaşın bu boya şükran borcu olduğunu da burada belirtmek durumdayız.

 Karadeniz Bölgesi Çepnileri İnanç Yapıları
Güvenç Abdal Ocağı

Alevi-Bektaşi sözlü kültüründe Güvenç Abdal ve Sarı Saltık’ın musahip kardeş oldukları ve iki erenin adıyla anılan Alevi inanç ocaklarının birbirleriyle musahip ocak oldukları belirtilmektedir. Yapılan saha çalışmaları bağlamında sözlü ve yazılı bilgiler değerlendirildiğinde Alevi-Bektaşi Çepni Türkmenlerinin inanç evrenlerini belirleyen   iki karizmatik Türkmen dedesi karşımıza çıkmaktadır. Bu iki eren, Güvenç Abdal ve Sarı Saltık’tır. Bu bağlamda Hacı Bektaş Veli düşüncesinin Alevi-Bektaşi Çepni Türkmenlerine ulaştırılmasında Güvenç Abdal ve Sarı Saltık’ın aynı misyonu taşıdıkları, Alevi-Bektaşi Çepni Türkmenlerinin sosyal ve düşünsel tarihlerinde aynı oranda kalıcı izler bıraktıkları görülmektedir. Çepnilerin Hacı Bektaş Veli ve Sarı Saltık ile temaslarını, diyaloglarını dile getiren bu değerlendirmeler, Çepnilerin düşünsel dünyasında Alevi-Bektaşi düşüncesinin önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir. Yapılan bu açıklamalar ışığında Güvenç Abdal, Karadeniz Bölgesinin Türkleşme ve İslamlaşma sürecinde Çepni boyunun manevi önderlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Güvenç Abdal TürbesiHacıbektaş-Nevşehir

2005 yılında yapılan saha çalışmaları ışığında tarihsel yurtları Harşit Vadisi, Kürtün yöresi olup zaman içinde buradan göçle farklı coğrafyalara dağılan Düzce ili Gölyaka ilçesi Yunus Efendi köyü; İzmit ili Kandıra ilçesi Ballar köyü, Trabzon ili Akçaabat ilçesi Eskiköy ve Gümüşhane ili Kürtün ilçesi Taşlıca köyü gibi yerleşim birimlerinde yerleşik topluluklarda Çepni kimliği ile Alevi-Bektaşi kimliğinin Güvenç Abdal Ocağı aidiyeti ile beraber devam ettiği tespit edilmiştir. Böylece çoğu araştırmacının Balıkesir tarafındaki Çepniler tamamen Alevi oldukları hâlde, Trabzon taraflarında Harşit Deresi boyundaki Çepni köylüleri külliyen Aleviliği unutmuşlardır. (Eröz, 1990: s.22) şeklindeki değerlendirmeleri geçerliliğini yitirmektedir.

Yapılan çalışmalar sonucunda Gümüşhane ili, Kürtün ilçesi, Taşlıca köyünün Güvenç Abdal Ocağı’nın tarihsel merkezi olduğu tespit edilmiştir. Kürtün yöresinin Türkleşmesi sürecinde tarihsel kişilik olarak Güvenç Abdal’ın adı yöre insanının toplumsal belleğinde günümüzde de önemini korumaktadır. Kürtün yöresinin en önemli yaylası Güvendi Yaylası olarak adlandırılmaktadır.

Ayrıca Güvendi Yaylası’nda asıl kabri Hacı Bektaş Veli Zaviyesi’nde bulunan Güvenç Abdal’ın bir de makam mezarı yer almaktadır. Kürtün’de her yıl Güvenç Abdal, Güvendi Yaylası törenleri ile anılmaktadır. Kürtün yöresi Çepnileri içerisinde sadece Taşlıca köyü Çepnilerinde Alevi-Bektaşi kimlik ve Güvenç Abdal Ocağı aidiyeti ile beraber devam etmektedir. Taşlıca Köyü, Güvenç Abdal Ocağı’nın son dönem dedelerinden olup 1990’lı yıllarda vefat eden İlyas Günindi’nin (Küçük İlyas Halife) ailesi tarafından korunmaktadır.

Özellikle Ordu, Giresun, Samsun, Trabzon, Düzce, Zonguldak, İzmit illerinde yerleşik Güvenç Abdal Ocağı dedeleri de asıl yurtlarının ocak köylerinin Taşlıca Köyü olduğunu belirtmektedirler. Özellikle Eskiköy, Yunus Efendi, Ballar Köylerinde yerleşik Güvenç Abdal Ocaklıları 19. yy. ın son çeyreği içerisinde bugünkü yerleşik oldukları yerleşim birimlerine Kürtün, Harşit Vadisi yöresinden göç ile gelerek yerleşmişlerdir. (Doğu Karadeniz ve Ağasar Çepnileri, Hakkı Bayraktar).

Halep Çepnileri

Çepnilerin Halep bölgesinde yerleşimleri 16. yüzyılın başlarıdır. Genel olarak üç bölgeye yerleşmişler. 53 Hanelik bir kol Gaziantep (Rum Kale) yöresine, ikinci kol Antakya‘nın kuzeyine, Gündüzlü kasabasına, üçüncü kol ise Boz Ulus Türkmenleriyle beraber Diyarbakır,
Yavuzeli ilçesi Kuzuyatağı köyü
Erzincan, Mardin yörelerine yerleşirler.
Çepnilerin Gaziantep’te yaşadıkları köyler:
Yavuzeli ilçesi Göçmez köyü
Yavuzeli ilçesi Sarılar köyü
Yavuzeli ilçesi Yarımca köyü
Araban ilçesi Hasanoğlu köyü
Nizip ilçesi Köseler köyü

Rakka Çepnileri

İkinci Viyana kuşatmasında Osmanlı ordusunun yenilgiye uğramasından sonra saray, mevcut ordunun dışında tamamen aşiret ve Türkmen oymaklarından oluşan bir ordu kurmaya çalışır. Bu yeni ordunun içinde Boz Ulus Türkmenlerinden Rum Kaledeki Kantemirli Çepnilerde vardır. Osmanlı’nın bu yeni ordusu Salankamen (Macaristan) de Avusturya ordusuna yenilince, içerde oluşabilecek isyan ve karışıklıkları engellemek için Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa ‘mecburi iskan‘ harekatına başlar ve Kantemirli Çepnilerle diğer oymakları (sekiz oymak) Rakka bölgesine sürgün eder (1691)

Yukarda da belirttiğimiz gibi Kantemirli Çepniler bu bölgede, geçim kaynakları olan hayvancılık ortamı bulamayınca Anadolu‘nun içlerine, Balıkesir yöresine göç ederler.

 Çepnilerin Anadolu’da Yerleşim Bölgeleri

Araştırmacı -yazar Süleyman Pekin‘in Anadolu genelinde Çepnilerin yerleşim bölgeleriyle ilgili araştırması:

Çepnilerin bütün obalarının Anadolu’ya geldiğini ve Hazar Denizi ötesi Türkmenleri arasında hiçbir Çepni obası kalmadığını söyleyen Sümer (TDTD/LX:16), XVI.yüzyılda 43 yerleşim yeri ismiyle 24 Oğuz boyu arasında 9’uncu sırada olan Çepnilerin İçişleri Bakanlığı’nın Türkiye’de Meskûn Yerler Kılavuzu adlı kitabına göre XX. yüzyılda kendi adıyla isimlenen yer sayısını 36 olarak tespit etmektedir ki bu da toplamda Afşar ve Kınık’tan sonra üçüncü sırada olduğunu göstermektedir (Sümer, 1999:427). Bu 44 yer adı şöyle sıralanmaktadır:

  1. Çepni Köyü – Ak Şehir Sancağı, Doğan Hisarı Kazası
  2. Çepni Köyü – Amasya Sancağı, Lâdik Kazası
  3. Çepni Köyü – Ankara Sancağı, Yaban Âbâd Kazası
  4. Çepni Köyü – Bey Şehir Sancağı, Göçü (Kaşaklu) Kazası
  5. Çepni Köyü – Bolu Sancağı, Merkez Kazası
  6. Çepni Köyü – Bolu Sancağı, Gerede Kazası
  7. Çepni Köyü – Bolu Sancağı, Mudurnu Kazası
  8. Çepni Köyü – Bolu Sancağı, Mudurnu Kazası
  9. Çepni Köyü – Bolu Sancağı, Mudurnu Kazası
  10. Çepni Köyü – Boz Ok Sancağı, Emlâk Kazası
  11. Çepni Köyü – Canik Sancağı, Bayramlı-Satılmış Kazası
  12. Çepni Köyü – Canik Sancağı, Bayramlı Kazası
  13. Çepni Köyü – Canik Sancağı, Bayramlı Kazası
  14. Çepni Köyü – Canik Sancağı, Bayramlı Kazası
  15. Çepni-Yusuf Köyü – Canik Sancağı, Bayramlı Kazası
  16. Çepni Köyü – Çorum Sancağı
  17. Çepni-Özü Köyü – Çorum Sancağı
  18. Çepni Köyü – Çorum Sancağı, Osmancık Kazası
  19. Çepni Köyü – Hüdavendigar Sancağı, Kete Kazası
  20. Çepni Köyü – Hüdavendigar Sancağı, Aydıncık Kazası
  21. Çepni Köyü – Hüdavendigar Sancağı, Temrezler Kazası
  22. Büyük-Çepni Köyü – Hüdavendigar Sancağı, Behram Kazası
  23. Küçük-Çepni Köyü – Hüdavendigar Sancağı, Behram Kazası
  24. Çepni Köyü – İç İl Sancağı, Mut Kazası
  25. Çepni Köyü – Karahisar-ı Sahip Sancağı, Sandıklı Kazası
  26. Çepni Köyü – Karahisar-ı Sahip Sancağı, Bolvadin Kazası
  27. Çepni (Ağaç) Köyü – Karasi Sancağı, Giresun Kazası
  28. Çepni Köyü – Kastamonu Sancağı, Ayandon Kazası
  29. Çepni Köyü – Kastamonu Sancağı, Ayandon Kazası
  30. Çepni Köyü – Kastamonu Sancağı, Ayandon Kazası
  31. Çepni Köyü – Kastamonu Sancağı, Ayandon Kazası
  32. Çepni Köyü – Kastamonu Sancağı, Ayandon Kazası
  33. Yazı-Çepni Ekinliği – Kayseriye Sancağı, Kibar-Ezmak Kazası
  34. Çepni Köyü – Kengiri Sancağı, Tosya Kazası
  35. Çepni Ekinliği – Koca İli Sancağı, Kandıra Kazası
  36. Çepni Köyü – Konya Sancağı, Ala Dağ Kazası
  37. Çepni Köyü – Konya Sancağı, Ala Dağ Kazası
  38. Çepni Köyü – Maraş Sancağı, Elbistan Kazası
  39. Yenice-Çepni Köyü – Sivas Sancağı, Merkez Kazası
  40. Baş-Çepni Ekinliği – Sivas Sancağı, Merkez Kazası
  41. Alan-Çepni Köyü – Sivas Sancağı, Sunisa Kazası
  42. Çepni Köyü – Sultan Önü Sancağı, İn Önü Kazası
  43. Çepni Nahiyesi – Trabzon Sancağı
  44. Çepni-Günü Köyü – Trabzon Sancağı, Kürtün Kazası (1999:417)

 

 

Aynı yüzyıla (XVI) ait defterlerde Vilâyet-i Çepni ile Vilâyet-i Kürtün adlı kazaların köy dökümleri de yer almıştır. Çepni Vilâyetine bağlı 59 köyün isimleri şu şekilde sıralanmıştır:

  1. Uzgur Köyü – Giresun Merkez
  2. Kaya Dibi Mahallesi – Giresun Merkez
  3. Seyyid (Seyyitköy) Köyü – Giresun Merkez
  4. Kısırcalu Köyü –
  5. Güney Köyü – Giresun Merkez
  6. Ürper (Ülper) Köyü –
  7. Kurtulmuş Köyü – Dereli İlçesi
  8. Yenice Hisar Köyü – Giresun Merkez
  9. Çandırlı (Çandır) Köyü – Giresun Merkez
  10. Alımı Yama (Yukarıalınlı) Köyü – Giresun Merkez
  11. Engüzlü (Dokuztepe) Köyü – Keşap İlçesi
  12. Sıkılgan Köyü – 13. Kara Kilise Köyü –
  13. Akça Kâfir Köyü 15. Kul Çukuru Köyü
  14. Şaban Köyü
  15. Kara Güneç (Güveç) Köyü – Giresun Merkez
  16. Semayil (Yüce) Köyü – Dereli İlçesi
  17. Mürsellü Köyü – 21. Tana Deresi Köyü –
  18. Derelü Köyü – İlçe Merkezi
  19. Ak Yoma (Akçalı) Köyü – Giresun Merkez
  20. Köpek Köyü –
  21. Kazancı Köyü – 26. Yakublu Köyü –
  22. Lapa Köyü – Giresun Merkez
  23. Kaba (Gürköy) Köyü – Giresun Merkez
  24. Çiçeklü Köyü – Giresun Merkez
  25. Barça Köyü – Giresun Merkez
  26. Evliya Köyü – 32. Firenk Köyü –
  27. Eğri Anbar Köyü – Dereli İlçe
  28. Umurlu Köyü –
  29. Koş Doğan Köyü –
  30. Köknar (Köknarlı) Köyü – Dereli İlçesi
  31. Bozca Köyü –
  32. Sarban (Sarvan) Köyü – Giresun Merkez
  33. Malkalu Köyü – Keşap İlçesi
  34. Firuzlu (Alataş) Köyü – Keşap İlçesi
  35. Uzun Dere Köyü – Dereli İlçesi
  36. Çalışlu (Çandırçalış) Köyü – Giresun Merkez
  37. Çağlız Köyü – 44. Kirbaz Köyü –
  38. Güdül Köyü – Dereli İlçesi
  39. Çatak Mahallesi – Dereli İlçesi Akkaya İlçesi
  40. Iklıkçı Köyü – Dereli İlçesi
  41. Kuz Aba Köyü –
  42. Ayrı Geriş Köyü –
  43. Arpa Köyü –
  44. Düz Yer (Düzköy) Köyü – Keşap İlçesi
  45. Venazid (Yoliçi) Mahallesi – Keşap İlçesi
  46. Hasan Kâfir (Karakoç) Köyü – Keşap İlçesi
  47. Sölmenlü (Sürmenli) Köyü – Keşap İlçesi
  48. Vâlâ Köyü –
  49. Kazancık Köyü –
  50. Cingiren (Yolbaşı) Köyü – Keşap İlçesi
  51. Depecik Manak (Tepeköy) Köyü – Keşap İlçesi
  52. Çalcalu (Çalca) Köyü – Dereli İlçesi (Sümer, TDTD/LVIII:11-12)

‘Yedi (7) Nahiye’ de denilen Kürtün Vilâyetinin nahiye ve köy döküm listesi ise şu şekildedir:

YAĞLIDERE NAHİYESİ

  1. Espiyelü (Espiye) Köyü – İlçe Merkezi
  2. Cebrail (Cibril) Mahallesi – Espiye İlçesi
  3. Anduzlu (Andoz) Mahallesi – Espiye İlçesi Arıdurak Köyü
  4. Demircülü Köyü – Yağlıdere İlçesi
  5. Yassıbahçe Köyü –
  6. Oruçbeylü (Oruçbey) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  7. Sarımahmutlu Köyü –
  8. Karacalu Köyü –
  9. Kadısekisi Köyü –
  10. Sınur (Sınırköy) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  11. Hisarcık Köyü – Yağlıdere İlçesi
  12. Ahallu Köyü – Yağlıdere İlçesi
  13. Talip (Günece) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  14. Pelitçik Mahallesi – Yağlıdere İlçesi Üçtepe Köyü
  15. Kızıl Alma Köyü – Yağlıdere İlçesi
  16. Demirlüce Köyü –
  17. Zankırayık Köyü –
  18. Çanakçılu (Çanakçı) Mahallesi – Yağlıdere İlçesi Akdarı Köyü
  19. Gebe Kilise (Çağlayan) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  20. Kızılcaçukuru Köyü –
  21. Kızılhisar Köyü –
  22. Umutbükü Köyü – Yağlıdere İlçesi
  23. Kopuzcu Köyü –
  24. Kanlıca Köyü – Yağlıdere İlçesi
  25. Karaisalı (Tepeköy) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  26. Adabükü Mahallesi – Espiye İlçesi
  27. Atdutan Köyü –
  28. Ağcakilise Kızıllar (Ortaköy) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  29. Ahi Çukuru (Akköy) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  30. Akköy –
  31. KARABURUN NAHİYESİ
    1. İsmailbeylü Köyü – Görele İlçesi
  • ELKİYOMLU HASI NAHİYESİ
    1. Haşrid Köyü –
    2. Karabörk Köyü – Çanakçı İlçesi
    3. Avcılu Köyü – 4. Zikavlu Köyü – 5. Elkerimlihas Köyü –
    4. Kuzca (Çanakçı) Köyü – İlçe Merkezi
    5. Kelete (Deregözü) Köyü – Çanakçı İlçesi
    6. Manastır Köyü – 9. Aral Adal Köyü –
    7. Kızılcainek (Sarayköy) Köyü – Çanakçı İlçesi

YAĞLIDERE NAHİYESİ

  1. Espiyelü (Espiye) Köyü – İlçe Merkezi
  2. Cebrail (Cibril) Mahallesi – Espiye İlçesi
  3. Anduzlu (Andoz) Mahallesi – Espiye İlçesi Arıdurak Köyü
  4. Demircülü Köyü – Yağlıdere İlçesi
  5. Yassıbahçe Köyü –
  6. Oruçbeylü (Oruçbey) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  7. Sarımahmutlu Köyü –
  8. Karacalu Köyü –
  9. Kadısekisi Köyü –
  10. Sınur (Sınırköy) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  11. Hisarcık Köyü – Yağlıdere İlçesi
  12. Ahallu Köyü – Yağlıdere İlçesi
  13. Talip (Günece) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  14. Pelitçik Mahallesi – Yağlıdere İlçesi Üçtepe Köyü
  15. Kızıl Alma Köyü – Yağlıdere İlçesi
  16. Demirlüce Köyü –
  17. Zankırayık Köyü –
  18. Çanakçılu (Çanakçı) Mahallesi – Yağlıdere İlçesi Akdarı Köyü
  19. Gebe Kilise (Çağlayan) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  20. Kızılcaçukuru Köyü – 21. Kızılhisar Köyü –
  21. Umutbükü Köyü – Yağlıdere İlçesi
  22. Kopuzcu Köyü –
  23. Kanlıca Köyü – Yağlıdere İlçesi
  24. Karaisalı (Tepeköy) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  25. Adabükü Mahallesi – Espiye İlçesi
  26. Atdutan Köyü –
  27. Ağcakilise Kızıllar (Ortaköy) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  28. Ahi Çukuru (Akköy) Köyü – Yağlıdere İlçesi
  29. Akköy –
  30. KARABURUN NAHİYESİ
  31. İsmailbeylü Köyü – Görele İlçesi
  • ELKİYOMLU HASI NAHİYESİ
    1. Haşrid Köyü –
    2. Karabörk Köyü – Çanakçı İlçesi
    3. Avcılu Köyü –
    4. Zikavlu Köyü –

5.Elkerimlihas Köyü –

  1. Kuzca (Çanakçı) Köyü – İlçe Merkezi
  2. Kelete (Deregözü) Köyü – Çanakçı İlçesi
  3. Manastır Köyü –
  4. Aral Adal Köyü –
  5. Kızılcainek (Sarayköy) Köyü – Çanakçı İlçesi
  1. ALAHNAS NAHİYESİ
    1. Alahnas Köyü
    2. İlit Köyü – Güce İlçesi
    3. Çukurlu Köyü
    4. Arageriş Köyü – Tirebolu İlçesi
    5. Başköy
    6. Alapelit Köyü
    7. Çekel (Çeğel) Köyü – Tirebolu İlçesi
    8. Karaçukur (Ketençukuru) Köyü
    9. Kuzköy
  2. KÜRTÜN NAHİYESİ
    1. Bada maa Alagaturas (Badamişkiye) Köyü
    2. Mekali Köyü
    3. Bohçalu Köyü
    4. Alayuntlu Köyü
    5. Alahnas Köyü
    6. Üreğir Köyü
    7. Eğlence (İğnece) Köyü
    8. Kabageriş (Kırgeliş) Köyü
    9. Karaçukur Köyü – Kürtün İlçesi
    10. Eynesi (Eynesil) – İlçe Merkezi
    11. Gök Ümmet (Satılmış) Köyü
    12. Oğuz Köyü – Beşikdüzü İlçesi

BAYRAMOĞLU NAHİYESİ

  1. Döğer (Dikmen) Köyü – Espiye İlçesi
  2. Kiçiköy (Güzelyurt Köyü) – Espiye İlçesi
  3. Oğulluca (Avluca) Köyü – Espiye İlçesi
  4. Ağruk Köyü –
  5. Kandavur Köyü –
  6. Kozköy – Espiye İlçesi
  7. Tağnalcuk (Taflancık) Köyü – Espiye İlçesi
  8. Manastır-ı İslam (Çalkaya) Köyü – Espiye İlçesi
  9. Çepniköy – Espiye İlçesi
  10. Kurugeriş Köyü – Espiye İlçesi
  11. İncirlik Köyü –

VII. ÜREĞİR NAHİYESİ

  1. Karakaya (Ortacami) Köyü – Tirebolu İlçesi
  2. Boğalu (Aşağı ve Yukarı Boğalı) Köyü – Görele İlçesi
  3. Lazarı Köyü
  4. Gülyarı Köyü
  5. Karakeş Köyü – Görele İlçesi
  6. Demirbükü Köyü
  7. Mürted Çukuru Köyü
  8. Boynuyoğun Köyü – Tirebolu İlçesi
  9. Cimide (Karlıbel) Köyü – Çanakçı İlçesi
  10. Akelma Köyü
  11. İman Asarı Köyü
  12. Arık Köyü
  13. Toprak Köyü – (Sümer, TDTD/LIX:10–12)
  14. yüzyılın ortalarından itibaren XVII. yüzyılın ortasına değin Türkiye’deki oymak ve cemaatleri araştıran Yusuf Halaçoğlu, ‘Anadolu’daki Cemaatlerin Bağlı Bulundukları Oğuz

Boyları’ bahsinde yedinci sırada verdiği Çepni Boyunun cemaat sayısını 512, hane sayısını 22.128, mücerred vergi sayısını da 5.885 olarak tespit etmiştir (www.anadoluasiretleri.com). 1650’lili yıllar itibariyle tahmini nüfusları da 120 bin civarında bulunmaktadır. Halaçoğlu’na göre Üçok Gök Han oğullarından Çepnilerin Anadolu’da yaşadıkları yerler şöylece sıralanmaktadır (Agy, www.anadoluasiretleri.com):

  1. Adana (Dündarlı, Sarıçam, Yüreğir)
  2. Aksaray (Koçhisar)
  3. Akşehir
  4. Amasya
  5. Ankara
  6. Aydın
  7. Bayburd (Kelkid)
  8. Birecik (Araban, Merzüman, Suruç)
  9. Bolu (Mudurnu, Todurga)
  10. Bozok (Yozgat)
  11. Çankırı
  12. Çorum (Osmancık)
  13. Diyarbekir (Bertiz, Savur)
  14. İçel (Mud)
  15. Halep
  16. Hamid (Eğridir, İrle)
  17. Hüdavendigâr (Bursa)
  18. Karaman
  19. Konya
  20. Karesi (Giresun, İvrindi)
  21. Kadirli
  22. Kastamonu (Araç, Ayandan, Küre)
  23. Kayseri
  24. Konya (Alaşehir, Aladağ, Ilgın, Mahmudlar, Turgud)
  25. Kütahya
  26. Maraş
  27. Niğde
  28. Ordu (Ünye)
  29. Samsun (Kavak)
  30. Sivas
  31. Trabzon (Çepni, Kürtün)

XV ilâ XIX. yüzyıllar arasında Osmanlı arşivlerine dayanarak araştırma yapan Cevdet Türkay ülke sınırları içinde Çepni, Çepni-yi Çunkar, Çepniyan, Çepnilü, Çepnibor, Çepni Kandemir ve Çepnihacılu adlarıyla yaşam süren Çepnilerin Trabzon, Karesi, Sivas, Tokat, Aksaray, Urfa, Saruhan, Kefe, Karahisar-ı Şarkî, Kocaeli, Kayseri, Adana, Çıldır, Erzurum, Kars, Ahıska, Halep, Aydın, Kütahya, Akşehir, Canik, Hamid, İçel, Bozok, Maraş, Karaman, Soma, Rumkale, Birecik, Paşa (Dimetoka), Mudanya kaza ve sancaklarında oturduklarını ifade etmektedir (Bostan, TA/VI:307). Yusuf Halaçoğlu da Çepnilerin Halep Türkmenleri içinde Rakka, Bozulus Türkmenleri içinde de Ankara Keskin ve Şereflikoçhisar, Balıkesir, Manisa,

Aydın, Trabzon, Giresun, Görele, Torul, Kürtün, Maraş, Adana, Konya, Çorum ve Isparta Gölhisar’da yaşadıklarını kaydetmektedir (Agy, TA/VI:307).

Çepni boyunun Anadolu’da XX. yüzyıl itibariyle durumunu ise Ege yerelinde yine Faruk

Sümer, Türkiye genelinde ise Tuncer Gülensoy çıkarmışlardır. Ege ve Güney Marmara bölgelerinde yaşayan Çepniler ve yerleşim alanları şöyledir:

  1. BALIKESİR –
    1.Karamanlar,
    2.Çukur Hüseyin,
    3.Bahçedere (Kavak Başı),
    4.Çoraklık (Çiğner)
    5.Aynaoğlu
    6.Düpecik
    7.Ortamandıra
    8.Kabukdere (Söğütkırı)
    9.Deliklitaş
    10.Yaylacık
    11.Köteyli
    12.Gökçeören
    13.Macarlar
    14.Kuşkaya
    15.YeşillerBigadiç Köyleri:
    16.İnkaya,
    17.Çiftlik,
    18.Güvem,
    19.Akyar,
    20.Elyapan,
    21.Yumruklu,
    22.Kozpınar.Manyas Köyleri:
    23.Kapaklı,
    24.Kalebayırı.Balya Köyleri:
    25.Kocabük,
    26.Değirmendere.Sındırgı Köylerinden;
    27.Cehennemdere (Koca Sinan),Kepsut Köylerinden;
    28.Armutlu, Susurluk Köylerinden; 28.Danaveli,İvrindi Köylerinden;
    29.Soğanbükü.İZMİR – Bergama Köyleri:
    1,Sarıdere,
    2.Narlıca,
    3.Tepeköy,
    4.Pınarköy,
    5.Karalar,
    6.Deliktaş.Mustafakemalpaşa Köyleri:

    1. Hamzababa,
    2. Zeamet.

    III. MANİSA – Saruhanlı Köyleri:
    1.Çepni Harmandalı,
    2.Çepni Muradiye,
    3.Kemiklidere,
    4.Tirkeş.

    Akhisar Köyleri:
    5.Sünnetçiler,
    6.Yatağan.

    Turgutlu Köyleri:
    7.Çepni Bektaş,
    8.Çepnidere,
    9.Gökgedik.

    Soma Köyleri:
    10.Karaçam,
    11.Ularca.

    1. AYDIN – Merkez Köylerden;

    1.Terziler,
    Tire Köylerinden;
    2.Çayırlar (Çaybaşı).

    Söke Köylerinden
    3.Sagular,
    4.Helvacılar. (TDTD/LX:13-14)

    Türkiye genelinde ise Oğuz boyları sırasına uygun olarak verilen Çepni (Çetmi) Boyunun Anadolu’daki dağılımı ise şu şekildedir:

    1. Çepni – Afyon İli, Sandıklı İlçesi, Hocalar Köyü
    2. Çetmi (Lâdik) – Amasya İli, Gümüşhacıköy İlçesi
    3. Çepni Şabanlı – Ankara İli, Şereflikoçhisar İlçesi, Ağaçören Köyü
    4. Çepni – Balıkesir İli, Bandırma İlçesi, Edincik Köyü
    5. Yeni Çepni (Çerkezçetni) – Bilecik İli, Bozüyük İlçesi
    6. Yürük Çetmi – Bilecik İli, Bozüyük İlçesi
    7. Çepni – Bolu Merkez
    8. Çepni – Bolu İli, Mudurnu İlçesi
    9. Çepni – Bursa İli, Mudanya İlçesi
    10. Küçük Çetmi – Çanakkale Merkez, Küçükkuyu Bucağı
    11. Büyük Çetmi (Yeşilyurt) – Çanakkale İli, Ezine İlçesi
    12. Çetmi – Çorum İli, İskilip İlçesi
    13. Gölet Çetmi – Çorum İli, Kargı İlçesi
    14. Çepni – Giresun İli, Espiye İlçesi
    15. Çetmi (Çayırlı) – İzmir İli, Tire İlçesi
    16. Çepni – Kastamonu İli, Çatalzeytin İlçesi
    17. Çetmi – Kastamonu İli, Taşköprü İlçesi
    18. Çepni – Kastamonu İli, Tosya İlçesi
    19. Çepni (Çiçekdağı) – Kırşehir Merkez
    20. Çetmi – Konya İli, Beyşehir İlçesi, Üzümlü Beldesi
    21. Çetme – Konya İli, Doğanhisar İlçesi
    22. Çetmi – Konya İli, Hadım İlçesi, Taşkent Beldesi
    23. Çepniharmandalı (Yobazharmandalı) – Manisa İli, Saruhanlı İlçesi
    24. Çepnimuradiye – Manisa İli, Saruhanlı İlçesi
    25. Çepnibektaş – Manisa İli, Turgutlu ilçesi
    26. Çepnidere – Manisa İli, Turgutlu İlçesi
    27. Çepni – Samsun İli, Alaçam İlçesi
    28. Çitme – Sivas İli, Divriği İlçesi, Gedikpaşa Köyü
    29. Çepni – Sivas İli, Gemerek İlçesi
    30. Dereçepni (Kötüçepni) – Yozgat İli, Boğazlıyan İlçesi
    31. Yazıçepni – Yozgat İli, Boğazlayan İlçesi (Gülensoy, THBAY/1979:88-89)

     

    İkinci Bölüm

    KASABAMIZ ÇEPNİ

     Türkiye coğrafyasındaki yeri

Çepni’nin genel görünüşü

Çalışmamızın bu bölümünde, bütünün bir parçası olarak Sivas / Çepni Kasabasının tarihini; elimizdeki bilgi ve bulgularla incelemeye çalışacağız .

Anadolu’da Çepniler üzerinde yapılan tarihi araştırmalar, çalışmalar; Karadeniz Bölgesinde ve Balıkesir yöresinde – Ebe Bölgesi- yaşayan Çepnileri kapsamaktadır

Her ne kadar Anadolu Çepnileri mezhepsel farklılıklar gösterse de gelenek – görenek ve dil – lehçe benzerliklerini, ortak kültür değerlerini korumuşlardır. Kasabamız Çepni’de bu benzerliklerin yanı sıra daha değişik, kendine has özeliklerin de olması kendisini birazda olsa farklı kılmaktadır. Bunun sebebi kendilerinin yeni bir yurt tutmaları değil, yerleşik düzene geçmiş başka kültürün ve değerlerin yaşandığı bir beldeyle bütünleşip yüzyıllardır birlikte yaşamış olmalarıdır.

Biz bu çalışmalarımızda sizlere Çepni Kasabası ile ilgili kısa ve öz bilgi vermeyi deneyeceğiz.

Aşağıda da görüleceği gibi Çepniler Oğuzların 24 Boyundan biridir.

Çepnilerin adı, diğer Oğuz boylarınki gibi, ilk defa olarak büyük Türk bilgini Kaşgarlı Mahmud’un 11. yüzyılda yazdığı Divânu Lügati’tTürk  ( Türk Lehçeleri Sözlüğü) adlı eserinde geçmektedir. Büyük alimimiz Kaşgarlı adı geçen eserinde Çepni boyunu 21. sırada zikretmiş ve damgasının şeklinide vermiştir.” (Prof. Dr. Faruk Sümer, Çepniler.)

”Çepni’nin manasına gelince, Kaşgarlı Oğuz boylarının taşıdıkları isimlerin manaları hakkında bilgi vermiyor, Reşideddin’e göre ise Çepni, ”nerede yağı (düşman) görürse hemen savaşır” demektir. ( a.g.e. Syf.8)

1312 yılında Endülüslü alim Ebu Hayyan tarafından Türkçe hakkında Kahire’de yazılmış ” Kitabul-idrak li-lisanil-Etrak” adlı eserde Çepnilerin adı geçiyor. Ebu Hayyan Çepnileri bir Türk boyu olarak tanıtıyor. Bu kayıt Çepnilerin önemli bir başarı elde ederek adlarını Mısır’a kadar duyurmuş olduklarını gösterir. ”

”Tahrir defterlerinde Çepnilere ait 43 yer adı görebildik. Bunlara göre Çepniler 24 boy arasında dokuzuncu sırada yer almaktadır” (a.g.e.)

(Tahrir defteri, Osmanlı Devleti’nde vergi işleriyle uğraşanların, toprak sahiplerinin kaydedildiği bir defterdir. Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren uygulanmıştır. Fethedilen bölgenin ve bölgede yaşayanlar da bu deftere kaydedilir. Ayrıca nüfus sayımında tahrir defterleri çok önemlidir. )E.T.

Kasabamız Çepnilerinin tarihi üzerinde günümüze kadar genel anlamda birkaç araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalar genel olarak Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan Çepni Boyunun tarihsel serüveninin bir parçası olarak görülmüştür. Fakat, kasabanın demografik yapısı (etnik ve dinsel açıdan ) göz önünde tutulursa, kasabamız Çepnilerinin diğerlerinden ayrı bir sosyalleşme süreci geçirdiğini görebiliriz. Göçler sürecinde bizim Çepnilerin hangi ana göç kolundan ayrılıp, hangi sosyal, kültürel, etnik karışımlardan geçerek buraya geldiğini ve yerleştiğini kesin olarak bilemiyoruz. Dolayısıyla, burada bizim yapacağımız genel bir tespit olacaktır. Elimizde var olan kısıtlı kanıtlarla, daha ağırlıklı olan sözel aktarımlara (rivayetler) bakarak, genel bir tespit yapma denemesi de diyebiliriz buna. Bizler veya dedelerimiz diyelim, bu topraklara çok uzaklardan, farklı bölgelerden ve kültürlerden geldiler. Onlar gelmeden önce buralarda yerleşik hayat sürdüren topluluklar vardı. Yani günümüzde Çepni, sosyal yapısıyla Anadolu’nun genel karakteristik özelliğini yansıtır

Yerleşim olarak; insanlık tarihinin en büyük nüfus ve kültür değişimlerinin, karışımlarının merkezi olmak özelliğini taşıyan Anadolu coğrafyasının tam ortasındayız. Doğudan batıya, batıdan doğuya her kavmin, halkların geçtiği; bir kısmının konaklayıp kendine has yaşam tarzı, kültür ve medeniyet geliştirdiği toprakların tam ortasındayız. Bunun için Anadolu’nun genel karakteristik yapısını Çepni’de görmekteyiz.

Bugün her bastığımız yerde, görebilsek; sayısız ayak izleri, duyabilsek; sevinçler, üzüntüler, kahkahalar, ağıtlar… böyle bir toprak, böyle bir yurt burası.

Yalnız kasabamız Çepni’nin değil, bugün Anadolu’nun değişik bölgelerinde yerleşik hayata geçmiş konar – göçerlerin geçmişini gerçeğe en yakın şekilde ortaya koyabilmemiz için bu topraklar üzerinde yaşamış olan halkların, sosyal yapılarından, konaklama sürelerine kadar birçok unsuru beraber değerlendirmemiz gerekir. Avrupa ve Asya Tarihine baktığımız zaman en çok sosyal değişimin ve etkileşimin olduğu coğrafi bölgenin Anadolu olduğu görülür. Bu özelliği iki dünyayı birbirine bağlayan köprü olmasındandır.

Bu sebeplerden dolayı şunu diyebiliriz. Hiçbir zaman, Anadolu’da yaşayan sosyal guruplar, devletler kendi tarihsel ve öz kültürlerini koruyamamış, yaşatamamıştı. Bir önceki yaşanmış bu değer ve kültürlerle bütünleşerek kültürel sentezleme diyebileceğimiz eskinin de izlerini taşıyan yeni bir kültür oluşturmuştur. Günümüz Türkiye’si de böyle değil midir? Anadolu kültürü dediğimiz, yalnız Orta Asya’da yaşanan kültür değil; yüz yıllardır bu topraklarda yaşamış kültürlerin sentezidir. Genel olarak Anadolu tarihi üzerinde yapılacak sosyal tarih araştırmalarında kesin hüküm ve yargıya varmak mümkün olmadığı için, Türklerin Anadolu’daki yerleşme süreçleri, yerleşme yerleri, kültürel ve sosyal değişimleri ile teşkilat yapıları gibi Türk tarihi için temel konuların, yeni bulgular ışığında tekrar ortaya konma ihtiyacı bulunmaktadır (1). Bu çerçevede günümüzde, Çepni Kasabasının kültürel ve inanç yapısını değerlendirdiğimiz zaman karşılaşacağımız manzarada aynısıdır.

Yani, Çepni Kasabasının günümüz kültürü; gelenek ve görenekleri, deyişleri, yaşam tarzı da bir sentezdir. Bütün bu birikimleri, farklılıkları yüzyıllara dayanan bütünleşme sonunda sentezlemiş ve kendi yaşam tarzını oluşturmuştur. Farklılıkları dışlamamış, içselleştirebilmiştir. Çevre yerleşim yerlerinden, farklı olmasının nedeni de budur.

  1. M.Ö. 2000, Hititlerin (Etiler) İlk Yerleşim Yerleri

M.Ö. 2000 yıllarda Hititlerin Kızılırmak iç havzasına yerleştiklerini görürüz. Hititler Anadolu’ya Kafkasya üzerinden gelmiş ve büyük bir kültür oluşturmuşlardır. Anadolu’nun en önemli yerleşik devletlerinden biride Hitit devletidir. Başkenti günümüzdeki Boğazköy, o zamanki adı ile Hattuşaş. Hitit uygarlığının beldemizde de ayak izleri olduğu varsayımı ile kısa olarak üzerinde durmak istiyoruz.

Hititler Anadolu’da yaklaşık 1300 yıl hüküm sürmüştür. Bunun elbette sosyal ve siyasal sebepleri vardır. Kitaplarda bizlere demokrasinin anavatanı eski Yunan site devletleri, özelliklede Atina Uygarlığı (M.Ö.500) olarak öğretildi.

Oysa ki, Atina’dan 1500 yıl önce Anadolu’da Hitit Devleti Demokrasinin temellerini atmıştır. ‘’Pankuş’’ dedikleri Halk Meclislerini kurmuşlar. Kralların seçimlerinden alda, ne yapabilecekleri veya yapamayacakları yani yetkileri bu meclislerde belirlenmiş. Kendi yazı stillerini geliştirmişler.

Medeni kanunlar tarihinde evliliklerde ilk nikah bu dönemde yapılmaya başlamıştır.  En önemlisi ise; köleler mülkiyet sahibi olabilmekteydiler. İsterlerse bedellerini ödeyerek özgür bireyde olabiliyordu. Özgür birey olarak istedikleri kadınla evlenebilirlerdi. Yine ilk miras – veraset yasasıda Hititlerde uygulanmaya başladı.  Devlete ve krala karşı isyanın cezası ölümdü ama cezalar günümüzde olduğu gibi paraya -fidyeye çevrilebiliyordu.

Sonuç olarak bugün demokratik haklar, demokrasinin kuralları dediğimiz birçok uygulamanın anavatanı Yunanistan ve eski Yunan Siteleri değil; Anadolu ve Hitit Devleti’dir. Bu tarihi gerçeklerin tartışılmayacak kadar gerçek olmasına rağmen neden hala okul kitaplarımızda düzeltme gidilmez.

Bu yanlışların, en azından kendi tarihi kitaplarımızda düzeltilmesi ve çocuklarımıza doğru bilgilerin öğretilmesi gerekir. Mustafa kemal Atatürk 1931’de  Türk Tarih Kurumunu kurarak gerçek kaynaklardan Türk ve Türkiye tarihini ortaya çıkarmak istemiştir. Amacı köklü o kadarda zengin olan Türk tarihini emperyalizmin egemenliğinden kurtarmak, Cumhuriyet nesillerinin kendi tarihini yine gerçekler ışığında kendi tarihçilerinden öğrenilmesini sağlamaktır. Günümüzde bu ne kadar. başarılabilmiştir. Ne yazık ki 1950’lerden sonra iktidara gelen kadroların devrim karşıtı, Arap, Bedevi kültür hayranlığı bu kurumun çalışmalarını engellemiş, yozlaştırmıştır. Yine de her şeye rağmen yeni kuşak arkeologlar çok başarılı araştırmalar yaparak Anadolu’nun zenginliklerini ortaya çıkartıyorlar.

Anadolu’da yapılan bu arkeolojik kazılar ve araştırmalar genişletildikçe tarih yeniden yazılıyor. Son yılların en önemli kazılarının yapıldığı Göbekli Tepe’de bulunanlar bölgede M.Ö. 8- 10 bin yıl önceleri yerleşik hayatta yaşamın olduğunu gösterdi. Anadolu’nun coğrafi ve stratejik konumu yalnız günümüzün siyasi ve askeri tarihinin ilgisini çekmemiş bin yıllar öncesinde bu konumun önemini bilen toplumlar olmuştur. Bu toplumların kaderlerini belirleyen en önemli unsur, kendilerine has değerlerden öte; Anadolu’nun Asya ve Avrupa kıtaları, kültür ve medeniyetleri arasındaki jeopolitik konumudur. Doğudan batıya, yalnızca toprak üstü kalıntılara baksak bile; Anadolu’da halkların geçici değil bilakis kalıcı bir yaşam sürdürdükleri görülür. Halklar bu topraklarda yaşamış, toprağın bir parçası olmuş ve kendi sosyal, dini, mimari kültürünü kurmuş, geliştirmiştir. İşte Anadolu medeniyeti dediğimizde bütün bu değerlerin toplamıdır. Hasankeyf’te; genel olarak Mezopotamya’da, Ege’de, Kapadokya’da nasıl yaşanmışsa bizim Çepni’de de öyle yaşanmıştır. Her biri bütünün birer parçasıdır

Kasabamızla Hititler’ in ilişkisine gelince, bugün kayalıklardaki eski yerleşim bölgelerinin ilk konukları veya yerleşikleri Hititler dönemi halkları diyebiliriz.

Özellikle Kınalı Kapı çevresi ve arka, batı cephesi incelendiğinde oymaların ve kaya dış cephelerinin, geniş yüzeyli ve çırpma şeklinde olduğu görülür. Bu da buraların saldırılara karşı bir savunma mevzi veya sığınma mekânı olarak kullanılmasının yanı sıra, gerçek anlamda bir yerleşim alanı olduğunu da gösterir.

Yukarda ifade ettiğimiz gibi çevremizle ilgili tarihi geçmişi, günümüzdeki arkeolojik kalıntılarla olası bir varsayım çerçevesinde ortaya koyabiliyoruz. Günümüze kadar gelmiş bu kalıntıları, tarihi derinliklerde olan kültürleri, uygarlıkları, yaşam şartlarını, savaşlar ve elimizde ulaşabildiğimiz yazılı kaynakları tarayarak karşılaştırmalı analiz çerçevesinde ‘’böyle olabilir ‘‘ diyoruz.

Elimizde ne yazık ki, kesin, doğruluğundan şüphe duyamayacağımız yazılı, maddi bir delil yok. Bunun için okuyucularımızın bunu bilmesi gerekir. Zaman olur çevremizde, Göbekli Tepe gibi bir arkeolojik mucize bulunur ve bilgilerimizi, ezberlerimizi yeni baştan değerlendiririz. Elbette bu çabayı, genelden çok kendi bilim adamlarımız gösterecektir. Üzülerek belirtelim ki, bugüne kadar beldemizde ciddi bir arkeolojik çalışma yapılmamıştır. Gelecekte bu çalışmaların yapılacağı inancını taşıyoruz.

Kayalara oyularak yapılmış yerleşim yerlerinden örnekler

Kınalı kapı

Kayalıkların doğu uç noktası

Bu noktadan Kızılırmak yatağı ve ovası, sağlı sollu olmak üzere gözetlenebilir. Kayaların üst kısmında, büyük ihtimalle bu amaçla yapılmış siper yeri gibi oymalar vardır.

Yani, yöre yerleşim yerlerinin doğu ve güney kapılarının stratejik olarak en hâkim noktasıdır.

Kayalara oyulmuş ”su sarnıçları”

Bu sarnıçlar üst düzlüğe kayalar oyularak yapılmıştır. Burada yaşayan yerleşikler, su ihtiyaçlarını kayaları oyarak yaptıkları sarnıçlarda biriken sulardan karşılamışlardır. İlk yerleşim bölgesi olarak buranın seçilmiş olması tesadüf değildir. Buradan Kızılırmak deltası sağlı ve sollu olarak gözlenebilmektedir. Geniş bir alanın buradan gözlenebilmesi saldırılara karşı savunma kalesi olarak değerlendirilebilir.

Ayrıca bu kayaların muhtelif yerlerinde yukardakilerden farklı olarak uç uca veya yan yana oymalarda var. Bunlar su sarnıcı olabileceği gibi mezarda olabilir. Yine dikkat çeken bir husus, hiçbirinde taş kapak yok; çevrede de kapak olma ihtimali olabilecek taş kütlesi de bulunmamaktadır. Dikkat edilirse oyukların ağız kısımlarında kapağın (bir ihtimal ağaç)

yerleştirilmesi için karşılıklı oyma yuvalar var. Bunlar bu oymaların su sarnıcı olarak yapıldığı ve kullanıldığı varsayımını güçlendirmektedir. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ve çağlarda yaşamış her toplum, değişik mezar ve su toplama sarnıçları yaptığından ve bunların çoğu birbirlerine benzediğinden ayırmak mümkün olmamaktadır.

 

Kapadokya Krallığı Dönemi ( MÖ. 332 – 1082)

Anadolu tarihinde; Kapadokya Krallığı dönemi, bunu takiben arkasından gelen Doğu Roma İmparatorluğu dönemi, Selçuklu Devleti ve Moğol istilaları dahil edilirse; en vahşi savaş ve acıların yaşandığı dönemlerdir.

Roma askerlerinin Anadolu içlerine yaptıkları akınlarda yerli ahali büyük kayıplar vermişlerdir. Burada bu döneme vurgu yapmamızın nedeni beldemizin de o süreçten etkilenmiş olmasıdır.

Anna Komnena (1083 – 1154, İstanbul (Bizans) ) Anadolu’da Roma (Bizans) askerlerinin yerleşik halka neler yaptıklarını anlatır.

“Yeni doğmuş bebekler kaynar kazanlara atılmış, birçoğu katledilmiş, geri kalanlarda tutsak edilmişti. Sağ kalanlar siyahlar giyerek matem tutmuşlardı. Mağdurlar, Türkler’ in yayıldığı ülkenin her yanını iç parçalayıcı feryatlarla dolaştılar ve maruz kaldıkları zulmü anlattılar…”     ”(Selçuklu Göçerlerin Dünyası, M. Said Polat)

İşte, Doğu Romalıların bu saldırılarından korunmak isteyen halk, kendilerinin güvenliğini sağlayacak vadi ve yamaç kayalıklarda oyma mekanlar; yeraltı şehirleri, kaya tapınakları yapmışlardır. Saldırı anlarında buralara yerleşmiş, kendilerini korumuşlardır. Bugün Kapadokya’daki mağara yerleşim yerlerinin hikayesinin gerçeği halkın katliamlara karşı saklanma ve korunma, için aldığı önlemdir..

Aynı şekilde Hristiyanlığın Anadolu’da Kayseri merkezli yayılmaya başlamasının da bu sürece etkisini belirtmeliyiz. Kayseri piskoposu Aziz Basil ve kardeşlerinin Göreme, Kayseri ve çevresindeki manastır – misyoner faaliyetleri Pagan (çok tanrılı din ) Roma İmparatorluğunun saldırılarına dinsel boyutta kazandırmıştır.

Göreme ve Kayseri’deki kayalara oyulmuş manastır – ibadet evlerinin varlığı (Kayseri, Soğanlı Vadisindeki yerleşim yeri ve kaya tapınakları – kiliseleri ) bu sebeptendir. Yerleşim yerlerini gizledikleri gibi manastırlarını da gizlemişlerdir .

Roma’nın Anadolu’da ki Hristiyan yapılanmasına karşı yürüttüğü bu acımasız saldırı ve katliamlar, 313 Milano Fermanına kadar devam etmiştir.

379 yılında Roma Hristiyanlığı resmi din olarak kabul eder ve bu seferde eski dini paganizme karşı savaş açar. Eğer kasabamız çevresine bakarsak, Göreme gibi aynı mağara yerleşim yerlerini görürüz. Özellikle Tıhrazın Dere’deki mağaraların yapım şekli, birbirleri ile bağlantıları ve gözetleme yerleri, bize, kasabamızın ilk yerleşiklerinin Roma saldırılarına karşı, Kapadokya halkı gibi önlemler aldığını gösterir.

Kısacası bölgemiz yüzyıllardır saldırıların, katliamların merkezi olmuş ve halk yaşamak, korunmak için kayaları delmiş, yeraltı şehirleri ve kaya tapınakları inşa etmiştir. Aşağıda göreceğiniz oyma yerleşim yerleri günümüzde Kapadokya bölgesi yerleşim yerlerine benzemektedir.

Tıhrazın Dere Mevkii Oyma Yerleşim Mekanları

Tıhrazın Dere

Resimde görüldüğü gibi büyük odaların orta yerlerine kazılarak yapılmış geometrik oymalar var. Büyük ihtimalle buralar su deposu olarak ve tahılların korunması için kullanılıyordu.

Yerleşim odalarının birbirleriyle bağlantısını sağlayan tünel geçişler

 

Inkışla Tarafındaki Yerleşim Alanı

Tıhrazın Dere yerleşim alanının Inkışla tarafında kaya yüzey ve içlerine değil, yüzeyin altlarına yapılmış oyma odalar mevcut. Bu bölge yüzeyde olduğu için fazla bozulmamış. Yalnız rüzgar ve yağmur sularıyla aydınlatma bacalarından inen toprak, odaları doldurmuş. Burada yapılacak özenli bir çalışma ile çok değerli ve tarihe ışık tutacak arkeolojik veriler ortaya çıkabilir. Yine bu alanda dikkati çeken bir diğer husus, oymaların Tıhrazın Deredeki gibi gelişi güzel değil, daha mimari diyebileceğimiz oval, köşeli ve düz yontmalar şeklinde yapılmış olmasıdır

Inkışla Tarafındaki Yerleşim Alanı

Tıhrazın Dere yerleşim alanının Inkışla tarafında kaya yüzey ve içlerine değil, yüzeyin altlarına yapılmış oyma odalar mevcut. Bu bölge yüzeyde olduğu için fazla bozulmamış. Yalnız rüzgar ve yağmur sularıyla aydınlatma bacalarından inen toprak, odaları doldurmuş. Burada yapılacak özenli bir çalışma ile çok değerli ve tarihe ışık tutacak arkeolojik veriler ortaya çıkabilir. Yine bu alanda dikkati çeken bir diğer husus, oymaların Tıhrazın Deredeki gibi gelişi güzel değil, daha mimari diyebileceğimiz oval, köşeli ve düz yontmalar şeklinde yapılmış olmasıdır.

Tarihi yüzyıllar geriye giden ve yalnız bir kısmını sunduğumuz fotoğraflardaki her detay bizler için kültürel bir mirastır. Bunların kültürel değerleri yanı sıra arkeolojik değerleride, geçmiş ve gelecek arasındaki yaşanmışlıkların şahididir, sahibidir. Hala değerini bilmediğimiz bu hazinenin  kazı ve araştırmalarla gün yüzüne çıkartılması ve gelecek nesillere sunulması gerekir. Endişemiz böyle bir çalışmanın mevcut yerel idarelerce yapılamayacağı yönündedir. Ne yazık ki idarecilerimiz bu tarihi zeginliklerimize karşı ilgi göstermemiş ve hatta iddialı söylemeliyim ki bir kısmı bu yerleri gezip yerinde görmemiştir. Günümüze kadar yapılmamış olmasının sebebi de budur; ilgisizlik, sorumsuzluk. Bu eleştiriyi yapmak durumundayım. Yakın zamanda kurmak için çalıştığımız ” Çepni Tarihi Değerlerini ve Kültürünü Koruma Vakfı” nın en önemli görev ve sorumluluklarından biri beldemizin bu zenginliklerini araştırmak, ortaya çıkarmak ve korumak olacaktır.

Yeni Dönem

Her ne kadar kitabi tarih Anadolu’ya Türklerin gelişini 1071 olarak alsa da, bu ortalama bir tarih belirlemek amacı ile yapılmıştır. Çünkü, Türkmen / Yörük göçerlerin daha önceleri Anadolu’nun ortalarına kadar geldikleri, yerleşik halkla ticaret yaptıkları bilinmektedir.
Bu özünde ”hakimiyet – işgal ”taşımayan bir ilişkidir. Ticari amaçlı git – geldir.

Adına ”Yeni Dönem ” dememizin nedeni ise; 11. yüzyıldan itibaren Anadolu topraklarında demografik yapının yeni bir değişim sürecine girmiş olmasından dolayıdır.

Nüfus çoğunluğu Rum ve Ermeni olan; yani Hıristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu Anadolu, 1048 Pasinler, 1071 Malazgirt ve 1176 Miryokefalon savaşlarıyla tamamen Türk hakimiyetine geçmeye başlamıştır ve doğal olarak demografik yapının da değişimi hızlanmıştır.

Bu değişim, büyük yerleşim merkezlerinden daha çok Çepni gibi küçük yerleşim beldelerinde kendini göstermiştir. Çünkü Türkmen göçerler genelde hayvancılıkla uğraştıkları için, büyük merkezleri değil küçük yerleşim birimlerini tercih etmişlerdir.

Dolayısıyla, genelde Anadolu’nun, özelde Çepni’nin sosyolojik yapısı ve tarihi süreci konusunda sağlıklı analiz için ” Göç – Göçebelik ” olayını iyi anlamamız gerekmektedir.

Selçukluların Anadolu’ya girişleriyle başlayan yeni süreç -dönem, Kayseri merkezli Eretna Devleti ( 1344 – 1380 ) ve arkasından Sivas merkezli Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti ( 1381 – 1398 ), bu devletin de Yıldırım Beyazıt tarafından yıkılmasıyla başlayan Osmanlı döneminin, Orta Anadolu’da ki yapılanmaya etkisi çok önemlidir.

Göçebe Dünyası

Türklerin Asya steplerinden bugün yurt tuttuğu Anadolu topraklarına yerleşerek “yerleşik hayata” geçme süreci yüzyılları bulmuştur.

Bugün dahi Türklerin tamamının yerleşik hayata geçtiklerinde söz edemeyiz, hala bölgede göçebe hayatını devam ettiren Türkmen-Yörük toplulukları var.

Bizim bu çalışmadaki amacımız, Çepnilerin oluşturduğu kasabamızın geçmişi konusunda tarihe not düşmektir. Fakat bunu yaparken dahi söz konusu topluluğun sosyolojik olarak göçer bir topluluk olduğunu unutmamamız gerekir.

Bu araştırmalarımızda önümüzdeki en büyük zorluk göçer olmanın beraberinde getirdiği kendine has özellikleridir.

Dolayısıyla, araştırmanın, yapılacak yorumların daha sağlıklı olması için   göçebe toplumlarının sosyolojisini iyi bilmek ve anlamak gerekir.

Bilmemiz gereken ilk husus, göçebe toplumların devamlı veya mevsimlik hareket içinde oldukları için okur – yazar durumlarının yok denilecek kadar düşük olmasıdır. Yaşanılanlar bir şekilde yazıya dökülüp sonraki kuşaklara aktarılamamıştır.

Olaylar, yaşanılanlar “şifahi-sözel” anlatımlarla nesilden nesile aktarılmıştır.

Burada tartışma ve eleştirileri olumsuz anlamda asgariye indirmek veya olumlu anlamda yeni açılımlara, yorumlara ışık tutacak düzeye çıkartmak için; değerlendirmelerin, analizlerin kabullenilebilir seviyede; kanıta dayalı unsurlar üzerinden yapılması önemlidir.

Kanıt temelleri sağlam olan tarih fenomenlerinin belirleyici ve gelecek kuşaklara öğretici etkisi daima olumlu olacaktır. Elbette ki olayların oluş – oluşum süreci anındaki toplumsal algılamalar, hassasiyetler önemlidir. Hatta kullanılan dilin dahi bu anlatımları şekillendirdiği yadsınamaz. Sonraki zamanlarda aynı olaylar, bu sefer belki aynı mekânda fakat değişmiş sosyal, kültürel kazanımlar ışığında değerlendirilecektir. Bir olay ve bu olayın değişik zamanlarda, birden fazla farklı yorumları bundandır.

Yani, tarihçiler bir noktada değerlendirmelerinde, anlatımlarında ve analizlerinde sübjektiftir. Tarih, tarihçiler tarafından inşa edilen ve sürekli değişen bir söylemdir” sözü de bunu ifade eder.

Bugün ülkemizde, Türk tarihi yazımı konusunda azınmayacak kadar çok kanıtsal realitelerden yoksun tarih yazıtlarını görmek mümkündür. Sırası gelmişken burada bir tespiti yaparak, alışılmışın dışında bir kavram düzeltmesini de yapalım. Kalıtsal temeli olmayan anlatımlara ”tarih” yerine ‘‘hikâye” veya ”toplumsal hikâye” dememiz daha doğru olur. Misal: Dede Korkut, Aslı ile Kerem……vb.

İşte, Anadolu’nun dünden bugüne gelen tarihsel sürecinde kalıtsal anlatımlar yanı sıra kalıtsallıktan uzak, bazen mekânı dahi belli olmayan zafer veya yenilgi, acı veya sevinç içeren hikayeleri var. Genelde de Türk kökenli göçerlerin Anadolu maceraları kanıtsal değil, şifahidir. Yani rivayetlere dayanır.

Anadolu’ya gelen, adına ”Yörük”, ”Türkmen” dediğimiz, esasta aynı olan fakat değişik adlandırılan toplulukların da bir yazılı yani kanıtsal tarihleri yok, şifahi yani rivayete dayanan hikayeleri vardır. Peki neden göçebelerin yazılı, kanıtsal kaynakları yoktur ? Adı üzerinde göçebe, göçer – konar. Devamlı hareket halindedirler. Bu hareketlilik, uğraşlarına, arayışlarına paralel olarak yön değiştirir. Hayvancılıkla uğraşanlar, daha iyi otlak bulmak için hareket halindedirler. Yine kendilerini savunmak durumundadırlar. En iyi savunma ortamını sağlayacak mekân bulmak için hareket halindedirler.

Bu hareketlilik ve devamlı yer değiştirmeler süreci elbette bazılarının dağılmasını da getirmiştir ve birliktelikler ayrışmıştır. Bütünden ayrılan her kol, göç sürecinde kendi kaderlerini kendileri tayin etmek zorunda kalmışlardır.

Güçlü olanlar, yani iyi savaşanlar ayakta kalmış diğerleri ya yok olmuş ya da güçlülere tabi olarak önceki kimliklerini kaybetmişler, asimile olmuşlardır.

Göçebelerin on yıllar, yüz yıllar süren bütün bu yaşanmışlıkları, maceraları, hikayeleri, destanları ozanları tarafından kuşaktan kuşağa sözel olarak aktarılmıştır. Sonuç olarak şunun altını çizmeliyiz; Yaşananlar dilden yazıya dökülmedikçe kaybolup gider. Bu sözel aktarımlar dilden yazıya geçemediği için, göçebe toplulukların gerçek tarihleri ve geçmişleri hakkında bilgi bulmak bir hayli güçtür. Sosyolojik olarak göçün bittiği yerde sözlü tarih biter yazılı tarih başlar.

Yani, yerleşik hayata geçiş demek yazılı -kitabi tarihin başlaması demektir. Türk – Türkmen göçerlerin,  Anadolu’ya kadar ve Anadolu içerisinde yerleşik hayata geçmelerinin uzaması yazılı tarihe geçilmesini de etkilemiştir.

Birkaç istisnai durumlar (el yazması kitaplar) dışında toplumumuzun kitap olarak yazılı tarihe geçmesi ancak 1728’den itibaren olmuştur. Gecikmesinde dinin de bir etken olduğunu vurgulamak gerekir. Burada konu ile ilgili en çarpıcı ve gerçekçi tespiti Sayın Prof. İlber Ortaylı yapmaktadır

 ”Bizim kültürümüzde insanların tek başına yaşama alışkanlığı yok. Beraber okuyoruz, beraber tartışıyoruz. Osmanlı Dönemi’nde mesela İsmail Saib Efendi’nin, Beyazıt Kütüphanesi’ndeki seminerleri ki, ulema meclislerinin en üst düzeyidir, buna en tipik örnektir. O dönemde Osmanlı’da bilinenin aksine çok az sayıda el yazması var. Bu yüzden tarih ve edebiyat konularında kitap için, matbaaya talep yok. Kitap okunmuyor. Oysa matbaanın icat edildiği toplumlara baktığımızda, yüzlerce gazetenin çıktığını ve okunduğunu görüyoruz. El yazması yüzlerce gazete çıkıyor. Ve matbaa bir ihtiyaç sonucu icat ediliyor. Yalnız kalamadığımız ve okuma gibi bir alışkanlığımız olmadığı için toplum olarak, bizim o dönem matbaa talebimiz yok. ”

Göçebeler bu maceralarını, hikayelerini kuşaktan kuşağa sözel olarak aktarmışlardır.

Dolayısıyla asıl konumuza tekrar dönecek olursak; yüzyıllar yaşamış bir imparatorluğun tarihi gibi Anadolu’da küçük bir yerleşim yeri olan kasabamızın hikayeside ağırlık olarak şifahidir, sözeldir.

Günümüzde Çepni Kasabası

Tarih bize gösteriyor ki, bugün adına ”Çepni ” dediğimiz beldemizin ilk kurucuları ”Çepniler” değil ve ilk adı da ”Çepni” değil. Çepni adı verilmeden önce bu beldenin bir adı vardı ve Türkçe değildi. Bundan dolayı; beldemiz Çepni Kasabasının tarihini iki bölüme ayırarak değerlendirmek zorundayız.

Birinci bölüm; bugün, Çepni’nin adını aldığı ”Çepniler” in merkeze inerek yerleşme başlamasından önceki yerleşim süreci, ikinci bölüm ise, yerleşiklerle göçerlerin birlikteliği yani bütünleşme döneminden günümüze kadarki süreç.

Beldemizin ilk yerleşiklerinin Türkmen göçerlerin olmadığını kesinlikle biliyoruz. Bu süreci yukarda değişik boyutlarıyla anlattık.

Kısacası bizler bu topraklara sonradan geldik. Biz göçerdik, buradakiler yerleşik. Buraya, merkeze indikçe bizde yerleşik hayata geçmeye; yerleşik hayatın getirilerine, kültürden sanata bütünleşmeye başladık.

Peki, burayı ilk yurt edinenler kimlerdi ?Nereden gelip buraya yerleşmişlerdi? Yaşam şekilleri, gelenek, görenekleri nasıldı ? Ekonomik Yapıları nasıldı ? Geçimlerini nasıl sağlıyorlardı ?Bütün  bunları beldeye yeni gelenler nasıl karşılamış, kabul etmiş mi; süreç nasıl gelişmiş ve günümüze kadar nasıl gelmiş.

Nerden, niçin gelmişlerdi ? Elimizde bu soruların cevabını bulabildiğimiz sadece bir kaynak bulunmaktadır. Bu, araştırmacı yazar, sanat tarihçisi – Mimar Dr. Zakarya Mildanoğlu’ nun kasabamız üzerine yaptığı      değerli ve önemli bilgileri içeren, ” Çepni Surp Sarkis Kilisesi, Sanat Tarihi Raporu” dur. Bu raporun tamamını bilginize sunmak istiyoruz.

”Ermeni Kaynaklarına Göre Surp Sarkis Ermeni Apostolik Kilisesi’nin Yer Aldığı Gemerek İlçesi ve Çepni Beldesi’nin Tarihçesi *

Gemerek adının kökeni, kuruluş tarihi, kimlerin hangi dönemlerde egemenlik kurdukları, hangi toplulukların kültürel izler bıraktığına ait bilgiler son iki yüzyılda yapılan araştırmalarla daha da zenginleşmiştir. Özellikle Boğazköy ve Kültepe arkeolojik kazılarında ortaya çıkan pek çok bulgu, Gemerek yerleşimimin kuruluşuna dair yeni bilgileri gün ışığına çıkarmış, eksik bilgilerin tamamlanmasını, yanlışların düzeltilmesini sağlamıştır.

Ermenice tarihi kaynakların bazılarında Kapadokya coğrafyasının tümü Kamirk olarak adlandırılmıştır. Ancak kısa bir süre sonra bunun doğru olmadığı anlaşılmış, sadece Sivas’tan Kayseri’ye, Kızılırmak nehrinden güneydeki Melas (Tohma) nehrine kadar uzanan bölge olduğu konusunda mutabakata varılmıştır.

Ermenice kaynakların bazılarında ise Gemerek adının Eski ve Ortaçağ Ermenicesinde, merkezi Kayseri kenti olan Kapadokya ülkesinin adı olan Garmir/Karmir’den geldiği, Garmrag/Karmrag’ın “Cappadocia Minor” anlamında kullanıldığı belirtilmektedir.

Kimmerler ve Gemerek

Ermenice kaynaklarda Gemerek adının, Sivas ile Kayseri arasında Kamirk olarak adlandırılan bölgede bir yerleşim oluşturan Kimmerler’den geldiği ağırlıklı bir görüş oluşturmaktadır. Kutsal Kitapta Komer/Kamer olarak adlandırılan bu bölge, ortaçağ Ermeni edebiyatında Kamirk ya da Kamrats coğrafyası olarak tanımlanmaktadır. Tarihte Persler tarafından Gadbaduga olarak adlandırılmış ve halk lehçesinde Geduk, Gedik olarak biçimlenmiş olduğu, daha yakın tarihli kaynaklarda da Sultan Süleyman’ın Osmanlı İran savaşlarına (1534-1547) ait kayıtlarında Geduk Ova olarak zikredildiği belirtilmektedir. Söz konusu kaynaklara göre; bu adın daha sonraki yıllarda Selçuklu Türkleri ve Türkmenler döneminde de farklı şekillerde telaffuz edildiği ifade edilmektedir. 1899-1890 tarihli Püragn dergisinin çeşitli sayılarında, “Kayseri ve Sivas arasında -Şarkışla Kaymakamlığına bağlı-, Kızılırmak’ın güneyinde Gemerek, Lisanlı, Topaç, Kayapınar, Yapaltin Köyleri, kuzeyinde ise Çepni, Burhan, Dendel, Alakilise Ermeni Köyleri bulunmakta ve Gedik olarak adlandırılmaktadır” açıklaması yer almaktadır. Gemerek ve Çepni ile ilgili detaylı araştırmalar yapılmış ve yayına dönüştürülmüştür.

Gemerek ve Çepni

Çepni, bir dönem Kayseri, günümüzde ise Sivas idari sınırları içinde kalan, Gemerek ilçesine bağlı olan bir beldedir. Nüfusu 20. yüzyıl başına kadar ağırlıkla Ermeni, kısmen de Alevilerden oluşmakta idi. Ermenilerin bu bölgeye gelişinin ilk dalgasını, 726 yılında Paulikyen (  Hıristiyanlığın erken dönemlerinden itibaren, Anadolu’da ve Ermeniler arasında yaşamış marjinal bir Hıristiyan grup. Bkz., Necdet Sakaoğlu,  Türk Anadolu’da Mengücekoğulları, Yapı Kredi Yayını, İstanbul  2005, s. 24-32. ) sapkınlarından kaçan Ermeni köylüler,  ikinci dalgasını ise 1021-1064 arasında Bizans baskılarına dayanamayan Ani, Kars ve Van bölgesinden gelen Ermenilerin meydana getirmiş olduğu kaydedilmektedir.

Yapılan araştırmalarda Çepni adının, etimolojik kökenine ve nereden kaynaklandığına dair somut bir bilgi bulunmamaktadır. Bu adın Çepni Türklerinden geldiği tezi için, ağırlıkla Osmanlı ve kısmen Cumhuriyet arşivlerinde Çepni Türklerinin tarihi, yaşadıkları bölgeler, şehirler,  ekonomik ve kültürel yaşamları ile ilgili yüzlerce belgeye bakılmıştır. Ancak bu kayıtlarda Gemerek’te Çepni Türklerinin yaşadığına ve bir varlık oluşturduğuna dair herhangi bir belgeye rastlanamamıştır.

Diğer yandan Çepni’nin, Sultan Alpaslan’ın 1071’de Anadolu’ya ayak basmasıyla kurulan bir yerleşim olduğu yönündeki görüşlerin ise maddi bir temeli bulunmamaktadır. Zira bu bölgenin tarihi Milat’tan önceye, antik döneme dayanmaktadır. Çepni tarihi ile ilgili bilgilere çoğunlukla, Kapadokya ve bölgeleri,  özellikle Gemerek ve çevresi ile ilgili yapılan araştırmalarda rastlanılmaktadır.

Sınırlı da olsa Eski Ahit, Herodot Tarihi ve Strabon’un Coğrafyası, Ermeni tarihçiler Movses Khorenatsi, Pavsdos Püzant ve Akatankeğos’un eserlerinde bu bölgeye ait ilk bilgiler yer almaktadır. Daha yakın zamanlarda, pek çok Alman, İngiliz, Fransız seyyah ve araştırmacı bu bölgenin tarihine dair yeni verilerle kendi katkılarını getirmişlerdir. Ataları Çepnili olan Mardig Madenciyan, ailesinden kendisine intikal eden el yazması anı kitaplarına, Çepni’ye dair yazılmış olan başka yazılı kaynaklara ve sözlü tarihe dayanarak bir kitap yayımlamıştır. Bu kitap daha sonra üç cilt halinde yazarın kendisi tarafından Ermenice’ ye çevrilmiştir. Madenciyan’ın naklettiğine göre; Çepni yerleşiminin kuruluşu, Kilikya Krallığı’nın (10801375) Memlukler tarafından ortadan kaldırılmasından sonraki bir tarihte, 1375 yılı sonlarına dayanmaktadır. Kilikya’nın köylerinden birinde yaşamakta olan Deli Kalpak ailesinin büyüğü Bados, ülkede hüküm süren iç karışıklıklardan uzaklaşmak istedi. Bados’un öncülüğünde, kendi ailesi olan Deli Kalpaklar, bu kararı uygun gören Şamigyanlar, köyün rahibi Der Vartan, kardeşleri, eşleri ve çocukları ile birlikte kalabalık bir grup oluşturdular. Buna Avedikyan, Saryan ve Melkonyan aileleri de katılarak büyük bir kervan halinde, bir hafta boyunca Toros Dağlarını aşıp güvenli bir biçimde, önce Karaman Beyliği topraklarını geçtiler. Daha sonra Bizans İmparatorluğu sınırlarından içeri girerek kuzeye doğru yola devam ettiler. Bu bölgelerde hiçbir yerleşim yoktu. Vardıkları nehrin güney kıyısında geçici olarak konakladılar. Topluluğun öncüsü Bados ve birkaç kişi ileriye doğru araziyi incelemek üzere, yüzerek nehrin öte yanına geçtiler. Bu nehir Kızılırmak’tı. Birkaç tepe ve vadi aşarak, büyük nehirden fazla uzak olmayan, dağlarla çevrili, içinde akarsuyu bulunan yemyeşil bir vadiye ulaştılar. Bados, burayı anayurt edineceğini söyledi. Diğerleri de aynı fikirde olduklarından ailelerini buraya getirmek için geri döndüler. Dönüş yolunda nehrin güney kıyısından yürüdüler. Bir çayın büyük nehirle birleştiğini fark ettiler. Bu noktada sular sığdı ve yeni yurtları uzakta değildi. Deli Kalpaklarla birlikte yaşayacak aileler gelecekteki yeni köylerine doğru gittiler. Avedikyanlar, Saryanlar, Melkonyanlar onlardan biraz daha öteye ilerlediler. Bados, Rahip Vartan ve Şamig Hovhannes ve aileleri, genç ve yaşlı hep birlikte yardımlaşarak geçici evlerini kurdular. Rahip Vartan Pazarları bir masayı khoran yaparak ayin gerçekleştirmekteydi. Göçmenler daha doğru bir ifade ile kaçaklar, savaş haberlerinden ve siyasi tuzaklardan uzakta yeni bir yaşam sürmeye başladılar. Kendi yaşam alanlarını oluşturdular, ırmağın suları ile beslenen meyve ağaçları diktiler. Köyün yakınında tilki, kurt gibi hayvanların, çeşitli kuşlar, keklik ve tavşanların yuvası olan, sağaltıcı bitkiler bakımından zengin bir orman vardı. Bu ormanın alt tarafında büyükçe bir su kaynağı, bir akarsuya dönüşerek vadi boyunca akıyor ve büyük ırmakla birleşmekteydi. Köyde eski harabe kalıntıları ve bir de mezarlık bulunmaktaydı. Zamanla aileler arası evlilikler kurarak çoğalan köy halkına, buraya gelip yerleşen başka Ermeni aileler de katıldı. Adının Çongaria olduğunu düşünen Ermeniler köylerini böyle adlandırdılar.

Sivas Vilayeti içinde bulunan Çongaria Köyü, Alis Irmağından kuzeye doğru bir kilometre uzaklıkta idi. Kayseri şehri de Çongaria’ya yakındı. Bados’un soyu ve ardılları bu köyde yaşamaya devam ettiler. 1525 yılında taştan bir kilise inşa ettiler. Buradaki Ermeni cemaatine yeni bir rahip hizmet etti.Bizans İmparatorluğu çoktan tarihe karışmış ve Osmanlı İmparatorluğu kurulmuştu. Türkler Sebastia’ya Sivas, Alis nehrine de –içinden doğduğu kırmızı renkli toprakların renginden dolayı- Kızılırmak dediler. Nehrin suyu özellikle köyün yakınında daha kırmızı bir renk alır.

On sekizinci yüzyıl sonlarında, 19. yüzyıl başlarında Ermeni köyüne gelerek burada onlarla yaşamaya başlayan Türkler Çongaria’yı Çepni olarak adlandırdılar. Çepni Köyü Sivas’ın güneybatısında, Kayseri’nin de kuzeyindedir. İki büyük şehrin ortasında bulunmasına karşın Çepnililer Kayseri’den alış-veriş yaparlardı. Kayseri Çepni’ye 105 km, oysa Sivas 130 km uzaklıktadır. Ermeni ve Türk köylüler Çepni’de birlikte uyum içinde yaşadılar. 1900 yılı nüfus verilerine göre; 800 ailenin yaşadığı köyün nüfusu Ermeniler ve Türkler arasında eşit bölünmüştü. Her iki cemaat de, çevre köylerden gelen Türkmen ve Çerkez köylülere birlikte karşı koymuşlardı. Köyün suyu bol, birçok akarsu kaynağı dere, çay mevcuttu ve su değirmenlerinde kullanılırdı. Yeşil bitki örtüsü, verimli toprakları ve çayırları vardı. Su değirmenleri Türklere aitti ama çalıştıranlar Ermenilerdi. Çepni’yi kuran Deli Kalpakların soyundan gelen dört erkek kardeşten yeni bir soy ortaya çıktı. En büyük ağabey Madenci Krikor olarak adlandırıldı. diğerleri Kalusd, Hagop ve Khaçadur da, ağabey Krikor Akdağ Madeni denilen şehre sıklıkla gittiğinden, Madenci soyadı ile anıldılar ( Madencyan (Madenciyan), Prnakravvadz Trakhdı – Pırnakaght Tebi Vochnchutyun (İngilizce’den çev: M. Madencyan:Ravished Paradise, Forced March to Nothingness),

  1. I, 2. Baskı, Ocak 2014 Pasadena California, s. Elmon Hançer, Sanat Tarihçisi Dr. – Zakarya Mildanoğlu, Mimar

Günümüzde beldemizin adının Çepni olma süreci konusunda çok değişik rivayetler, sözlü aktarımlar vardır. Yukarda alıntı yaptığımız ve elimizde olan tek yazılı “anı Kitabı“na göre bu sürec; belde adının Çepni olması,  demografik değişime paralel olarak gerçekleşmiştir. Bu konuda başka bir tez ileri sürmek mümkün olsa da, tarihin akışı bu değişim sürecinin mantıklı olduğu varsayımını güçlendirmektedir. Ancak, tartışmaya açık olabilecek süreç,  beldenin önceki ismi üzerinde olabilir. Her ne kadar  devlet kaynaklarında beldenin önceki adı yazılı olarak geçmesede yöre tarihi ile ilgili yapılan başka araştırmalardan da bu konuda bilgi edinmekteyiz. Yukarda belirttiğimiz gibi Mardig Madenciyan anılarından, belde adının Türkmen göçerleri gelmeden önce Çongaria olduğunu  öğrenmekteyiz. Ayrıca,  Çongaria adından Çepni adına değişim veya dönüşümün 19. yüzyıl başlarında gerçekleştiği ifade edilmektedir. ( Elmon Hançer,  Gemrek İlçesi Çepni Beldesi’nde Kültürel Bir Miras; Surp Sarkis Ermeni Apostolik Kilisesi, Sanat Tarihi Yıllığı,Sayı: 27, 2018)

Ayrıca Prof. Faruk Sümer’in araştırmalarıda bu konuda değişik bilgi vermektedir.…..Ulu Yörük’e dahil oymaklar, İran’da olduğu gibi bölük adıyla anılıyor. Oymaklardan bazılarının Çungar ( ca’ungar = solkol ), Cavurcu gibi Moğolca adlar taşımaları bu topluluğun İlhanlılar devrinde, daha az ihtimal ile Eretneliler zamanında topluluğa mensup oymaklardan bir çoğunun veya çoğunun Alevi-Şii inancını taşıdıkları anlaşılıyor. Onların bu inancı İlhanlılar’dan Olcaytu devrinde almış olmaları çok muhtemeldir. Çünkü adı geçen Moğol hükümdarı sunniliği bırakarak 12 imam şiiliğini kabul etmişti. Topluluğun oymakları arasında bir kaç Oğuz boyuna mensup teşekküllerde vardır.

…İşte bunlardan biri de Çepnilerdir. (Seçuklu Araştırmalar Dergisi, 1970, s. 137 – 138 ) .  ”Ulu Yörük, başlıca Sivas, Amasya ve Tokat bölgelerinde yaşamakta olup, bu topluluğun bazı oymakları batıda Kırşehir ve Ankara bölgelerine kadar yayılmıştır…….Bu topluluğu meydana getiren başlıca bölüklerden her biri muayyen kışlaklara sahip bulunmakta ve onun üzerinde çiftçilik yapmaktadır. Ulu – Yörük Türkleri topluluğu geçmişi ve teşkilatı İlhanlılar devrine kadar gider. Bu topluluğu meydana getiren başlıca bölükler şunlardır.

İl-Beglü, Çepni, Kulağuzlu, Ak-Kuzulu, Ak-Salur, Tatlu, Gerampa, Gökçelü, İkizlü, Şerefeddinlü, Çungar (moğolca:Ca-ungar=sol), Ballı, Çapanlu,, Çavurçı (moğolca

Caverçi,…)(Prof.Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler..sy.197.)

   ”Ulu -Yörük: Ulu-Yörük topluluğunun ihtimal Şark-ı Pare koluna bağlı olup Zile Ak Dağ Madeni arasında ve Çekerek suyu kıyılarında oturuyorlardı. XVII. Yüzyılda Çepni, Çungar ile birlikte Sivasın kazalarından birini meydana getiriyordu. Buradaki Çungar (ca’ungar=sol kol) Moğollardan kalma bir yadigardır….”(a.g.e. sy.328) 

Ayrıca Çungar, Moğolistan’ın kuzey sıradağlarının adıdır. Bir Moğol devleti olan Çungar Hanlığı 1416′ da Doğu Moğolistan’da Togan Han tarafından kurulmuş ve 1460 ‘ da parçalanmıştır. Halkın çoğu batıya göç etmiştir. Çungar, Moğolistan’ın kuzey sıradağlarının adıdır. Halkın çoğu batıya göç etmiştir. Sayın Sümer’in Anadolu tarihi ve göçler konusunda ki araştırma ve birikimlerini göz önüne alıp yukardaki görüş ve tespitlerini değerlendirdiğimizde karşımıza etnik kökenden öte iki önemli durum daha çıkıyor. Bunlardan birincisi kasabanın inanç formları konusundaki farklılıkları yani Alevi ve Sünni yapısı.(Çepni’de yaşayan Alevilikle, Şiilik arasındaki değerlendirmemizi ileride yapacağız.) Bu konu ile ilgili elimizde bulunan bir diğer araştırmayı da buraya almak istiyoruz. ”1443’de Selçukluların Moğollara yenilmesiyle Anadolu’da, Bozok Bölgesinde Moğol işgali başlamıştır. Moğolların Anadolu’da idareyi ellerinde tutabilmeleri ve güvenliği kendi menfaatleri doğrultusunda sağlayabilmeleri için asker bulundurmaları gerekiyordu (F. Sümer) Bu amaçla gönderilen askeri birlikler aile ve sürüleriyle beraber Orta Anadolu Bölgesi’nin bilhassa Sivas, Kırşehir, Kayseri ve sonraki Bozok yörelerine yerleştirilmişti. Moğolların İçtimai ve siyasi yapıları gereği Türklerde olduğu gibi ‘’sağ’’ ve ‘’sol kol’’ olmak üzere ikiye ayrılarak teşkilatlandıklarını biliyoruz. Sağ kolu Bar’ungarlar, sol kolu da Ça’ungarlar oluşturmaktaydı (Sümer 1969:119). Bozok Bölgesine yerleşen veya burada göçebe halinde bulunan Moğollar ise daha çok Ça-ungarlara mensuptular. Ça-ungar (Çungar)ların bakiyelerine TD.30 ve 31’de ‘’Çungar’’ olarak tesadüf edilmektedir.”

16.yy’da Bozok Sancağının etnik yapısı, Bozok’lu Türkmen gurupları ile az miktarda olmak üzere Moğol bakiyesi  (Çungar – Tatar) ve gayr-ı Müslim halktan oluşmaktadır. Boz-oklu Türkmen kabile ve cemaatleri bölgeye sonradan gelmişler ve hâkim kültürün esas unsurunu oluşturmuşlardır. (Y. Koç, Adı geçen tez: Sy.28)”(Yunus Koç, Hicri 983 Tarihli Mufassal Tahrir Defterine Göre Bozok Sancağında İskan ve Nüfus.1988 (Hacatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensttüsü Yüksek Lisans Tezi.17)

Sonuç olarak beldemizin adı üzerinde elimizdeki mevcut kaynaklar bunlar olup ”Çepni ” adının yerleşmesinden önceki belde adının ”Çongur – Çongar” veya ”Çongaria” olarak geçmesi ve bu ismin, Moğol uzantılı mı yoksa Kilikya Ermenilerinden gelen bir isim mi olduğu konusunda ki değişik bilgiler olduğu görülmektedir. Bizim burada doğru bilgi olarak kabul edebileceğimiz tez elbette arşivlerde kayda düşmüş, yani Yusuf Koç’un taramalardan çıkardığı sonuç olacaktır. Ayrıca burada Sivas Kayadibi bucağına bağlı ”Çongar Köyü” olduğunu da hatırlatmalıyız. Prof. Faruk Sümer’in Moğol – Çongar – Çepni bağlantısı ve değerlendirmesinin beldemizden ziyade bu köyün genel yapısıyla örtüştüğü görülmektedir. Bazı kaynaklarda burasının 12. yüzyılda Suriye (Halep) üzerinden gelen Oğuz Bozok kolunun Alkırevli Türkmen aşiretlerince kurulmuş olduğunu belirtilse de Çepni’nin ilk kurucularının Ermeni ailelerin olduğu konusunda ihtilaf yoktur. Burada sayın Sümer’in “Çepniler” araştırmasında bağlantıları kurarken ”…. Muhtemeldir” yaklaşımı bize yeterli kanıt sayılacak kaynağın olmadığını gösterir. Çepni’de  “Bugün “Çongur” ismi ile örtüşen bir aile, sülale var mı? “ sorusunun cevabı “Hayır”dır. Bu nedenle “Çepni Çongur” adlandırası havada kalmaktadır.

Çepnilerin kasabaya yerleşmeleriyle ilgili Tarihçi Ali Bıyık’ın yaptığı son araştırmalar, özellikle Şarkışla ve çevresi ile ilgili tahrir defterlerindeki taramaları günümüze kadarki bazı ezberleri bozacak gibi. Bizim için Ali Bıyık’ın bu okumaları yarın için çok anlamlı ve araştırmalara kaynak teşkil edecek değerdedir. Bu okumalarda ilk yerleşikler Kızılkocaoğulları görülmektedir. Yine Alaybeyleri ve Dervişağalar kabileleri de Çepni’nin ilk yerleşiklerindendir. Bu iki ailenin beldeye ne zaman geldikleri tam olarak bilinmemekle beraber beldenin bir Türk yerleşim yerine dönüşümünde etken oldukları aşikardır.

 Belge I:

“1529 ve 1542 tarihli defterlerde nüfus yaşadığı halde yaylak, kışlak ve mezraların neden köy olarak kaydedilmediği ve buraların köy olarak kaydedilen 9 yerden farkının ne olduğudur. Daha açık bir ifadeyle meskûn olmasına rağmen yaylak, kışlak ve mezralar ilk defterlere köy olarak kaydedilmemişken, aynı yerler on beş sene sonraki tahrirde neden köy olarak kaydedilmiştir?

Bunun altında hangi gelişme ve düşünce yatmaktadır? 1529 tarihli ilk tahrirde Sızır, Çatçugez, Çepni, Rumdiğin, Gemerek ve Hancuk. 1542 tarihli ikinci tahrirde ise bunlara ek olarak Şehirkışla, Çubukhanı, Müşalim, Ilısu ve Kantariz/Cantariz köy olarak kaydedilmiştir. Bahsedilen köyler arasında yer alan Sızır, Çepni, Rumdiğin, Gemerek ve Müşalim köylerinin tarihlerine ait bazı bilgilerimiz mevcuttur. Örneğin Sızır, aşağıda da bahsedileceği üzere, bölgede 1511 tarihinde büyük bir isyan çıkartan Şah Veli’nin yaşadığı bir yerdir. Şah Veli’nin etrafındakilerden en azından bir kısmının buranın sakinleri olduğu düşünülebilir. Dolayısıyla Sızır’ın Osmanlılardan önce zaten kalabalık bir nüfus barındırdığı ve meskûn olduğu anlaşılmaktadır. Yine Çepni karyesi Dulkadir oğullarından İsa Bey’in yurdu olup buraya Kızılkocalı kabilesine ve İsa Bey’e tabi kalabalık bir grup yerleşmiştir.16 Köyde Çepnilerin yanı sıra gayrimüslimlerin de yaşadığına bakılırsa, muhtemelen burası Çepnilerin gelmesinden önce gayrimüslimlerle meskûn eski bir yerleşim yeridir. Gayrimüslimlerle meskûn olan köye gelerek yerleşen Çepniler isimlerini buraya vermişlerdir.“

 Belge II.

“Kızılkoca ailesi Çepniye yerleşen ilk Türkmen ailesidir. Bugün bu ailenin torunları kasabada yaşamaktadır.”

“KKA TD30,s.108/a-Çepni köyü 1529’da, üç Müslüman ve otuz altı Gebran nüfusu vardır.”Yurd-ı İsa Bey bin Kızıl Kocalı” kaydı düşülmüştür. BOA TD 155,s.258,1556’de ise otuz altı Müslüman ve kırk yedi Gebran nüfusu vardır. Belgede “Tımar-ı Şah Mehmed veled-i Memiş Bey” kaydı düşülmüştür. BOA TD 315,s.438, -1576’ta ise, yetmiş sekiz Müslüman ve elli Gebran nüfusu vardır. KKATD 30,s.108/a”

“Bozulus, Akkoyunlulardan kalma, büyük kısmı Bayındır boyuna dayanan Türkmen halkına Osmanlı defter kayıtlarında verilen isim.“

 Belge III:

“1071’den sonra Şarkışla ve Gemerek bölgesini Bozok Türkmenleri yurt tutmuşlardır ve şenlendirmişlerdir. Bölge 1071’den hemen sonra 1178’e kadar Danişmendi Türkmenlerinin yurdu olarak bilinmekte iken 1178 tarihinden sonra Türkiye Selçukluları Devleti tarafından topraklarına katıldı. İlhanlılar, Kadı Burhanettin, Eretna, Timurlu Devletinden sonra bölgeyi mamurlaştıran Dulkadirliler olmuştur. Dulkadirlilerin 1522’de Osmanlı Devleti’ne ilhakından veya Osmanlıların işgalinden sonra bölge Bozok Sancağına bağlı Gedük, Çubuk ve Emlak olarak teşkilatlandı. Selçuklular devrinde bölgede yaşayan Türkmenlere Danişmentli Türkmenleri denildi. Lakin bölge zaman içinde göçler ve işgaller sonucu değişik devletlerin himayesine girdiği için başka isimlerle anılmıştır. Fakat bölgede yaşayan halkın çoğunluğu daima Bozok Türkmenleri olmuştur.”

Kaynak: Tarihçi Ali Bıyık

 Çepniler’in Kasabaya Yerleşim Süreci ve Eski Yerleşim Yerleri

Ne kadar sürdüğü bilinmemekle beraber, Türkmen göçerlerin merkeze inerek yerleşik hayata geçmesi uzun sürmemiştir. Kasaba çevresinde ki eski yerleşim kalıntılarından bunu anlıyoruz. Hemen hemen de çevreye gelen Türkmen göçerlere ait bu yerleşim alanlarında herhangi bir kalıntı, bir harabe veya eser; yani maddi delil yoktur.

Kasabanın Yerleşimi

Bundan da anlaşılmaktadır ki göçerler, merkezde yerleşik hayata geçmeden önce yerleştikleri alanları kendilerine otlak – mera olarak tutmuşlardır. Zaman içinde de bu bölgelerin adı o obanın – topluluğun adıyla anılır olmuştur.

Çepni tarım alanı ve meralarının genel görünüşü

 

Kasabanın Mevkileri

Çepni Kasabası, alan olarak Sivas’ın en büyük toprağına sahiptir. Kasabanın toplam arazisi 90.000 ile 100.000 dekardır (dönüm).

40.000 ile 42.000 dekarlık kısmı ekilebilen, bunun da 1.500 dekarlık alanı, sulu alandır.

Kuzeyi yaklaşık 5500 metre uzunluğunda ve yer yer 4 metre yükselen kayalıktır. Kayalığın üstü düzdür.

Kasabanın rakımı 1242 m.

Çepni’nin Yöre (Mevki) Adları

1.            Pınarbaşı

2.            Balık Çiftliği

3.            Sazak

4.            Tıhnazın Boğaz

5.            Gallik

6.            Kumurdu

7.            Gölbez

8.            Bilalın Pınarı

9.            Kınalı Kapı

10.        Gögesin İni

11.        Çağlaca

12.        Müftünün Çayır

13.        Çul Yırtan

14.        Cemilin Ağıl

15.        Eyvazın Bağı

16.        Hezen Deresi

17.        Abdal Yolu

18.        Kanlıoğlanın Ağıl

19.        Delibayır

20.        Tülek Yurdu

21.        Yılanlı

22.        Güllüoğlunun Dere

23.        Ağacatepe

24.        Kuştepesi

25.        Damlapınar

26.        Benzinlik (Erdal’lar)

27.         Hatemin Değirmeni

28.         İsmayilin ve Hidayetin Değirmeni

29.         Asımın Benzinliği

30.         Derindere

31.         Hidayetin Değirmeni

32.         Cafarın Dere

 

33.  Yürüal (Yürü Ali)

34.  Kel Hasanın Çayır

35.  Dimik Hamdinin Ağıl

36.  Yörük Deresi

37.  Asma Ağıl

38.  Deli Kızın İni

39.  Buvelek Deresi

40.  Güngörmez

41.  Kızıl Eniş

42.  Güllük

43.  Ağasarıgilin Ören

44.  Mehdinin Kaya

45.  Kesme Pınar

46.  Sincan

47.  Tilkipoğuz

48.  Cafarın Dölek

49.  Cafarın Dere

50.  Müftünün  Değirmeni

51.  Dervişin Değirmeni

52.  Mezarlık

53.  Küçük Kızın Ağıl

54.  Hasibin ağıl

55.  Dürme Pınar

56.  Cindarın Damı

57.  Kamışın Dere

58.  Yedi Dağ

59.  İncebel

60.  Kuşburnu Pınarı

61.  Yüce

62.  Ağa Dere

63.  Heblem Taşı

64.  Musafendinin Ağıl

65.  Tek Mezar

66.Kara Osmanın Damı

İdari Yapısı  

Günümüze Çepni idari   olarak Gemerek   kazası ve      Sivas    iline bağlıdır.
27.02.1953 tarih ve 6068 kanun nolu kararla 1 Mart 1953 tarihinde Gemerek ilçe olur. Bu karar sonunda, köy statüsünde ve Şarkışla’ya bağlı, muhtarlıkla idare edilen bir köy olan Çepni’de kasaba olur ve Gemerek’e bağlanır. Yani, 1954′ de muhtarlıktan   belediyeliğe geçmiştir.

Muhtarlar (1953 yılına kadar)

Halil Tataroğlu

Behçet Hamzaoğlu Mehmet Altay Hasip Özkan

Ömer Fırat

Mustafa Uludağ

Ömer Yıldırım Seyda Uçar Zühtü Yüce

Hafız Öcal

(Not: Muhtarlık sırasını tam olarak tespit edemedik)

 Belediyelik ve Başkanlar

1954 ‘den günümüze kadar, yani 2019 belediye seçimlerine kadar, seçim veya atama ile gelen belediye başkanları: Halil Tataroğlu 1954 – 1955 Seçimle gelmiştir. !954’den önce köyün son muhtarıdır. Yapılan   referandum sonucu muhtarlıktan belediyeliğe geçen köyün ilk Belediye Başkanı    olarak göreve devam etmiştir.

 HALİL TATAROĞLU: 1953 – 1955
1953 yılında muhtar olarak seçilen Halil Tataroğlu, köyün 1954′de belediye olmasıyla yapılan referandumla ilk belediye başkanlığı görevini üstlenmiş ve 1955 seçimlerine kadar hizmet etmiştir. İki yıl gibi kısa bir süre başkanlık yapmasına rağmen icraatları, idarecilik özellikleri ve yönetimindeki kasabayı koruyuculuk ve etik değerlere verdiği önem, günümüzde dahi örnek bir belediyecilik olarak anlatılır. Mesleği çiftçi.

ZÜHDÜ YÜCEL : 1955 – 1960
Bazı ilkler bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Kasabaya otobüs alınmıştır. Meyveciliğin, örnek elmalık projesi ile gelişmesi, çoğalması sağlanmıştır. Kasabadaki meyve çeşitliliğinin sebebi budur.

ALİ ÖZALP: 1960 – 1963
Bu dönem Türkiye genelinde seçilmişlerin yerine atanmışların yönetime başladığı dönemdir. 1960 ihtilali olmuş ve kasabamıza da Ali Özalp belediye başkanı olarak atanmıştır. Çepni’de ki eğitimin gelişmişliğinde en büyük etkiye sahip Ali Özalp öğretmenimiz seçilmiş belediye başkanı gibi hizmet etmiştir. İlkokul bitirilmiş (1961), ortaokul inşaatına başlanmıştır. Yol ve içme suyu çalışmaları da önemlidir. Mesleği öğretmen.

OSMAN AKDAĞ: 1963 – 1964
Atama ile gelen Osman Akdağ 1964 seçimlerine kadar, yani bir yıl görev yapabilmiştir. PTT binasının hizmete girmesi ve içme suyu projesinin bitirilmesi bu dönemin çalışmalarıdır. Mesleği öğretmen.


HAYDAR ÜNAL : 1967 – 1973
Bağımsız olarak seçilen Haydar Ünal döneminde yapılanlar: Kasabanın elektrik hatları tamamlanmıştır. Ağaçtan yapılmış Kızılırmak köprüsü yerine bugünkü beton köprü yapılmıştır (1971). Sağlık ocağının ilk çalışmaları (yer tespiti) bu dönemdedir. Ayrıca kasabaya devlet tarafından, bir adet otobüs, bir adet taşıma minibüsü, bir adet kamyon ve bir adet makam arabası verilmiştir. Bu yapılan iyi şeylerin yanında yapılmaması gereken, Zühdü Yücel tarafından yapılan yüzme havuzunun kapatılmasıdır.


SADIK YÜCEL: 1973 – 1980
Mahkeme kararıyla tekrar belediye başkanı olan Sadık Yücel, kaldığı bir yıllık görevde önceki işlere, kanalizasyon ve yol yapım çalışmalarına devam edilmiş, ayrıca belediye ye makam arabası alınmıştır.


BAHATTİN YALÇIN: 1980 -1983
1980 askeri ihtilal sonucu atanmayla belediye başkanı olan Bahattin Yalçın, üç yıl görev yapmıştır. Kanalizasyon çalışmalarının ilk bölümü (700m.) bitirilmiş, bugünkü çay bahçesinin arsası istimlak edilmiş ve On bir Evlerin elektrik şebekesinin döşenmesi bitirilmiştir. Yine Pınarbaşı su projesi bu dönemde yapılmıştır. Mesleği öğretmen.


TİMUR AYDOĞAN: 1984 – 1999
Arka arkaya üç dönem belediye başkalığı yapan Timur Aydoğan kasabaya birçok hizmeti kazandırmıştır. Pınarbaşı suyu kasabaya getirilmiştir. Sokaklara parke taşı döşenmesine başlanmıştır. Halk kütüphanesi hizmete açılmıştır. Mevcut belediye binası yapılmıştır. Uğur Mumcu mahallesinin alt yapı hizmetleri bitirilmiş ve 1500 abonelik telefon santralı hizmete sokulmuştur. Kasabanın elektrik şebekesi genişletilmiştir. Bu dönemde alınan araçlar: Bir adet otobüs, bir adet vidanjör, bir adet kepçe, bir adet minibüs, bir adet kamyon, bir adet traktör, bir adet ambulans, bir adet itfaiye aracı, bir adet cenaze yıkama aracı alınmıştır. Belediye bu dönemde bilgisayarla tanışmıştır. Mesleği Astsubay.


MEHMET URAL:1999 – 2004
Seçimle göreve gelen Mehmet Ural kanalizasyon hattını Kızılırmak’a kadar indirmiştir. Ara sokakların parke taş döşenme çalışmalarına devam edilmiştir. Kurban Pınarı mevkiinden getirilen su ile çeşmeler yapılmıştır. Belediye kepçesi yenilenmiş ve bir adet greyder alınmıştır. Belediyenin önceki borçlarını ödeyerek ve kendinden sonraki döneme büyük maddi meblağ ile belediye kasasını devreden ilk belediye başkanıdır. Bir dönem başkanlık yapacağını söylemiş; yapmış ve bir daha aday olmamıştır. Mesleği astsubay.

HÜSEYİN ERDAL: 2004 – 2009
Seçimle göreve gelen Hüseyin Erdal’da görevi döneminde kasabamıza değerli hizmetler yapmıştır. Uğur Mumcu Mahallesi ve Dere Mahalle’nin kanalizasyon şebekelerini tamamladı. Belediye otobüsü yenilendi, yol süpürme aracı ve belediye makam otosu alındı. Sokakların parke taş kaplama çalışmalarına devam edildi. Nahar yolunun köprüsü ve çevre arazilere birçok sulah yapıldı. Önceki dönemlerde yapılıp ta zamanla yıpranan, yıkılan yatırımların yenilenmesi ve tadilatı yapıldı. Kızılırmak suyunun HES (Hidro Elektrik Santralı) için kullanılması işlemleri bu dönem başladı. Mesleği öğretmen.

HURŞİT İMREN: 2009 – 2014
Seçimle gelen Hurşit İmren görevde kaldığı süre içinde Çepni’nin kalabalıktan düşmemesi için çalıştı. Kasabanın nüfusunun artması için gerek yurt dışındakilerin gerekse yurt içinde değişik yerlerde yaşayan Çeşnililerin nüfus kayıtlarını buraya aldırmak için çalıştı. Yayla yollarını normal araba ile gidilebilecek şekilde açtırdı. Bu dönemde HES dediğimiz elektrik üretme tesisleri faaliyete geçti. Çepni’nin en verimli topraklarının ortasından geçen Kızılırmak adeta bir dere yatağı konumuna geldi. Emekli subay.

MURAT UÇAR: 2014 – 2019
Seçimle gelen Murat Uçar’ın görevi süresince belediyenin kısıtlı maddi kaynaklarına rağmen yapılması gereken rütün işler aksamamıştır. Çepni’nin yurt dışı örgütleriyle, özellikle Almanya’da 1980’den beri faaliyetini kesintisiz sürdüren Çepni ve Çevresi Yardımlaşma Derneği ile başarılı çalışmalar yapmıştır. Bunların en önemlileri, kilisenin Etnografya Müzesi olarak restorasyon işlerinin bürokratik ayağının tamamlanması, arkeolojik önemi bakımından korunması gereken Kınalı Kapıdan Tıhrazın dereye kadar olan kuşağın ve hamamlarımızın ” birinci derecede sit alanı” olarak tescili sayılabilir. Yine kasabanın atık su kanal şebekesi tamamen yenilenmiş ve içme suyu şebekesinin de yenilenme çalışmaları çoğunlukla bitirilmiş ve 2019 başlarında tamamlanması öngörülmektedir.

ZERENER DAMLAPINAR: 2019 –
(Görevini tamamlayınca çalışmaları yazılacak)

Belediye başkanlarından Ali Özalp, Osman Akdağ ve Bahattin Yalçın, dönemlerinin siyasi şartları gereği ( askeri darbeler sonucu yerel idarecilerin çoğu değiştirilmiştir) seçimle değil atama ile başkan olmuşlardır.

Her ne kadar 1953 yılından günümüze kadar belediyelikle yönetilmiş olsak da bugün, kasabanın bu idari konumu tehlikededir. Türkiye bazında yerel idarelerde yapılan birleştirme veya ayrıştırma diyebileceğimiz değişiklikler sonucu bazı beldeler belediyelikten tekrar köy veya mahalle statüsüne düşmüştür. Bu değişimi belirleyen resmi kayıtlı nüfustur. (2009 da yürürlüğe giren yerel yönetimlerle ilgili kanun gereği, kasabanın nüfusu iki bin den aşağı düştüğü için köy olma sorunu yaşanmıştır. İçişleri bakanlığının nüfusu 2000’den az olan beldelerin belediyeliklerinin düşmesine yönelik kararına karşı açılan dava, Anayasa Mahkemesinin 6.12.2008 günlü, 27076 sayılı Resmî Gazete’ de yayımlanan 31.10.2008 günlü, E:2008/34, K:2008/153 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve eski yasa gereği seçimler yapılmıştır. 2009 yılındaki bu kritik durumun atlatılmasından sonra 2014 yerel seçimlerinde de aynı sorunlar gündeme gelmiş fakat belediyelik statüsünde bir değişiklik olmadığından normal seçimler yapılmıştır. Dolayısı ile, kasabamızın, kasaba olarak kalması ve benzeri sorunların yaşanmaması için; nüfusun çoğalması yönünde gerekli çalışmalar zaman geçirilmeden yapılmalı ve süreklilik kazanacak şekilde tedbirler alınmalıdır. Diğer taraftan Danıştay’ın aynı kararının üçüncü maddesi de;

Madde 3. ”Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın önerisi ve Bakanlar Kurulu kararı ile ilan edilmiş turizm bölge, alan ve merkezleri ve kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri” kapsamında kalanlar ile ”Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca saptanan 2008 yılı turizm öncelikli yöreler” listesinde yer alanlar, yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.)

Bu karar maddesi ne demektir ? Kasabamızın bugünkü belediyelik statüsünü daim kılacak en önemli yasal madde budur. Kilisenin restore çalışmalarının tamamlanarak bir ”Etnografya Müzesi” olarak, kültür ve inanç turizmi kapsamında kazandırılması, yine aynı şekilde kayalıklarımızın doğal yapısı korunarak yapılacak ulaşım ve gözlemleme düzenlemeleri ile tarihi – arkeolojik özelliğinin ortaya çıkarılması; bununda kültür – tarih – turizm amaçlı değerlendirilmesi (sit alanı kapsamına alındı) kasabanın da ufkunu açacaktır.

Nüfus

Kasabanın nüfusuna bakıldığında, yıllara göre sayılarda çok farklılıklar görülür. Bunun nedeni kasaba halkının, özellikle de genç nüfusun memuriyet dolayısı ile yurt içi, 1960’lardan sonrada çalışmak için yurt dışı göçüdür. 1990’lardan sonra bu göç daha da belirginleşmiştir. Elbette bunun nedeni ekonomiktir. Kasabadan ayrılanlar gittikleri yerlere yerleşmişler. Bugün genellikle, Kayseri, Adana, Mersin, İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir, Didim’de azınmayacak kadar Çepnili aile kiracı değil, yerleşik olarak yaşamaktadır. Bir kısmı yaz tatillerinde kasabaya gelseler de bu bir ziyaret seviyesinde kalmaktadır.

Kasabanın geleceği ve idari statüsünü ilgilendiren bu nüfus istikrarsızlığı üzerinde düşünülmesi ve çözüm bulunması gereken sosyal bir olaydır.

 

Yıl Erkek Kadın Toplam
2020 624 673 1297

Çepni’nin idari şeklinin belirlenmesinde en etken unsur olan yurt içi göçler ülkenin ekonomik durumuna göre şekillenmektedir.

Son zamanlarda dikkat çeken husus; yurt içi göçlerin geri dönüşe doğru eğilim göstermesidir. İnsanlar şehir hayatının zor koşullarına karşı, kırsal yerleri yani ”köy hayatını”  aramaya başlamışlardır. Çepni’de de bu durum gözlenmektedir. Emekli olanların büyük çoğunluğu tekrar kasabaya, aile yuvalarına dönmek için çalışmaktadır. Bu nüfus açısından olduğu kadar, genelde ihtiyaç duyulan sosyal olanakların (sağlık hizmetleri, kütüphane, tiyatro, spor gibi eğitsel aktiviteler, kültür ağırlıklı etkinlikler vb.) tedariki yönünde de açılımları beraberinde getirecektir.

Yurt dışı göçlere gelince, durum biraz farklıdır. Yurt dışı göçlerin geri dönüş olmaması ekonomik durum ve aile birliği ile ilgilidir. Henüz yurt dışı yaşam şartları ve sosyal olanaklar Türkiye kadar zor ve belirsizlik içermemektedir. İkincisi insanlar her ne kadar yurt dışına geri dönmek ve ülkelerinde iyi – rahat yaşamak arzusuyla gitmişlerse de orada yerleşik hayata geçmişler, mülkiyet sahibi olmuşlardır. Çocukları orada evlenip aile kurmuşlardır. Öyle ki, eş seçimi bile kökten değişim geçirmiş; köylüm olsun, memleketlim olsun ve hatta Türk – Müslüman olsun kriterleri bile ikinci planda kalmış, hatta bunlar, tamamen değer olmaktan çıkmıştır. Burada şunu da unutmamak gerekir. Yurt dışında yaşayanların yaşam ile ilgili beklenti ve değerlendirmeleri yurt içindekilerden farklılaşmıştır.

Onlar ülkelerindeki sosyal – ekonomik ve siyasal gelişmeleri yurt içindekilerden daha çok takip ettiklerinden (gurbet -özlem psikolojisi) her değişim ve olayın etkisiyle geri dönüşü risk olarak görmektedirler. İşte bu yeni yaşam şekli, yurt dışı göçlerin geri dönüşüne engel olmaktadır. Türkiyeli olmak; ülkelerinde tatil yapmak şeklinde algılanmaktadır.

Yurt dışında yaşayan Çeşnililerle ilgili Wuppertal Derneğimiz adına yapılan bir araştırma bu konuda bize daha geniş bilgi verebilir. Bu araştırma – değerlendirme, 2010 yılında kasabamızda yaptığımız ”Çepni Kasabası Sorunları ve Çözüm Önerileri” sempozyumunda halkın bilgisine sunulmuştur.(Bkz. Syf.260)

Mahalleler ve hane sayısı:

Alaybey Mahallesi 738

Ş. Mehmet Aras Mahallesi 1052

Uğur Mumcu Mahallesi 153

Toplam hane 1943

Kasabanın hane sayısı ve günümüz nüfusu karşılaştırıldığında aradaki oransızlık bir şeylerin normal gitmediğini gösterir. Biz burada bazı söylemleri tekrarlıyoruz. Aynı cümleleri kuruyoruz. Bunun nedeni, okuyucularımızın dikkatini bu dengesizliklere ve sürecin normal olmadığı noktasına çekip düşünmelerini sağlamaktır.

Yine de tekrarlayalım. Acilen; İnsanlarımızın emeklilikten sonra kasabaya dönmesi ve geri kalan yaşamlarını burada idame ettirmesi için çalışma yapılmalıdır. Elbette ekonomik sorunlar ve çalışma hayatı sınır tanımaz. İnsanlar bu ihtiyacını nerede karşılıyor, nerede daha rahat ediyor veya nerede kendi ve çocuklarının geleceğini daha sağlıklı görüyorsa bu yurt dışı da olabilir oraya yerleşebilir. Bu insanların doğal hakkıdır ve başkasının tesirinde kalmadan kendi tasarrufudur. Buna herkesin saygı duyması gerekir. Kimse kimseyi neden kasabadan gittin, neden gelmiyorsun, neden nüfusun başka yerde diye suçlamamalı, dışlamamalı. Şunu yine hepimizin kabul etmesi gerekir ki, Çepni, ister orada yaşanmış olsun , isterse başka yerde, sınır ötesinde hepsinin kalbinin attığı bir yerdir. Burada şu soruyu da sorabiliriz. Hiç mi eleştirilecek yanımız yok ? Elbette var. Bu beklentilerimizle ilgilidir. Yani, kasabamızdan birçok önemli akademiker, bürokrasinin üst kademesinde ter almış şahsiyetler kendi yetki ve çalışma alanlarındaki olanakları kullanarak veya mesleki, kişisel becerilerini kullanarak Çepni’yi değiştirme, dönüştürme çabası içine aktif olarak girmemektedirler. Çepni’deki bu birikim, her biri bir coğrafi bölgede tek başına yükselen bir dağ gibi durmakta.  İşte bu kopukluk, buna bireysellik de diyebiliriz. Çepni için ortak düşünce ve eylemi engellemekte, sonuçta bu nüfus sorunu, tarım sorunu, ihtiyaçların temini sorunu gibi ortaya çıkmaktadır. Son zamanlarda koca kasabanın sorunları üzerinde düşünmek, tartışmak ve çözüm üretmek; parmakla sayılacak kadar birkaç insanın göreviymiş gibi algılanmaktadır. Bu durumun Çepni’ye daha çok zarar vereceği ve bundan kurtulmanın, yeniden bir sıçrama yapmanın zorunlu olduğu düşüncesiyle kasabamızın, akademik bilgi birikimiyle mesleki tecrübesini bir araya getirmek zorunluluğu doğmuştur.

Bütün bu olumsuz değişim ve gelişmelerden dolayı, Prof. Muzaffer Yücel ve Emsalettin Temel tarafından   2010 yılında kasabamızda iki gün süren ”Çepni Kasabasının Sorunları ve Çözüm Önerileri” sempozyumu düzenlenmiş; bütün sorunlar masaya yatırılmıştır. Tamamen kasabamızın akademisyenlerinin oluşturduğu kurul kendi meslek alanları doğrultusunda ve genel olarak on iki sunum yapmışlardır. Oturumlarda her başlık tespit – teşhis ve çözüm önerileriyle tartışılmıştır. Çözüm önerileri net olarak ifade edilmiş ve halka, idare birimlerine (belediyeye) neyi nasıl yapmaları gerekir anlatılmıştır. Peki bunlar pratiğe yansımış mıdır ? Üzülerek belirtelim ki, yerel yönetimimiz bu önerileri göz ardı etmiştir. Çepni tarihinde bir ilk olan, belki de bir daha yapılmayacak bu akademik toplantının görmemezlikten gelinmesi, verilerinin değerlendirilip yeni bir yapılanma planının uygulanmaya konulamaması sorunlarımızın artmasına, çözümünün de zorlaşmasına yol açmıştır. En azından Nüfus Sorunu konusunda öneriler yapılmış olsaydı bugün kasaba mı, köy mü olacağız ikilemi arasında kalınmazdı diye düşünüyoruz. Yine de zaman geçmiş değildir. Yukarda da ifade ettiğimiz gibi insanlarımız, ekonomik ve iş ortamı yüzünden on iki ay Çepni‘de yaşayamazlar ama en azından yılın, tatillerinin bir bölümünü Çepni’de geçirmeleri, nüfuslarını buraya aldırmaları sağlanabilir. Bunun için genel beklentiler; ; sağlık, sosyal etkinlik, alt ve üst yapı sorunları olmayan ve ulaşım gibi ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir yapılanmaya gidilmesi yönündedir. Kısacası kasabayı, ” denizi olmayan bir tatil köyü” gibi düşünmek ve bu yönde konsept geliştirmek ve gerçekleştirmek hem emekli nüfus için geri dönüşü teşvik eder hem de tatillerini dışarda geçiren genç – orta nüfus için çekim alanı oluşturur.

Bu çalışmalarla beraber yapılması gereken bir işte; yukarda da işaret ettiğimiz gibi beldenin kültürel ve arkeolojik yapısının bilimsel değerlendirilmesiyle beldeye ”turizm alanı” vasfının kazandırılmasıdır.

Çepnili kadınlar…( Wuppertal-Almanya, Çepni Fotoğraf Sergisinden)

Bu çalışmalar belediye başkanlığı öncülüğünde,  halk ve derneklerinde aktif katılımı sağlanarak yürütülmelidir. Bu konuları, çalışmamızın sonuna doğru tekrar ele alacağız.

Kasabada Eğitim

Çepni halkı eğitime çok önem vermiştir. En alt eğitim seviyesi ortaokuldur (İlköğretim). Yüksek eğitim görmüş, akademik kariyer yapmış insan kaynağı da çevreye göre ilk sırada yer alır.

Özellikle 1950’lerden sonra aileler kız veya erkek olsun çocuklarının eğitimi için her türlü çabayı göstermiştir.
Çepni halkının eğitim konusundaki bu hassasiyetinin kaynağı kendi tarihinde, geçmişinde yatmaktadır.
Bu açıdan, Çepni ‘de eğitim konusunu iki başlık altında irdelememiz gerekir.
Bunlardan birincisi Cumhuriyet öncesi eğitim, ikincisi Cumhuriyetin ilanından sonraki eğitim.

Biz öncelikle ikincisinden başlamak istiyoruz.

Cumhuriyetin ilanından sonra, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin inşa ettiği, 1928’de tamamlanan ilk resmi okul binası.

Resmi olarak yapılan ilk “mektep”

İlkmektep yeni yapılmış, duvarları daha sıvanmamış…

Kapıya ”YAŞASIN CUMHURİYET”  yazısı asılmış…

Resmi olarak yapılan bu İlkmektebin yapılış tarihi 25 Ekim 1928 yılı olarak görülmektedir. Okula ilk atanan öğretmen. Okula Ankara’da atanan ilk öğretmen ise Bölükbaşı Oğlu Mustafa Oğlu Bahri Bey öğretmendir.

Okulun bitirilmiş hali…

İlkmektebin 1928’de eğitime başlaması demek o zamana kadar eğitimin olmadığı, yapılmadığı anlamına gelmez. Köy odalarında ve camide derslerin verildiği anlatılır. Fakat bu dersler ağırlıkla dini dersler ve Arapça harfleriyle (Osmanlıca) yazma dersleridir.

1928’de açılan bu ilkmektep, Cumhuriyetin ilanı ile başlayan aydınlanma hareketinin Çepni’deki ilk adımıdır.

 Cumhuriyet öncesi eğitim konusunu ilerde Fransız Koleji başlığı altında irdeleyeceğiz.

Eğitimin ekonomiye etkisi olduğu gibi ekonominin de eğitime etkisi vardır. Bu açıdan halkın ekonomik durumunun iyi olması da eğitimin önemsenmesine katkı sunmuştur.

Çepni Belediye Başkanı olan Halil Tataroğlu’nun dedesi Kızıl Sakallı Müftü Sadık Efendinin eğitim için Mısır’a, (Kahire) gitmesi, El – Ensar Üniversitesi‘nde  ilahiyat okuması; belde de belli bir bilgi birikiminin olduğunu gösterir. Bu ve benzeri şahsiyetlerin köydeki okuma – yazma ya katkısı oldukça fazladır.

Bütün bu etkilerden dolayı çevre beldelerle karşılaştırıldığında Çepni’nin eğitim – öğretim olarak gelişmişliği tesadüf değildir.

Köy 1953 yılında, köy statüsünden ayrılıp kasaba olması ile tarihinin en önemli değişimine de adım atmıştır. Kasabanın eğitim durumu ve seviyesi 1967’de ortaokul açılmasıyla büyük bir sıçrama yapmıştır. 1979’ da lise açılmıştır.

Bugün İlköğretim Okulu olarak hizmet veren eski Ortaokul – Lise binası

Yıl 1928… Köyün ilk eğitim – öğretim emekçileri. İlkokulda görev yapan öğretmenlerin Sicil Defterlerinden örnekler:

Köye ataması yapılan ilk öğretmen Bahri Bey 25.10.1928 tarihinde vekaleten göreve başlar.
Zafer Oğlu Mehmet Oğlu Ramazan Fahri Erdoğan Bey. 28. 10. 1928 – 6. 11. 1938 arası öğretmenlik yapt.
Yusuf Oğlu Reşat İlhan Bey. 3. 10. 1932 – 10.11. 1936 arası öğretmenlik yaptı.
Cadoğlu Fikri Bey. 31. 10. 1934 – 10. 11. 1935 arası öğretmenlik yaptı.
Sabri Akyol
Osman Oğlu Rıza Tuncel. 12. 11. 1936 ‘dan itibaren (ayrılış tarihi kayıtta yok) yıllarında öğretmenlik yaptı.
Süleyman Oğlu Fikri Erkan. 14. 11. 1936 – 6. 11. 1938 arası öğretmenlik yaptı
İsmail Hakkı Polat. 12. 11. 1938 – 26. 10. 1940 arası öğretmenlik yaptı.
Zafer Oğlu Mehmet Oğlu Ramazan Fahri Erdoğan Bey. 28. 10. 1928’den 6. 11. 1938 arası öğretmenlik yaptı.
Yusuf Oğlu Reşat İlhan Bey. 3. 10. 1932‘ den, 10.11. 1936 arası öğretmenlik yapar.
Cadoğlu Fikri Bey. 31. 10. 1934’den, 10. 11. 1935 arası öğretmenlik yaptı.
Naciye Öztürk. 16. 11.1935’den 5. 11. 1936 arası öğretmenlik yaptı.
Osman Oğlu Rıza Tuncel. 12. 11. 1936 ‚dan itibaren (ayrılış tarihi kayıtta yok) yıllarında öğretmenlik yaptı.
Süleyman Oğlu Fikri Erkan. 14. 11. 1936’dan 6. 11. 1938 arası öğretmenlik yaptı.
Fikri Gönen. 22. 10. 1940’dan 12. 03. 1942 arası öğretmenlik yaptı.

Bugüne kadar Çepni halkının aydınlanması, çocukların daha iyi eğitim alarak aklın ve bilimin ışığında yetişmeleri için emek veren eğitim emekçilerine, öğretmenlerimize şükran borçluyuz. Kaybettiklerimizi saygıyla anıyoruz.

Öğrenci Kütük (kayıt) defterinde ilk öğrencinin Hacı Osman Efendi‘ye (Hacı Osman Toker) olduğu görülmektedir. Hacı Osman Efendi 29 nolu diploma (şahadetname) ile 1933 yılında okuldan mezun olmuştur.

Yine kayıtlarda ilköğretim başlayan ilk kız öğrencinin Şefika Hanım (Şefika İmren – Körpınar) olduğu görülmektedir. Okul 1942’ye kadar kız öğrenci mezun vermemiş, ilk diploma alan kız öğrenci Mahmud(ağa) kızı Leman Altay olmuştur. (Hüseyin Erdal, İlkokul Müdürü)

Yine „Şahadetname“ kayıtlarına göre, 7. 05. 1944 yılında mezun olan kız öğrencinin Hafide Tataroğlu, 10. 05. 1947’de Şerife (Şerfatın) Temel,15. 05. 1948’de Şemsi Çetin ve Nazife Özbek, 17.05. 1949’da Rukiye Yücel mezun olmuştur. 1950’de sekiz kız öğrenci mezun olmuş ve her yıl bu sayı artmıştır. Kız öğrencilerin 1950’lere kadar nerdeyse yok denecek kadar az olmasının nedeni, köyün ana geçim kaynağının çiftçilik, ağırlık olarak hayvancılık olmasıdır.

Bu zaman diliminde hemen hemen her ailenin koyun sürüsü (küçükbaş hayvanları) ve sığır gibi büyükbaş hayvanları vardır. Özellikle küçükbaş hayvanların yılın tamamında bakıma tabi olmalarından dolayı (yaylaya çıkma gibi) kız çocukları okula gönderilmemiştir. Hayvancılığın, yöresel ifadeyle davarcılık – yaylacılığın azalmasına paralel olarak kız çocuklarının okula gönderilmelerinde artış olduğu görülür.

Elbette kızların okullu olmalarındaki artışta, köyümüzün değerli öğretmenlerinin katkısı   büyüktür.

Şehit Binbaşı Mehmet Aras Anadolu Lisesi, 2019

Çepni İlkokulu öğrencileri… Karamandol ve beyaz yaka. 1970’li yıllar.

 

Kasabamızdaki ilk ilkokul öğretmenlerinden Ramazan Güçhan Öğretmenimiz ve öğrencileri (1945-1950). Eğitim disiplini, eğitime verdiği önem günümüzde dahi anlatılır.

Ayrıca Ali Özalp öğretmenimiz (1924 – 2010), ev ev dolaşarak, özellikle de kız çocuklarının okutulması için çalışmıştır.

Burada isimlerini yazmadığımız değerli öğretmenlerimizin eğitime vermiş olduğu önemden dolayıdır ki kasabamızdan Köy Enstitülerine öğrenciler gidebilmiştir.

İşte ”Aydın Çepni” söyleminin arka planındaki gerçek budur. Peki, bu Cumhuriyet Okulunun akıbeti ne olmuştur. Okulda 1966 yılına kadar eğitim – öğretim devam eder.  1966 yılında caminin üzerine yeni ilkokul yapılır ve eğitim – öğretime orada devam edilir. Burada ise okul öğrencileri ve gençler tiyatro vb. gibi sosyal etkinlikler yaparlar.

1972 yılında ise sebebi bilinmeyen bir yangın sonucu kullanılmaz hale gelir. Sonuçta ise yerine eski belediye binası inşa edilir.

Ali Özalp (20. 09. 1924 – 20. 10. 2010)

Çepnili çocukların eğitimi, yani Çepni’nin eğitimi için yılmadan, her  türlü fedakarlığı yapan, unutulmaz eğitimci, öğretmenimiz Ali Özalp ve evindeki Atatürk köşesi.

Nurlar içinde yatsın.

SİVASIM

……
Kurtuluş savaşında sen bir hisardın
Mustafa Kemal!e sadık bir yardın
Milli Misak ile sen karar verdin
Cumhuriyet temelini atmaya Sivasım
…..

(Ali Özalp, 1971- Sivasım şiirinden)

Şehadetnamedefteri (Mezuniyet- Diploma kayıt defter). Soyadı kanunu çıkmadan önceki ve sonraki mezuniyet kayıtlarından örnekler.

Ortaokul ve Lise

Kasabanın Ortaokul ve Lisesinin başarılı eğitim verdiğini özellikle vurgulamak gerekir. Önceki adı Çepni Lisesi olan Şehit Binbaşı Mehmet Aras Çepni Lisesi 1967 – 1968 öğretim yılında Çepni Ortaokulu olarak tek katlı inşa edildi.

Okul Çepni Kasabası halkının katkılarıyla yapıldı. Ortaokulun açılmasıyla kasabada okuma oranı artmıştır. Bu artışta erkek veya kız ayırımı olmadan ilkokulu bitirip ortaokula devam edebilecek yaşta olan bütün çocuklar kayıt yaptırmıştır. İlk birinci sınıfın öğrenci sayısı 116’ya çıkmıştır. Bu öğrenci sayısı bile okulun eğitime katkısını göstermede yeterli bir ölçüdür.

1979-1980 öğretim yılında bakanlığın da yardımıyla 2. kat inşa edildi ve Lise olarak öğrenim hayatına devam etti. 1997 yılında ortaokulların ve ilkokulların İlköğretim Okulları olarak birleştirilmesinden sonra 1998’de okulun adı,  ‘‘ ŞEHİT İLKER UÇAR İLKÖĞRETİM OKULU‘‘ olarak değiştirildi.

Kasaba halkının yardımlarıyla yapıldığı için “Çepni Lisesi” adıyla eğitim veren okulumuz ise, 1997 yılında okulun yetiştirdiği Pilot Kurmay Binbaşı Mehmet ARAS’ın Güneydoğuda teröristler tarafından şehit edilmesi üzerine 16.04.1998 tarih ve 15491 sayılı onayla “ŞEHİT BİNBAŞI MEHMET ARAS ÇEPNİ LİSESİ “ adını aldı.

2003-2004 eğitim yılından itibaren Lise ve İlköğretim Okulu  karşılıklı bina değiştirildi ve o tarihten itibaren mevcut binalarda eğitim ve öğretim devam etmektedir.

Şehit Binbaşı Mehmet Aras Lisesi

Kasabada okul etkinlikler

1970’li yıllar olabilir. Köy ortası dediğimiz meydanda milli bayramlarmızdan biri kutlanıyor.

Mustafa Güler (Temel)’in evi. Altında solda çeşme yanında Karaağazın Hacı’nın bakkalı ve Sami Güler (Temel)’in fotoğrafçı dükkanı vardı.
Şehit Binbaşı Mehmet Aras Çepni Lisesi ile Almanya – Wuppertal Meslek Lisesi arasında gerçekleştirilen “Öğrenci Değişimi‘‘ projesinden.

 

Fransız Koleji

Halk arasında bu okulun adı ”Fransız Koleji” olarak geçer. Öğretmen Ali Özalp’ın evinin olduğu yerde yapılmış olan bu okulun yapılış tarihi tam bilinmemektedir. Okula giden Müslüman Çepnili’lerin anlatıklarından ve yaşlarından yola çıkarak yaklaşık 1850 yıllarından sonra yapılmış olabileceği varsayılabilir. Okulun günümüzde bu isimle anılması, diğer taraftan aynı yıllar içinde yapılmış olan Ermeni Surp Sarkis Kilisesi; belki iki ayrı yapılanma gibi görülebilir. Şunu ifade edlimki bu iki oluşum birbirinden farklı değil, sosyal açıdan amaçları aynıdır. Okul bir Türk – Müslüman okulu değildir, fakat, bazı Türk-Müslüman ailelerde çocuklarının eğiitimini düşünerek bu okullara göndermişlerdir. Bunun sebebide beldede henüz bir Osmanlı eğitim kuruluşunun olmamasıdır. Okulda eğitim dilinin ne olduğunu kesin bilmemekle beraber, Türkçe – Ermenice, yabancı dil olarakta  Fransızca öğretildiği olasıdır. Yabancı dil olarak Fransızcanın öğretilmesinden dolayıdır ki „Fransız Koleji“ denmiştir.

Neden  Fransızca da İngilizce değil ? Bu sorunun cevabı bu okulların kuruluş amaçları ve idare – kontrol kadrolarının yapılarındadır (bak, bölüm II. Cizvit tarikatı). Bu zaman diliminde bölgede; Yozgat ve Kayseri çevresinde azınlıkların ihtiyacını karşılayacak kurumların organizasyonunu ağırlık olarak Amerika destekli kuruluşlar yapmaktadır.Okulun yapılması ile Kilisenin yapılması olayı 17. Yüzyılın ortalarında Anadolu‘da başlatılan misyonerlik faaliyetlerinin birer halkasıdır.

Nasıl mı? “Bu araştırma, kısaca Amerikan Board olarak isimlendirilen ve Amerika’nın dış ülkelere yönelik Protestanlık adına misyonerlik faaliyetleri yürüten American Board of Commissioners for Foreign Missions adıyla 1810 yılında Boston’da kurulan örgütün Yozgat’ta yürüttüğü faaliyetlerinin, çalışma ve teşkilatlanma esaslarının bütün ayrıntılarıyla ortaya konmaya çalışıldığı bir çalışmadır. Bu çerçevede Amerikan Board örgütünün Yozgat’ta çalışmalarına ne zaman başladığı, nasıl bir teşkilatlanma yaptığı, bu yapı içerisinde hangi faaliyetlere önem verdiği, yürütülen faaliyetlerin hangi ölçüler temel alınarak yürütüldüğü üzerinde durulmuştur.” 2016’da Prof. Dr. Gülbadi Alan’ın yaptığı bu akademik çalışma bizi aydınlatmaktadır. “1855 yılında Ermeni Misyonu olarak isimlendirilen bölge Kuzey Ermeni Misyonu ve Güney Ermeni  Misyonu olmak üzere iki ayrılmış ve Yozgat’tın bağlı olduğu Kayseri merkez istasyonu Kuzey Ermeni Mis- yonu sınırlarına dâhil edilmiştir

1856 yılında Yozgat’ın içinde yer aldığı Kuzey Ermeni Misyonu’nun istasyonları İstanbul, İzmir, Trabzon, Erzurum, Tokat, Sivas, Kayseri, Arapkir, Harput, Bağçecik olarak, Yozgat ve Everek ise Kayseri Merkez İstasyonuna bağlı dış istasyonlar olarak tespit edilmiştir. Kayseri merkezde misyonerlik işlerini yürütmek üzere 2 erkek, 2 bayan toplam 4 Amerikalı misyoner görevlendirilmiştir.

1862 yılından itibaren 1915 yılına gelinceye kadar Yozgat’ın bir dış istasyon olarak bağlı olduğu Kayseri merkez istasyonuna bağlı dış istasyonlar harf sırasına göre şöyle tespit edilmiştir: Akdağmadeni, Aksaray, Ankara, Aziziye, Boğazlıyan, Bor, Bozok,Burhan, Burunkışla, Cücün, Çakmak, Çeltek, Çepni, Çiftlik, Çomaklı, Dendil, Denekmadeni, Efkere, Estefana, Everek, Eylence, Fenese, Gaziler, Gemerek, Germir……. “

“Amerikan Board misyonerlerinin Yozgat’ta hem bir merkez istasyon hem bir dış istasyon olarak 1855-1910 yılları arasındaki teşkilâtlanma ve yürüttükleri çalışmalar incelendiğinde, Board misyonerlerinin 1820 yılında Osmanlı topraklarına ayak basmasına ve büyük bir gayretle ülkede yaptıkları coğrafî, demografik, ekonomik, sosyal ve kültürel incelemelerin hemen ardından çalışmalara başlamasına rağmen, Yozgat’taki faaliyetlerini ancak gelişlerinden 35 yıl sonra başlattıkları görülmektedir. Yani Yozgat sınırları içerisindeki Board misyonerlik faaliyetleri, Osmanlı devlet ve toplum yapısı yeterince tanındıktan ve çalışmaların alt yapısı oluşturulduktan sonra başlatılmıştır.

Alt yapının oluşturulmasından sonra faaliyet sahası haline getirilen Yozgat’ta, verilen bilgiler ışığında ağırlıklı olarak dinî hizmetler ve eğitim ağırlıklı faaliyetlerin yürütüldüğü görülmektedir. Ancak özellikle dinî alanda, şehirde bir ibadet yeri ve bir kilisenin açılabilmesine rağmen, buralarda görev yapacak düzenli  bir din adamı bulundurulamamasından dolayı beklenen başarının elde edilemediği görülmektedir. Yozgat merkezde ve bugün vilayet olarak Yozgat’ın sınırları içerisinde yer alan ve yine Kayseri istasyonuna bağlı birer dış istasyon olarak yürütülen yerleşim yerlerinde yürütülen çalışmaların yıllara göre gelişimi incelendiğinde, oldukça rahat bir ortamda çalışıldığı anlaşılmaktadır. Çalışmaları engelleyici bölge halkından, ciddi anlamda, her hangi bir karşı çıkma ya da engelleme girişimleri görülmemektedir. Bunun yanında buralarda görevli devlet memurları da Amerikan Board misyonerlerinin faaliyetlerini engelleyici herhangi bir çalışma içerisine girmemiş olmalı ki, misyonerler her alandaki faaliyetlerini büyük bir serbestlik içerisinde devam ettirmişlerdir. Karşılarına çıkan tek engel yine kendilerinin yetersizlikleri olmuştur”

Peki, hocanın sorduğu haklı soru; devlet memurları engelleyici çalışma yapabilirler miydi ?

Misyonerlik faaliyetleri amacıyla yapılan okul ve eğitim çalışmaları durup dururken 17.yüzyılın ortalarında mı başladı ? Elbette değil. Bunu daha kapsamlı analiz edebilmek ve anlamak için   1535 yılında Kanuni Sultan Süleymanın Fransa ile imzaladığı Kapitülasyonlardan başlamalıyız. ”1740 Kapitülasyonunun 50. Maddesine göre Osmanlı ülkesindeki Frenk Piskopos ve rahiplerinin hangi ulustan olurlarsa olsunlar Fransız Kralının himayesi altında oldukları belirtilmekte ve daha önce Fransa’ya verilmiş olan imtiyazlar buları da kapsayacak hale getirilmekteydi”

”Bu anlaşma ile Katolik rahiplerin olanakları daha da artmış ve söz konusu Katolik rahiplerin misyoner faaliyetleri daha çok Rum ve Ermeniler üzerinde yoğunlaşmıştır.” (Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Gayrımüslüm Tebaanın Yönetimi,sy.74)

3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı (Tazimat-ı Hayriye – Hayırlı Düzenlemeler) ile Osmanlı Devletinde demokratikleşmenin başlangıcı diyebileceğimiz adımların atılması ve bunun devamı olarak 28 Şubat 1856′ da İstanbul’da İngiliz ve Fransız Hükümetleriyle imzalanan Islahat Fermanının getirdiği (Osmanlı Devletine kabul ettirilen demek daha yerinde olur) yeni şartlarla gayrı müslümlere tanınan dini imtiyazlar sonucu Ermeni, Rum gibi cemaatler hızla keni dillerinde eğitim yapan okullar açmaya başlamıştır.

 1901 yılında Fransa‘nın nota vererek Osmanlı Devleti‘nden talep ettiği yetkiler:

”1. Fransa tabiyet ve himayesi altında bulunup kişi veya ruhban tarafından idare edilen okulların resmen tanınması.

2.Fransa tabiyet ve himayesi altında olup hastaların tedavisine veya dinsel ayinlere -törenlere mahsus kurumların resmen tanınması.

3.Sözkonusu kurumlardan bazılarının 1894 – 1896 ”iğtişaşat” (Erzurum ve çevresinde gelişen olaylar), yani karışıklıklar sırasında tahrip edilmiş veya zarar görmüş olan kurumların inşaası ile genişletilmesi ve tamiri için derhal ferman verilmesi.”

”Fransanın Osmanlı Devleti’ne bildirdiği ve yukarıda belirtilmiş olan istekler Vükela Meclisi’nde (Meclis-i Vükelâ, başvekilin veya sadrazamın başkanlığında toplanıp önemli devlet işlerini görüşür ve icra işlerinde nezâretler arasında koordinasyonu sağlardı) görüşülüp karara bağlandıktan sonra Padişah Tarafından da onaylanmış ve Bab-ı ali’nin kararı 6 Teşrinisani (ekim)1901 tarihli bir yazıyla Fransa’ya bildirilmiştir.

Buna göre: Osmanlı Hükümeti, Fransa tabiyeti ve himayesi altında olup adları belirtilmiş olan ve Osmanlı Devleti’nce zaten tanınmış bulunan okulların hukuki varlıklarını tanımaya devam etmeyi taahüd eder. Bu kurumlardan o güne kadar izin verilmemiş olanların da resmen onaylanmasını ve bunların Muafiyet Nizamnamesi gereğince gümrük vergisi muafiyetinden yararlandırılmasını taahhüd eder.” (Doç. Dr. Şerife Yorulmaz. Osmanlı Fransız İlişkileri Çerçevesinde Osmanlı Topraklarında Açılan Fransız Kültür Kurumları. syf.727)

Fransa Merkezli Katolik – Hıristiyan Misyonerlik Amaçlı Eğitim Kurumu – Cizvit Tarikatı

Kasabamızda eğitim faaliyeti göstermiş olan ‘’Fransız Koleji’’ konusunda günümüze aktarılan bir diğer bilgi ise bu okulun ‘’Cizvitler” tarafından kurulduğudur.

Kim bu Cizvitler ?

Cizvit – Cizvitler Tarikatı;

‘’İsa’nın Askerleri’’, ‘’İsanın Topluluğu’’ olarakta adlandırılan bu Hıristiyan tarikatı 1534 yılında bir İspanyol askeri olan  Aziz Loyolalı İgnatiyos (Ignaz von Loyola) tarafından kurulmuştur. Tarikat üyelerine ‘’Cizvit’’ denmektedir.Tarikatın, Cizvit misyonerlerin  amacı Katolik Hıristiyanlığı, eğitim kurumları açarak yaymaktır. Okulları genellikle ‘’Kolej’’ olarak adlandırılmıştır. Tarikat dünyanın birçok ülkesinde faaliyet göstermiştir, günümüzde dahi göstermektedir.
Katolik Cizvit hareketi, Osmanlı Devleti’nin 1583 yılında Fransa’ya verdiği Kapitülasyonla sonucu Anadolu’da faaliyete başlayan ilk misyoner teşkilatıdır. 1860’lardan sonrada Protestan Amerikan misyonerlerine karşı propaganda yapmışlardır. Bu yönden bakıldığında Anadolu 19. Yüzyılın yarısından itibaren Hıristiyanlığın mezhep savaşlarının yapıldığı bir arenaya dönmüştür.

Tarikat misyonerlerinin en önemli özelliği; başka ülkelerde olduğu gibi Osmanlı Devletinde de başarılarının temel sebebi de diyebiliriz; bilinmeyen ülkeler ve kültürler hakkında bilgi sahibi olarak insanlar ve yöneticiler nezdinde hayranlık uyandırmak, onları kendilerine inandırmaktır (Gülşen İstek, Akademik İncelemeler Dergisi, 2019, 14/2:163-198. Cizvit Tarikatının Liselerde Verdiği Eğitim ve Buna Karşı Oluşan Tepkiler: Avusturya Örneği).

Anadolu’daki Katolik Cizvit misyonerleri dini merkez olarak her ne kadar Papaya bağlı olsalar da Fransa’nın çıkarlarına hizmet etmişlerdir. Eğitim kurumlarında okul dili Fransızcadır ve çocuklara Fransız kültürü, tarihi ağırlıklı olarak verilmiştir. Ayrıca öğrenci kayıtlarında dil, ırk ve din ayırımı yapılmadan herkese açık tutulmuştur.

Ayrıca, 1860’ lardan sonra Anadolu’da Amerikan misyonerlerin açtığı, Ermeniler arasında Protestanlık propagandası yapan okulların – kolejlerin –  idare kadrolarının Katolik Fransız Cizvit rahipleri, misyonerleri olduğu görülür (Yabancı Ülkeler Tarafında Osmanlı Coğrafyasında Açılan Okullar, Doç. Dr. İbrahim Sezgin, Lisans Tezi).
Kasabamızdaki CİZVİTLER söyleminin arka planında yatan budur. (Burada bir ifade yanlışlığı vardır. Cizvitler – Cizvit Misyonerler kavramları karıştırılmaktadır.)

Sonuç:

Burada söz konusu olan, araştırmamızın bir parçası olarak kasabamızda açılmış bir kolejin hikayesinden öte; koca bir İmparatorluğun içine düştüğü maddi – manevi acı durumun, yetersizliğin ve zaafın sonuçlarıdır.
Avrupa’da, özellikle 1789 Fransız İhtilali ile başlayan halk ve hak arama harekâtı, Osmanlı Devleti’nin en zayıf noktası olmuştur.
1699 Karlofça Antlaşması ile gerileyen devlet, Fransız devrimi ile de sınırları içindeki halkların milliyetçilik hareketlerine maruz kalmıştır. Sonuçta bu dış ekenlerle devlet yapısının yozlaşması birleşmiş ve içine düştüğü vahim durumdan kurtulmak için başta Fransa olmak üzere Avrupa’ya, kapitülasyonlar dediğimiz imtiyazları vermek, zorunda kalmıştır.

Anadolu’nun diğer beldelerinde olduğu gibi Çepni Köyünde de Fransızca dilinde bir okulun açılıp eğitim faaliyetleri yürütmesinin arka planı anlaşılacağı gibi basit ve masumane bir okul açma, çocuklara okuma-yazma öğretme olayından öte;  bir İmparatorluğun parçalanması, paylaşılması ve hatta kurucu unsur Türklerin  ‘’Şark meselesi’’ olarak da ifade edilen Orta Asya steplerine , geldikleri yere sürülmesi planının küçük bir tertibi olmaktan başka bir şey değildir.
Başka bir ifade ile bu misyoner faaliyetlerin amacı, Protestan – Hristiyanlık propagandasından öte, Anadolu’da yaşayan Ermeni, Yahudi, Rum gibi gayrı Müslümleri kontrollü bir şekilde organize ederek Osmanlının parçalanmasını gerçekleştirmekti.

Sonuçta, Birinci Dünya savaşının başlaması üzerine Osmanlı Devleti 9 Eylül 1914 tarihinde Avrupa devletlerine nota vererek mali ve maddi bütün kapitülasyonların 1 Ekim 1914’den itibaren kaldırılacağını beyan etmiştir.
18 Kasım 1914 tarihinde de yabancılara ait okul, manastır gibi kurumlara el konulmuştur.
Fakat 1918 de Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra bu okulların hızla tekrar açıldığını görürüz.

Genel ve Çepni’ye özel olarak buraya kadar gördük ki, hiç bir sosyal olay sebepsiz değil, bir amaca yöneliktir.

Köyümüzde açılan bu okulda Ermeni veya Hıristiyan’ların yanı sıra Müslüman Türkler’de  eğitim görürler.

Bunlar:

Hafız Öcal (Adillerin)

Hüsnü Güler (Temel )

Remzi Güler ( Temel )

Rıza Ünsal

Mustafa Uludağ( Molla Ahmetlerin Hafızın babası)

Osman Uludağ(Mustafa Uludağ’ın kardeşi)

Ne yazık ki bu kolejle ilgili elimizde herhangi bir resmî belge vb. bulunmamaktadır. Söylentilere göre seferberlikte okulun bütün resmi kayıtları yok edilmiştir. Bu nasıl olmuştur; okulun idarecileri geride kayıt bırakmamak için mi yok etmiş veya götürmüşler yoksa okulla birlikte belgelerde mi yok edilmiştir. Her ikisi de olabilir. Bu sonuçla ilgili bugün elimizde bir kayıt yoktur. Hatta Şarkışla kayıtlarında ve devlet kurumların da bir kayda, belgeye ulaşılamamıştır.

Konuyla ilgili Devletin ilgili kurumlarına yaptığımız bilgi edinme başvurusunu yetkililer arşivlerler ine bakmak yerin Çepni Belediyesine yönlendirmişlerdir. Bu da ülkenin başka bir gerçeğidir.

”Sayın EMSALETTİN TEMEL,T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER)’ ne 22.11.2018 tarihinde yapmış olduğunuz 1802301466 sayılı başvurunuz 27.02.2019 tarihinde ÇEPNİ BELEDİYE BAŞKANLIĞI tarafından     cevaplanmıştır:   Belediyemiz kayıtlarında Fransızların açmış olduğu okul (kolej) ile ilgili herhangi bir bilgi yada belgeye rastlanmamıştır.  Başvurunuz ile ilgili tüm işlemleri CİMER’in internet adresinden takip edebilirsiniz.”

Okulun kapanış nedeninin, korku ve endişe olduğunu da vurgulamamız yanlış olmaz.

Her ne kadar bölgenin talebi veya Osmanlı Devleti‘nin bir ihtiyacı giderme eylemi olmasa da bu kolej belde insanını öğrenmeye ve okumaya yönlendirmiştir.

Cumhuriyetin aydınlanma ocağı dediğimiz Köy Enstitülerine, Öğretmen Okullarına aşırı talebin olmasının temeli kolejle başlayan süreçtir diyebiliriz

Bu öğretmenlerin estirdiği Cumhuriyet rüzgarıdır ki, kasaba da çağdaş, aydın, laik ve demokratik değerleri özümsemiş kuşakların yetişmesini sağlamıştır. Bugün, kendi dallarında birçok ödül almış özellikle edebiyatçımızın, ressamımızın, heykeltıraşımızın olması, yine müzik gibi diğer dallarda da başarılı şahsiyetlerin yetişmesi kasabanın bir gururudur. Kasabanın değerli yazarlarından, Mehmet Güler, Erhan Pınarbaşı, Selahattin Şimşek gibi birbirinden değerli şair      ve yazarlarımız çıkmıştır.

Neden daha çok öğretmenlik tercih edilmiştir diye sorulabilir. Bunun nedeni, Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin toplumdaki sosyal ağırlıkları, bilgi birikimleri, el becerileridir. Bu özellikler gençleri, erkek veya kız, olsun öğretmenlik mesleğine yöneltmiştir.

Çepni’den Son 60 yılda yirmi kadarı yalnız Köy Enstitüsü mezunu,  200’ e yakın öğretmen çıktı dersek abartmış olmayız.

Bugün üniversite bitirmenin yanı sıra altmışa yakın doktorasını yapmış, ikisi bayan yedi adet profesör kariyerine sahip akademisyen aydınımız var. Bir kasaba için bu beyin gücü çok anlamlı ve düşündürücüdür.

İl bazında yapılan değerlendirmelerde kasabamızın eğitimli, yetişmiş insan kaynakları olarak önde bulunması bizler için gurur vericidir.

Bu birikimli insan kaynağımıza rağmen, günümüzde bazı sorunlarımızın neden çözüme kavuşturulamadığını konuşuyor, tartışıyorsak eğer; bu elimizdeki bilgi – tecrübe kapasitesinin doğru yönlendirilmesi konusundaki yetersizliğimizi, yerel yönetim ve halk olarak zafiyetimizi gösterir.

2010 yılında yapılan sempozyumun amacı; işte bu zafiyeti gidermek, bilgi ve tecrübeyi Çepni’ye en verimli şekilde yansıtabilmenin yolunu aramak olmuştur.( İlerde bu konuda daha geniş bilgi verilmektedir)

 

 

 

 

 

 

 

Kasabada bir uçak... eğitimle cehaletin savaşı !

Gemerek Yarısı’na bir uçak iner…

 

Zaman geçer, aynı uçak Ağaca Tepe mevkine, harman yerine iner.

Yıl 1956. Bütün kasabalı gider görmeye.

İlk defa uçağı bu kadar yakından görecektir.

Bu uçağı  getiren pilot kasabalıdır. İsmi, Halil Temel. Namı  ile Binbaşı. Askeri pilot.

Okumuş askeri pilot olmuş bir delikanlı. Kasabalı için bir gurur değil de nedir ? Kasabanın belediye başkanı başta olmak üzere ağaların gururla karşılamaları gerekmez mi ?

Ne yazık ki hikâye böyle devam etmez. Zamanın Demokrat Partili belediye başkanı Ankara’ya şikâyet eder bu genç pilotu…Suçu, devletin uçağını harman yerine indirmesi.

Her hikâyenin bir çirkin kahramanı(!) olur. Bu hikâyenin çirkin kahramanı, devrin belediye başkanı Zühtü Yücel adamın biri olarak mezarlıkta yerini almıştır. Ama Pilot Halil Temel, “Binbaşı’’ olarak Çepni’nin onur sayfasında tarihi yerini ebediyen almıştır.

Kasabada Güzel Sanatlar ve Edebiyat…

Heykeltraş Haluk Rıza Şimşek

Heykeltraş olarak ödüller almış, kendi stilini geliştirerek Türkiye heykel sanat tarihine imza atmış heykeltraş Haluk Rıza Şafak. Düşüncelerini ağaç dallarını, ağaç köklerini işleyerek anlatmıştır. Başka bir ifadeyle kurumuş ağaca, oduna can vermiştir.

 

 

Heykeltraş Ahmet Uludağ

Ahmet Uludağ,  diğerleri gibi bir kasabalı, çiftçi… Değil heykeltraş sanatı , hiç bir sanat dalında eğitim almamış fakat o dünyaya heykeltraş olarak gelmiş. Düşlerini, düşüncelerini taşa işleyerek anlatıyor.

 

Yazarlar

 Edebiyatın değişik dallarında kasabanın yetiştirdiği değerli yazarlar var. Bunların bir kısmı Türk yazım alanında birbirinden değerli eserler vermiştir.

Mehmet Güler

20 Eylül 1944 yılı, Çepni doğumlu olan Mehmet Güler edebiyat öğretmeni olarak eğitimini tamamlamış ve yıllarca öğretmenlik yapmıştır. Değişik dergi ve gazetelerde yazdığı öyküler yayınlamıştır. Öykü ve romanlarının konuları gerçek yaşanmışlıklardır.

Eserleri;

Öykü:

Ak Badanalı Ev (1977)

İçim Dışım Gökkuşağı (1986)

Bir Eski Sevda (1988) Ferhat Gibi (1991) Aşkı Çeyrek Geçe (1993)

Satılık Uzay Mekiği (2002) Arka Oda (2002) Roman:

İstanbul Kanatlı Ben (1990)

Öznesi Aşk (2000)

Yüreklerde Fay Hattı (2004)

Çocuk Romanı:

Okul Bir Türküdür (1980)

İkizler (1986)

Kesekağıdı Ustaları (1993) Yedi Renkli Dünya Çocukları (1995)

Çocuk Öyküsü:

İçim Dışım Gökkuşağı (1986)

En Güzel Gülücük Oyunu (1988)

Aydede’nin Öpücüğü (1988)

Üst Geçit (1990)

Uçurtmam Bulutlardan Yüce (1991)

Adım Çocukların Olsun (1992)

Balonlar Gökyüzünün Olsun (1998)

Keloğlan Keleşoğlan)

Aldığı Ödüller:

Sabahattin Ali Öykü Ödülü (1974) (1998)

Enver Naci Gökşen Çocuk Edebiyat Ödülü (1988)

Ferit Oğuz Bayır Roman Ödülü (1988) (1991)

Uludağ Üniversitesi Öykü Dalı Birinciliği (1996)

 

Erhan Pınarbaşı

Çepni Kasabası’nda dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini kasabada tamamlayan yazar, 1979 yılında başladığı askeri okuldan 1983 yılında Foto-Film uzmanı olarak mezun oldu, öğrenimine Sosyal Bilimler ve İktisat Fakülteleri’nde devam etti. 2006 yılına kadar Foto -Film Uzmanı olarak görev yaptı.

Eserleri: Roman:

Sevdalı Irmaklar, Munzur İle Pülümür (2004)

Ceset Fotoğrafçısı (2008)

Kar Ve Kan, Hakkâri’nin Başörtüsü (2011) Öykü:

Aynadaki Kadın (2007)

Senden Sonra Hiç Ağlamadım (2008) Çorap Teki (2016)

Şiir:

Külden Künyeler (2006)

 Aldığı Ödüller:

35.Ulusal 9. Uluslararası Hacıbektaş öykü ödülü(2.)1998,

Mülkiyeliler Birliği Vakfı Şinasi Özdenoğlu Ödülü (şiir 3.) 1998,

36.Ulusal 9. Uluslararası Hacıbektaş öykü ödülü(2.)1999,

S.E.S (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası) öykü ödülü Mühür kitabına

(1.)2000,Avustralya SBS Radyosu düzenlediği şiir ve öykü yarışmasının Türkçe/öykü bölümünde (3.) 2004

Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışması mansiyon ödülü(1.) 2006.

Naci GİRGİNSOY (KYÖD) öykü ödülü (2.) 2006

 

Selahattin Şimşek

(1928 – 1960) Kasabanın Köy Enstitüsü öğretmenlerinden olan Selahattin Şimşek, Hakkâri’de eğitim müfettişi olarak çalışırken Zap suyunda boğulur ölür. Rivayet o ki, katır sırtında giderken çığ yuvarlanır ve Zap suyuna kapılarak boğulur. Ama bir rivayette var ki öldürülür… Otuz iki yaşında hayata veda eder. Birçok dergi ve gazetede hikayeleri yayınlanır. Geride, köylünün alın terini, ekmek kavgasını, yaşam mücadelesini anlatan iki eser bırakır.

Geriye iki eser bırakmıştır.

Hakkari Dedikleri (1960)

Köycü Oktay (1961)

 

Prof. Dr. Fatma Gül Cirhinlioğlu (Ceylan)

Hacetepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji bölümü mezunu. Çocuk Gelişimi, Çocuk Psikolojisi, İnsan ve Toplum kategorilerinde eserler yazan akademisyen F. Gül Cirhinlioğlu Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.

Eserleri:

Duygu Psikolojisi

Dindarlık Ruh Sağlığı

Din Psikolojisi

Çocuk Gelişimi ve Ruh Sağlığı

 

Cahide Özer

!966 yılında Çepni’de doğdu. İlkolkulu Türkiye’de, yüksek öğretimini Almaya’da tanmamladı ve Alman okullarında Türkçe dersi vermektedir.

Eserleri:

En Koyu Mavisiydin Denizin (Şiir)

 

Orhan Demirboğa

1938’de Çepni’de doğdu. Türkiye’de Meteroloji rasat asistanı olarak çalışırken 1968’de Almanya’ya gitti. Almanya’da okullarda Türkçe öğretmenliği yaptı.

Eserleri:

Yedi Dağın Çiçeği

Bizim Sivas Bizim Çepni

 

Dr. Yonca Güneş Yücel

1982’de doğdu. Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu.Çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanan yazılarının yanı sıra Türkiye siyaseti, siyaset sosyolojisi, toplumsal cinsiyet ve edebiyat sosyolojisi alanında çalışmaları bulunuyor.

Eserleri:

Kilidin Öte Tarafı Gardiyanlar

Kasabanın Ekonomik Konumu

Kasaba, geçirmiş olduğu sosyal değişimlere paralel olarak, ekonomik yapısını da değiştirmiştir. Toprağın, alan olarak az kısmının sulu olmasına rağmen ( 1.500 2000 dekar ) kasabanın temel ekonomik altyapısını tarım / çiftçilik oluşturur.

Toprağın aşamalı olarak  (nadas) ekilmesi, doğal şartlar gereği yılda bir   ekim yapılması, her ürünün   yetişmemesinden dolayı       (genelde hububat birkaç buğday çeşidi, arpa, yulaf, çavdar, ekilmekte ) ürettiği ürün kendi ihtiyacını karşılayacak kadardır.  Kasabanın kendine yeterli, ihtiyacını karşılayarak kapasitede bir tarım beldesi olduğunu gösterir.

Yani, tarımın kasabaya büyük bir ekonomik girdisi yoktur. Kasabanın son elli yılda geçirdiği tarımsal yapı değişikliklerinin ayrı ve detaylı bir araştırma ile analiz edilmesi gerekmektedir.

Kağnıdan traktöre hızlı bir geçiş, sulama teknik ve olanaklarının genişlemesi, 1970 ile 1980 arasında tarımın kapsamlı ve verimli yıllarını oluşturur.

Sulamada, özellikle pancar ekiminde, Kızılırmak’tan faydalanılması üretimin artmasını sağlamış ise de uzun vadede toprağın aşırı tuzlanmasına yol açacağından getireceği riskin de düşünülmesi gerekir. Oysa, Kızılırmak deltası kasabanın tarım kapasitesi için çok büyük bir şanstır. Bu bir türlü değerlendirilememiştir. Tarım Kredi Kooperatifi olmasına rağmen bu sulak ve verimli toprakta nasıl bir tarım yapmalı, hangi tarımsal türler yetiştirilebilir gibi hem çiftçiyi kazandıracak hem de kasabaya ekonomik girdi sağlayacak bilimsel çalışma yapılmamıştır. 1980’lerde yaklaşık 140 traktörün olduğu kasaba,  bu tarım potansiyelini değerlendirilememiştir. 1980’den sonra tarımın kasaba ekonomisindeki ağırlığı oldukça azalmıştır. Bunun değişik sebepleri vardır.

Bunlar:

Gübre, tohum, mazot gibi giderlerin yükselmesi. Girdiler içerisinde özellikle tohum tedariki en büyük sorundur. Hükümetin veya devletin, yaptığı antlaşmalarla tohumda yapılan yurt dışı bağımlılık, çiftçinin kendi tohumunu kendisi üretme durumunu tamamen ortadan kaldırmıştır. Tohumda dışa bağımlılık tarımda yerli çiftçimize vurulan en büyük darbe olmuştur. Bu, dışa bağımlı tarım politikası yalnız kasabanın değil, bütün ülkenin tarımına yapılan bir darbedir. Eğer bu politikalardan geri dönüş olmaz, milli tarım politikası gerçekleştirilemez ise; ülkenin geleceği büyük tehlikeye, açlık-kıtlıklara gebedir. Gelişen çağın en etkili silahı top tüfek değil, tahıl ve su olacağı unutulmamalıdır.

-Yurt dışında yaşayanların kasabada kalan ailelerine yaptığı ekonomik katkılar.

-Eğitim kapasitesinin yükselmesi. Buna bağlı olarak genç nüfusun öğrenci veya memur olarak hayatlarını dışarda, şehirlerde geçirmesi.

-Gelişen çağın, modern yaşama arzusunun sonucu olarak köyde kalan genç nüfusunda şansını büyük kentlerde arama durumları. Elbette başka nedenlerde vardır ama genel olarak bu nedenlerden dolayı kasabanın o büyük tarım kapasitesi sekteye uğramıştır.

Günümüzde tarım, çok az aile tarafından ”ortakçı” sisteminde yapılmaktadır. Bunların bir kısmı, tarla boş kalmasın mantığı ile çiftçilik yaptıklarını söylemektedirler.

Meyveciliğe gelince; kasabanın bu yönde de büyük kapasitesi vardır. Kayısı, elma, armut, ayva, girabolu, üzüm gibi Anadolu’nun kendine has meyvelerinin yetişebildiği bir iklim yapısı vardır. İl bazında meyve çeşitli ve potansiyeli en büyük yöre olan kasaba hem kendinin hem de çevrenin ihtiyacını karşılardı. Elbette bunun ekonomik bir girdisi de vardı.

Bugün tarım gibi meyvecilikte eski potansiyelini kaybetmiştir. Üzüm bağlarının, elma ve armut bahçelerinin çoğu bakımsızlıktan yok olmuştur. Çevrenin özellikle kayısı ve üzüm ihtiyacını sağlayan kasabaya Tarsus’tan üzüm ve kayısı getirilip satılmaktadır. Bu gelinen vahim durumu gösterir.

Hayvancılıkta da aynı durum söz konusudur. Kasaba, çevrenin en büyük yaylım merasına sahip olunduğu gibi, sayıca en büyük küçük baş hayvan sürüsüne sahipti. 1990’lara kadar hayvancılık ekonomik olarak aile bütçesine önemli bir girdi sağlardı

Aşağıdaki kasaba yaylalarına bakarsak bu daha iyi anlaşılır:

Yaylalar

1.Akar    / Deli Mehmet, Mustafa Dalay
2.Büyük Mağra / Köy yurdu
3.Beynemaz / Üsüyünal
4.Çifteyurt / Üsedal
5.Çökçöklerin Yurdu / Hatemler
6.Dereyurt / Adillerin
7.Eşkideresi / Cafarlar 8.Göğcebel Salmanlar,Kirişler
9.Güneyyurt / Köy yurdu
10.Hacaadırın Yurdu / Hacı Kadirler, Şalahlar
11.Kötüyurt / Molla Ahmetler
12.Kazıklı / İsmailoğulları
13.Kayacık / Hatemler 14.Kuzeyyurt / Şemenler
15.Koyulek / Atikeler
16.Karapınar / Köy yurdu
17.Mengişer / İmamlar ( İmmiler )
18.Pehlivanın Yurdu / Üsedal (Dendillilerin yurdu)
19.Soğukyurt / Köy yurdu
20.Taşlıyurt / Hacı Bekirler

Yaylarımızın dünü ve bugünü

Her yayla da 7 ile 12 aile   olduğu düşünülürse kasabada yaklaşık 200 aile sürü sahibiydi. Her sürüde en az 100 küçük baş hayvan bulunurdu ki, bu yirmi bin küçük baş hayvan potansiyeline sahip bir kasaba demektir.

Bu bize bir zamanlar hayvancılığın kasaba için ne kadar önemli olduğunu gösterir. Ne yazık ki tarım gibi hayvancılık da çağın acımasız şartlarına, dayatmalarına ve devletin yanlış politikalarına kurban edilmiştir.

Günümüzde, özel, besi amaçlı hayvancılık girişimleri olsa da bunlar küçük çaplıdır ve ekonomik anlamda yeterli bir girdisi yoktur.

Çepni Gücü Yem SanayiBir  Köyün Hikayesi…

Kasabanın sanayi dalında da girişimleri olmuştur. Yurt dışında çalışan işçilerin kurdukları Çepni Gücü Yem Sanayi 1980’lerde üretime başlamıştır. Makinaları yurt dışından getirilen bu girişim, finans denkleştirmelerinde çıkan sorunlar ve yönetim aksaklıkları sonucu el değiştirmiştir. Bugün, kasabalının bu yatırımda hiçbir hissesi kalmamıştır. Kendi alın teri, emeği ile kurduğu, birikimlerini Çepni sevdası ile aktardığı Yem Fabrikası yönetimi ve üretimi üzerinde herhangi bir yaptırımı, söz hakkı yoktur.

Evet, Anadolu’da küçük bir kasabanın bu girişimini bugün, basit bir anı, olağan bir olay gibi üç veya dört kelimeyle ifade edilse de öyle basite indirgenecek, birkaç kelimeyle, cümleyle geçiştirilecek bir vakıa değildir. Bağlı bulunduğu ili bile tanımayan, ülkenin başkentine hiç ayak basmamış, hayatında deniz kenarında tatil yapmak değil bir otelde dahi konaklamamış ayağı çarıklı, eli nasırlı insanlar Avrupa’ya geliyor; dil yok, her şey ama her şey kendisine yabancı, çalışıyor; kendini, geride bıraktıklarını besliyor ve köyümde de bir şeyler yapayım diyor.

Daha önceki hayatlarında böyle bir hikayeleri yok. Sabah kalkmış küreğini, tırpanını omuzlamış tarlaya gitmiş, öğleyin değneğini alıp sürüsünün peşine, akşamda hanım düğürcük mü pişirdi, bulgur pilavı mı yemiş ve yatmış. Sabah kalksa ki, her taraf araba, trafik lambaları, ışıl ışıl yanan vitrinler, mini etekli bayanlar ve makinalar… İki farklı dünyanın, hangisine ait olduğunu anlamadan ömür tüketen emekçilerin girişiminden bahsediyoruz burada

Bir özveriden bahsedeceksek, bir vatanseverlikten bahsedeceksek, bir köyünü, toprağını sevmekten bahsedeceksek işte o bu.

1972’lerde Almanya’nın Wuppertal kentinde yaşayan Çeşnililer böyle bir yatırımı tartışmaya başlarlar. Kendi aralarında bir komite oluştururlar. Komiteler çok çaba gösterir. Her tarafa gidilir, insanlara proje anlatılır. Karşı çıkanlar, olmaz diyenler olur. Ama bu bir avuç insan yılmaz. Projenin kasaba ayağı içinde çalışır ve bazılarını bu iş için görevlendirirler. İşlerin organizesi için kurulan oluşumda her ne kadar Ali Özalp başkan olsa da işin öncülüğünü Sadık Yücel üstlenir.

Konuşmalar, görüşmeler sonucu karar verilmiştir; Çepni‘ye bir yem sanayi kurulacaktır.

Artık işi resmiyete dökmek gerekmektedir.

Amaç nedir, nasıl finansiye edilecek, ne üretilecek…. gibi yatırımla ilgili bütün sorularn cevap bulacağı, resmi prosüdürlerin – taleplerin karşılanacağı bir proje konsepti hazırlatmak için düğmeye basarlar.

Sonuçta, ÇEPNİ GÜCÜ YEM SANAİİ VE BESİCİLİK A. Ş. olarak 08.08.1975 tarihinde ticaret siciline kaydolan şirket kurulur ve hisse senetleri karşılığı para toplanmaya başlanır.

Hisse Senedi anlaşması

Kurulan şirketle ilgili bir kaç konuyu hazırlanan konsepten paylaşalım:

1972 yılında başlayan çalışmalar, şirketin kuruluşu derken yurt dışında da oluşturulan komiteler Avrupa’da nerde bir Çepnili var ev ev ziyaret ederler; fabrikaya ortak ederler. 1977’de büyük bir heyecan ve coşkuyla fabrikanın temeli atılır.

Fabrika makine ve ürettiği yem kalitesi olarak çevrenin en iyilerinden biridir. Üretime geçtikten sonra pazar sorunu olmadığı gibi talepleri karşılayamaz olmuştur.

Yıl 1991- 1992. Fabrika Müdürü Maraşlıdır. Söylenti üzerine ortaklardan H.Ö. ve S.Y. fabrikaya gider… Fabrikanın muhasebecisi ile ilgili zimmete geçirilen büyük bir meblağ vardır. Müdür Ankara’dan müfettiş ister. Fakat müfettiş gelmez (engellendiği ifade edildi). Sonuçta bu olayın üstü bir şekilde kapatılır, zimmete geçen para tahsil edilmez. Olay ortaklar tarafından duyulunca büyük tepkiye neden olur. En kötüsü de güven sarsılır. Ortaklarda ” bizim çalışıp , borçlanarak gönderdiğimiz paraları oradakiler yiyor’‘ şüphesi üzerine fabrikanın hisse katılım artırımına ortaklar yanaşmaz ve işletme zor durumuna düşer. Neticede fabrika ya kapanacak ya da satılacaktır.

Devlet adına ortaklık payı olan Tarım Kredi Kooperatifleri gerekli duyulan kredi ödemesini yaparak ortaklık payını yükseltir ve fabrikanın idaresini eline alır. Bu süreç, ortakların sahip oldukları hisselerin tamamen erimesi ve sıfırlanmasıyla sonuçlanır.

Bugün Çepni halkının kurduğu fabrika ne yazık ki Çepnililerin değildir.(Not: Yolsuzlukla ilgili yazdıklarımız olay içindeki ortağın kendi ifadesidir).

… ve alın teri ile, umut ile, şevk ile kurulan fabrikanın gafletle sermayeye teslim edilişi; günümüzdeki hali.

Süt – Peynir işletmesi

Çepni Gücü Yem Sanayii gibi, Çepni Kalkınma Kooperatifi üyelerinin, hayvancılık yapanların ortaklaşa kurdukları Peynir yapma tesislerde aynı akıbete uğradı. On bir evler dediğimiz alanda kurulan bu tesislerin kapatılmasının en önemli nedeni, hayvancılığın düşmesi ve sorumluların çözüm arama (çevrenin sütlerini de değerlendirme gibi) yerine sorumsuzca, nemelazımcı tavırları olmuştur.

Aile Girişimciliği – Değirmencilik

Bunların dışında kasabada küçük el sanatları, bireysel ve aile girişimleri de bir dönem sosyal hayata katkı sağlamıştır.

Aşağıda belirttiğimiz dallardaki el sanatları veya küçük aile işletmelerinin büyük çoğunluk bugün yok. Elli yıl önce hepsi aktif olarak faaliyetteydi.

Değirmencilik

Değirmencilik ekonomik açıdan kasaba için çok önemli kaynaktı. Çevre beldeler buraya kağnılarıyla, traktörleriyle buğdaylarını getirir un yaparlardı. Bu işlem talep yoğunluğundan bazen bir iki gün sürerdi. Hepsi suyun gücüyle, Pınarbaşı’nın suyu ile çalışırdı

Bunlar:

Dervişalin Değirmeni

Hatemlerin Değirmeni
İsmailoğlunun Değirmeni
Müftülerin Değirmeni
Hidayetin Değirmeni

Burada değirmencilik ve değirmen yapımında usta olan Ali Usta’yı da(Karababa, ölüm 1943) rahmetle anıyoruz. Değirmenlerin, Çepnilerin yerleşik hayata geçmeye başladıklarında var oldukları büyük ihtimaldir. Değirmenler yalnız kasabanın değil, çevrenin de ihtiyacını karşılardı.

Suyun gücü ile çalışırdı. Değirmenlerin makinalaşması ile bunlarda zaman içinde yok olmuşlardır. Kasabalılar bu değirmenleri teknolojik gelişmeye göre yenileyememiş ve sonuçta kapatmışlardır. Bugün yerleri tamamen harabe halindedir

Hamamlar

Mahmutağnın Hamamı
Dervişalin Hamamı
Alaybeyin Hamamı

Bu hamamlarda zamanla yıkılmışlardır. Alaybeyin hamamı tamamen yok olmuştur. Mahmutağanın Hamamı’nın harabeleri restore edilebilecek durumdadır. Elbette hamam olarak kullanılacak durumda değil.

Alttaki fotoğraflardan da görüleceği gibi içerde duvarlarda Arapça -dini – yazılar mevcuttur. Bunun nedeni, yapı hamam özelliğini kaybedince veya kapatılınca okutma yeri (büyük ihtimalle kuran öğretme kursları gibi) olarak kullanılmış.

Mahmutağanın Hamamı

Hamamın iç görünüşleri

Hasan ve Hüseyin, Radıyallahu anh – Allah ondan razı olsun
Ömer, Radıyallahu anh – Allah ondan razı olsun
Ali, Radıyallahu anh- Allah ondan razı olsun

Dervişalin Hamamı’nın günümüzdeki görünümü

Alay Beyin Hamamı’ndan geriye günümüzde hiçbir kalıntı kalmamıştır. Hamamın büyük ihtimal giriş cephesi diyebileceğimiz ön tarafında bulunan çeşmenin macerası da fotoğraflardaki gibidir.

Ayakkabıcılık:

Karikin Usta
Eşref
Halil İbrahim
Minderlinin Seytalil
Sarı Ahmedin Ömer
Kaba Mıstığın Sadık

Eşref Yalçın

Demircilik:

Mehmet Demiral

Marangozluk

Topal Recep
Efendi Usta
Hasan Usta
Sağar Mehmet
Demircinin Osman
Helimin Hasan

Kalaycılık:

Kalaycı Musa

Beziryağı:

İsmailoğullı
Hatemler

Terzi:

Kemal Özden
Saydan Kılıç
Saffet Özağaç
Emin Şafak

Dokuma Tezgahı:( kilim, yolluk, secade, yan, kıl çul )

Adeviye  Çelik
Zeynep Temel
Urhuya Biçer
Ayşe Selçuk

Berber:

İslam Akay
Ömer Fırat

İslam Akay

…….. ustura ile tıraş ederdi. Mesleğini severdi. Tıraş ederken sigarası hep ağzında dururdu. İlginç olan, sigara hep yandan yanardı…

Kasabanın en eski duvar ustalarından Hasan Çiftçi

Kasabada Sosyal Yaşam

Kasabanın Aile Yapısı

Kasabanın aile yapısı ” çekirdek ailedir ”. Aile içinde yönetici ve karar verici babadır.

Ailede anne, baba ve çocuklar birlikte yaşarlar.

Evlilikler, çoğunlukla, tarafların karşılıklı anlaşmaları sonucu gerçekleşir. Adayların istemi dışında, zorlama evlilikleri yok denecek kadar azdır. Kız kaçırma olayı da tamamen yok olmuştur. Akraba evlilikleri çok değildir.

Erkek ve kadın eşitliği ideal olmasa da Anadolu ortalamasının üzerindedir.

Elbette eğitimin gelişmesine paralel olarak da gerek aile içi ilişkiler gerekse aile – çevre ilişkileri değişmektedir.

Kasabada düğün

Kasabanın kendine has folklorik bir unsuru yoktur. Düğünlerde bölgeye ait geleneksel oyunlar oynanır. Bunlar çekirge, kol oyunu, Sivas halayı, gibi oyunlardır.

Düğünler her toplumun, sosyal grubun kendi tarihi ve kültürel fenomenlerini taşır. Bunun için Anadolu’nun her beldesinin ayrı ayrı düğün şölenleri vardır. Ancak, sanayileşmeye paralel kentleşmenin oluşturduğu yeni yapılanma, bazı geleneklerin unutulmasını beraberinde getirmiştir.

Kasaba da genelde değişmeyen, oturmuş bir düğün süreci uygulanır.

Kız istemeden, gelinin yeni evine yerleşinceye kadar ki süreç şöyle gelişir:

Kız, erkek tarafından dünür gidilerek istenir. Kız tarafı aile büyüklerine de danışmak için zaman ister. Birilerine; akraba ve aile büyüklerine danışılır ve karar verilir. Bu karar genellikle olumludur.

Çünkü kasabada görücü usulü olmadığından dünür gitme anına kadar bazı aşamalar olmuş, iş, olayın resmiyete dökülmesine kalmıştır.

Kız tarafının evet cevabından sonra yüzük merasimi nasıl yapılacak, nişan nasıl konacak, neler alınacak v.s. Her iki tarafça ortaklaşa kararlaştırılır.

Düğün işlerinin sevk ve idaresi için damat tarafları toplanır ve damat tarafından biri “ sadıç” seçilir. Bu damadın samimi arkadaşı olabilir. Sağdıç evli olmak zorundadır.

Düğünden bir gün önce kına gecesi yapılır ve gelinin eline, avuç içlerine kına yakılır. Genelde kaynana gelinin sağ eline, yakılan kınanın içine altın kor elleri sarılır.

Kına gecesine erkekler katılmaz. Erkeklerde başka yerde kendi aralarında eğlenirler. Her iki tarafın kadınları, genç kızları kendi aralarında eğlenirler.

Sabah olur. Sadıç damadı hazırlar. Damat tarafı kadınları gelin evine gider, hazırlık yaparlar. Gelin evinde bu hazırlıklar sürerken her iki tarafın büyükleri toplanıp çeyiz yazarlar. Yine iki tarafta da çalgı çalınır. Çeyiz yazma işi bitince kız tarafı damat tarafına haber göndererek hazır olduklarını bildirir. Yiğit başı (bayraktar ) bayrağı çeker, damat ve gençlerle beraber kız evine giderler. Kız evine giderken hep bir ağızdan salavat getirilir.

1950-1960’li yıllarda köyün içi ve bayrak çekimi.

Kız evine giderken söylenen deyiş

Yazın ekerler ekini
Kışın sokerler kökünü
Hazreti Muhammed peygamber vekili
Verelim peygambere selevat
Sellelahu Muhammed

Sıra sıra söğütler
Bibirini öğütler
Askerden gelen baba yiğitler
Vereleim peygambere selevat
Sellelahu Muhammed

Dörtlükleri yiğit başı yalnız söyler, arkasından gençler tekerlemeyi (sellelahu Muhammed ) söyler. Kız evinin önünde, oyunlar oynanır, halaylar çekilir. Bir taraftan da gelinin çeyizleri yüklenir. Gelin içerde hazırlanmaktadır. Baba evinden ayrılma zamanı gelmiştir. Gelin evden çıkmadan varsa erkek kardeşi yoksa babası beline kırmızı kuşak bağlar. Kırmızı kuşak ev kızının ilk evliliğinin işaretidir.

Sadıç bahşiş karşılığı kapıyı açtırır. Bu anlar gelin evi için çok hüzünlüdür. Çünkü yetiştirdikleri kız evlatları evi terk etmektedir. Dualarla kız tarafı gelini sadıça ve damada teslim eder.

Davul zurna eşliğinde gelin damat evine getirilir. Bu getiriliş esnasında damat ve gelin arabasının önü kesilir ve bahşiş (para veya altın) alınır. Gelin arabadan inmez. Damadın babası geline bahşiş verir ve gelinde iner. Gelin kapıdan içeri girerken kaynana küp kırar, aynı anda da damat yukardan gelinin başına çerez ve para döker.

Sonra, damadı sadıç evden alır başka yere götürür. Düğün vakti gelinceye kadar eğelenirler. Gelin ise yeni evinde kadınlarla eğlenir. Ve düğüne gidilir. Düğünde eğlence ve sonunda da takılar takılır. Düğünden sonra hep beraber damadın evine gidilir. Sadıç ve arkadaşları damadı evden alır, başka yere götürürler.

Bu arada gençler damatla beraber köyün içinde dolaşarak aşağıdaki ilahiyi söylerler.

Enzubillahimineşeytaniracihim,
Bismillahirahmanirahim,  amin Lailahi oldu hayran,
Yandı ciğerim bir an,  amin
Arşın gölgesin de seyran,
Olanlardan eyle bizi,  amin
Girip hakkın didarını,
Alanlardan eyle bizi,  amin
Girip Cennetin evini,
Görenlerden eyle bizi,  amin

 
Bakma şu dünya haline,
Çağrışalım hak yoluna,  amin
Kitabını sağ eline,
Alanlardan eyle bizi,  amin
Girip cennetin evini,
Görenlerden eyle bizi,  amin

 

Yapılan bu turdan sonra gençler damadı evine getirirler. Gelin evde damadı beklemektedir. Gençler damadı döverek, iğneleyerek gelin odasına yiterler. Sabah olur. Sadıc tarafından bir bayan damadın evine gider. Bir hafta sonra kayın valide, kayın babası ve damat gelini anne ve babasına         ”yol aça ” ya   ( el öpme ) götürürler. Eli boş gidilmez, baklavalar, börekler  yapılır.  Bu gelinin baba ocağına veda ziyaretidir.

Yeni evlileri yeni günler beklemektedir artık… Burada üzülerek şunuda ifade etmek gerekiyor. Çepni‘de düğünlerde çekilen bayrak sıradan bir bayrak değil ‚‘‘sancak‘‘tı. Çok özel yapılmış, ipek dokumaydı. Yıllardır gençlerimizin düğünlerde özenle çektiği, geleneksel törenle birbirlerine teslim ettiği bu sancak, belediye başkanlarımızdan biri tarafından Gemerek J. Komutanlığına verilir. Bu sancağın tekrardan kasabaya getirilmesi gerektiğini de burada vurgulayalım. Eserler yerlerinde değerlidir ve kalmalıdır.

Yiğit Başı – Bayraktar

Bayraktar / Yiğitbaşı:  Anadolu düğünlerinin en önemli özelliklerinden biride bayraktarlık, yiğit başılık. Bayraktarlar adı üzerinde o beldeye ait bayrak veya sancağı taşırlar. Bu bayrak / sancak genelde özel olarak yaptırılır ve beldenin bütün gençlerini altında toplamak gibi manevi bir anlam taşır.

Bayraktar olabilmeninde kuralları vardır. Gençlerden seçilir; seçilen kişi gençleri toplayacak beceri ve kişilikte olmalıdır. Düğünlerin genel organizesinden alda gençler arasında olabilecek ihtilafları çözme, barış sağlama becerisinde olmalıdır. Seçim süreleri ile ilgili bir sınırlama yoktur.

Seçim sonucu seçilen yiğit başı veya bayraktar diyelim, seçilmesi şerefine ilk cuma günü gençlerle namaza gider. Namazdan sonra dua ile bir koç kurban eder. Gençler toplanıp etli pilav pişirilir ve yenir. Seçim ve yemek sürecinde kesinlikle alkol içilmez. Burada şunu da üzülerek belirtmemiz gerekiyor ki, bu Anadolu’ya has bu güzel gelenekte zaman içinde değiştirilmiş, amacından saptırılmıştır. Bugün her ne kadar kasabada, düğünlerimizde yiğitbaşılık, bayraktarlık yaşatılsa da bazı ritüeller unutulmuştur.

Bayraktar seçimi ritüelleri diğer yerlerde olduğu gibi kasabada da belli bir düzen içerisinde yapılır. Adaylara değişik sorular yöneltilir. Bu soruları kim bilirse o bayraktarlık görevini üstlenmiş olur. Sorulan sorulardan örnek;

 Soru:

Söz var sözü açar
Sözü bilmeyengeri kaçar
Bir batman unu uğurene kadar
Ne kadar su gelir geçer ?

Cevap:

Hem teraziyim, hemkantarım
Sen ölçüsünü bul ben tartarım.

 Soru:

Ay dolunur (kapanır), gün dolunmaz
Abdestsiz namaz kılınmaz
Kuranı Kerimde bir ayet var
Miminen cin bulunmaz

Cevap

Mim,Muhammed Cim, Cebrail.

Soru:

Ezan okur namaz kılmaz Çok evlenir nikah kıymaz

Cevap: Horoz.

Elbette soruların hepsi bunlar değil.

Daha çok dini içerikli sorulardır bunlar.

Örnek verecek olursak, Çerçialan köyündeki bayraktar seçimlerinde bize benzer. Orada da seçimlerde sorulan sorular benzerler.

Soru:

Sazım öter perde perde, İmtihan olalım burada,

Sana diyorum Bayraktar! Kırkların mekânı nerde?

Cevap:

İmtihan mı maksadınız, derdiniz,
Şimdi artık sözü bize verdiniz,
Kırkların mekânını bana sordunuz, Kırkların mekânı arşı aladır!

Soru:

Bugünkü günün adı nedir?
Yarınki günün adı nedir? Yeraltındaki yeşil caminin, İmamının adı nedir?

Cevap:

Bugünkü günün adı Dünya’dır.

Yarınki günün adı Ahmet’tir
Yeraltındaki yeşil caminin
İmamının adı Hazreti Muhammet’tir.

Soru:

Bir kuzu gördüm ağzı kapalı
Mevla’sına sadık kullar tapalı
Bir han gördüm369 kapılı
Bunun iptidasını açan kimdir?

 

Cevap:

O kuzu ahrazdır, ağzı kapalı,
Sır saklayan kulun sırrı tapalı.
O han insan vücudu üçyüzaltmış kapılı,
Bunun iptidasın açan Allah’tır!

(Çerçialan Köyü İnternet sayfası)

Görüldüğü gibi Anadolu’da düğünlerin bile belli kaide ve kuralları oluşmuştur. Bunların bir tarafı toplumun değerlerini içeren unsurlar olduğu gibi, diğer taraftan insanlar arası dayanışmayı, birlikteliği geliştirecek teşkilatlanmayı sağlayan unsurlardır. Bu olaya kırsal bölgelerde gençlik örgütlenmesi olarak bakabiliriz.

Günümüzdeki “gelin arabası” yerine kırsal bölgelerde önceleri “gelin atı” vardı. Sülenmiş at üzerinde, davul-zurna eşliğinde gelin götürülürdü.
Zamanın gençlerinin yaptığı Yiğitbaşı (Bayraktar) seçimleri töreni.

(Ayaktakiler: Ahmet Yüksel, – ?-, Ömer Yıldırım, Alim Erdal,Saadettin Çınar. Otranlar: Kasım Temel, … Öcal, Mustafa Şafak, -?-, Veli (Hatemlerin) Ünal

Giyim tarzı

Anadolu’nun kadını giyim kuşamını kendi özgün kültürüne göre oluşturmuştur. Yöresel gelenekler, etnik yapı, bölgenin iklimi, tarihsel süreç içinde oluşan sosyal ve ekonomik değişimler kadınların kıyafetlerine yansımıştır. Bu açıdan erkek giyim tarzlarının kadınlar kadar fazla değişmediği görülür.

Kasabamız kadınlarının giyim tarzlarında da bütün bu etkenlerin izleri vardır. Nazilli, basma, pazen denilen pamuk kumaşlar tercih edilmektedir. Kumaşlar çiçeklidir. Fazla renkli düz ve çizgili kumaşlar tercih edilmez. Antere (entari), ferece, fistan denilen elbise bir parça olarak dikilir. Kolları uzun, kol ağızları ya lastikli ya da düğmeli, yakalar düz ve karın seviyesine kadar düğmeli olur. Bel kısmı lastikli olduğu gibi giyildikten sonra bel bağı, kuşak ile kemer gibi bağlanır. Ön kısma entari üzerine bele bağlanarak tutturulan, önünde bir veya iki cep olan önlük, öğük (yarım etek) giyilir. Etekler giyimde hem bir aksesuar gibi kullanılır hem de bir şeyleri taşıma görevini yapar. Entari altına don giyilir. Şalvar günlük hayatta giyilmez yalnız harman zamanında ve yaylada giyilir. Don genelde desenli pazen kumaştan dikilir. Bol kesimli olur. Bel kısmında bağcık olarak uçkur lastiği kullanılır. Paçalar diz altına kadar uzanır ve ağızları uçkur lastikli veya düğmelidir.

Çoraplar ve kış aylarında giyilen dizlikler genelde yünden örülür.

Entarinin üzerine yünden veya orlondan örülmüş fanilya – yelek giyilir. Yelekler kolsuz, önden düğmeli ve cepli olur. Yine iş yaparken entarinin kol ağızları killenmesin diye her uçları lastikli ve dirseğe kadar uzun kolçak takılır.

Başlar ise yazma, başörtüsü, yaşmak denilen beyaz pamuklu tülbent ile örtülür. Tülbentlerin kenarları düz olduğu gibi sade (iğne oyalı) veya boncuklu oyalanır.

Kasabada başörtüsü hiçbir zaman siyasi ve dini sembol olarak görülmemiş, kullanılmamıştır. Günümüzde tartışma konusu olan türban gibi giyim tarzı Çepni kadınlarında yoktur. Kelime olarak dahi türban kasabada kabul görmez.

Bağlama şekilleri resimlerde görüldüğü gibi gayet sadedir.

Elbette günümüz Çepnili kadını da çağın gelişmesine, sosyal ve ekonomik değişime paralel olarak giyim tarzını da değiştirmektedir. Ama orta yaş ve üstü kadınlar geleneksel giyim tarzını korumaktadır.

Arkadakiler: Zeynep Özbek, İzzet’in Mustafa’nın eşi. Akkadın Körpınar, Curuşlar’ın  Emin’in eşi. Emine Körpınar, Curuşlar’ın Hacı’nın eşi. Önde: Adeviye Özbek, muhtar Yadigar’ın eşi. Hepsini rahmetle anıyoruz… (Foto:Agah Özbek).

Fikriye Erdal
Yosma Temel

Başlar ”tülbent” le örtülmüştür. Elbise olarak ‘’ entari ” giyilir. Burada tülbenttin günümüz türbanı ile hiç alakası yoktur. Yani, tülbent bir inançsal öngörü veya zorlama sonucu giyinen baş örtüsü değildir. Bundaki espri, saçın dağılmaması,  temizlik v.s. dir. Tülbent yalnız baş örtüsü olarak kullanılmaz. Başı ağrır, sıkı sıkı ilaçmış gibisine başını bağlar, Kolu ağrır, kolunu boynuna asmak için kullanır. Bir yeri kesildi mi, şişti mi, incindi mi, sargı bezi olarak kullanır.

Yaylada mı, kuzuyu sarar üşümesin diye. Sağdığı sütü tülbentti ile süzer. Sütü de peynir yapar suyunu tülbentle süzer. Dilek mi tutacak, tülbendinden yırtar ve dilek ağacına bağlayarak dileğini tutar. Sakızını, parasını, kıymetli eşyasını tülbendinin ucuna ilmek yapıp, sıkı sıkı bağlar. Alnının emek terini, sevincinin,  ağıtının gözyaşlarını siler tülbendi ile, tıpkı diğer Anadolu kadınları gibi. Kasaba kadınının tülbendi ne namazlıktır ne de öbür dünyalık… Bir yaşamdır…

Ayşe Keskin
Nazender Temel

 

Makbule Selçuk (Wuppertal, Çepni fotoğraf sergisinden )
Akkadın Körpınar

Çepnili kadınlar (Wuppertal Çepni fotoğraf sergisinden )

Çepnilerde Geleneksel Musiki

Genel olarak Anadolu Çepnilerin üzerinde yapılan araştırmalara baktığımızda sosyal yaşam, gelenek, deyiş ve ilişkileri ortak özellikleri taşır. Musikide bunlardan biridir. “ Çepniler; kendi toplumsal özellikleri ya da göçler sırasında etkilenerek kemdi inanç çerçevesinde harmanladıkları musiki ve oyun yapılarını günümüze kadar korumayı başarmışlardır.” “Bugün Karadeniz Bölgesinin kültürel değerlerindeki Çepni etkisi çok önemlidir . Giresun ve havalisinin Türk kültür coğrafyası haline gelmesinde Oğuzların Çepni kolunun büyük katkıları olmuştur. Çepnilere ait kültür unsurlarını sahillerden başlayarak engebenin zirveye ulaştığı yaylalara kadar ulaştığını görmekteyiz. Bu kültürlerin başında musiki gelmektedir. Anadolu’nun nerede ise her yerinde Çepnileri görmek mümkün olduğuna ve bu sosyal grubun birçok benzerliklere sahip olduklarını söylemek mümkündür.” Gökhan Hamzaçebi, Hitit Üniversitesi, Uluslararası Hehrin Piri Koyunbaba Sempozyumu 2016.

Bugün bizlerin söylediği ağıtlarımızın, türkülerimizin genel Çepni musikisi ile ortak yönü var mıdır ? Günümüze kadar kasabamızda bu konuda bir araştırma yapılmamıştır.

Burada bir gerekliliği daha söylemeliyiz; kasabanın müzik öğretmenleri bu çalışmayı yapıp Çepni kültür hayatına katkı sunmalıdırlar.

Çepni’yi oluşturan aile ve sülaleler.( Sülale ve ale isimleri halk arasında söylendiği gibi yazılmıştır)

             Sülale Adları Soyadlar
Güdüler Güneş
Azap Bekirler Hasbek
Alaybeyler Mermertaş
Sünü Beyler Karabulut
Sünü Beyler Karabulut
Açocuklar(Hannasoğulları) Erdal
Abolar Ünal
Adiller Erdoğan /  Taşlıtepe
İmmiler(İmamlar) İmren /Altay
Tellinin Emin Demirel / Demiral / Dalay
Tahmazlar Biçer
Bekirler ( Go Bekirler) Taştan / Taşdemir
Culazlar Öcal / Erol / Güleç
Küpçüer Kaya
Geçöyüpler Özer
Kapıcıoğlu Başer
Hanımgil Ceylan
.İsmayiloğu Temel / Güler
Küçük Hasangil Özkan / Hamzaoğlu
Canikler Yüksel / Özalp
Üsedealler Yıldırım
Cafarlar Uçar
Müftüler Özbek / Tataroğlu
Yusuflar ( Kannıoğlanlar Azgın
Kaba Mıstıklar Yılmaz
Muhacir Şerif Aras
İbişkealle Kılıç
Çökçökler Körpınar
Molla Ahmetler Uludağ / Şimşek
Çukurlar Çukur
Ağasarıgil Akdağ
Bağcıgil Bağcı
Kör Ahmetin Oğlu Ergün
Kızılcınlı Gürel / Keskin
Cin İmamgil Yolcu
Çölkuşular Çölkuşu
Hatemler Dağlar / Ünal
Dervişağlar Şener / Yıldız
Hacı Kadirler (Kabakgil / Şalahlar Öztürk
Araplar Boran
Molla ( Hüseyin Doğan / Yalçın
Kirişler Özdemir / Güller/Tapan
Kel Hasangil Erdoğan
Köyağası Tombah
Muharrem Uşağı Özden
Kel Sülüman Erdem
Değirmenci Ali Karababa
Topal Efe Özden
Bal Ali Kızılırmak
Salmanlar Özağaç
Dabahlar Dinçer
Kör Aşırlar Taşçı
İbişgill Çınar
Eşeler Şahin
Recep Uşağı Ural
Memiş Efendiğil Altınbulak
Kizir İbişler Alkan
Topal Yusuflar Çeliker
Büyük Osmangil Çelik
Akkadının Mustafa Çetin
Hakkının Neşet Çetin
Sadiler Tecer
Karadaş Uşağı Karakuş
Hasan Hüseyinler Damlapınar
Kekliceklinin Emin Şafak
Kekliceklinin Kır Kadir Topçu
Üsüyünağalar Yücel

Kasabanın mevki adlarına dikkat edilirse 67 mevki tespit edilmişti. Aynı şekilde kasabadaki yerleşik sülale sayısı da altmışı üzerindedir. İkisi arasında bağlantı olabilir mi ? Evet, her sülalenin yerleştiği veya ekip biçtiği mevki kendi adlarıyla anılmaktadır.

Ayrıca küçük bir kasabada bu kadar çok sülalenin yaşıyor olması da sosyolojik olarak önemlidir. Çevre yerleşim birimlerine bakıldığında buraların en fazla on  – on beş sülaleden oluştuğu görülür. Çepni’nin bu sosyal yapısının sebebi göç bölümünde de anlattığımız gibi tarihi geçmişinden gelir. Erzurum’dan, Van’dan, Kars’tan, Malatya’dan ailelerin gelip buraya yerleşmeleri tesadüf değildir. Çünkü Çepni, göçler döneminde çevreye göre el sanatları ve tarım açısından en gelişmiş bir beldedir. Ayrıca dini ve etnik farklılıklara rağmen insanları birbirlerine sahip çıkmakta, birlikte üretip birlikte tüketmektedir. İşte bütün bu özellikler Çepni’ye bir çekim beldesi özelliği kazandırmıştır. Bugün dahi beldemizde insanlarımız ne inancı ne de etnik kimliği açısından dışlanır veya başkalaştırılır. Çepnili için bu yaşam tarzı, vazgeçilmez sosyal kimliktir.

Çepni’den Göçler

Başlı başına araştırılması gereken bu olgunun kasabaya etkisi çok büyüktür. Yalnız bu etkinin olumlu mu, olumsuz mu sorusuna verilen cevap çarpıcı olduğu kadar da şaşırtıcıdır. Bu ayrı bir sosyolojik araştırma konusudur. Göç olgusunu, yurt içi ve yurt dışı olarak ele almak gerekir.

Yurt İçi Göçler

Yurt içi göçler eğitim ve paralel olarak memuriyet süreci ile başlamıştır. Memur kasabalılar genellikle en son görev yaptıkları yerlerde ev almışlar ve oralara yerleşmişlerdir. Bir kısmı da tatil beldelerinde evler alarak yerleşmişlerdir. Bugün Akdeniz ve Ege Bölgeleri ile

Kayseri, İstanbul, İzmir ve Ankara illerinde de yerleşen kalabalık kasabalılar vardır. Bunlar yılda en az bir defa kasabaya gelirler. Yani ilişkilerini koparmamışlardır. Yurt içi göçlerin bu derece çok olmasının sebebi beldeden kaçış değildir. En önemli etken çocukların eğitimidir. İkincisi ise, kasaba insanının gittikleri yerlerde oranın halkı ile çabuk ve samimi diyalog geliştirebilme becerileridir.

Yur Dışı Göçler

Yurt dışı göçlere gelince, bunun temel nedeni ekonomik ve evliliklerdir.1960 da yurtdışı işverenlerin işçi ihtiyaçların karşılamak için işgücü talebi ile başlayan bu göçler bir süre sonra durdurulmuş, arkasından yalnız gelenler eşlerini de getirmeye başlamışlardır. Üçüncü dalga ise yurt dışında doğa çocuklar Türkiye’den evlenmiş ve eşlerini buraya davet etmeye başlamışlardır. yurt dışı işçi göçü ile başlayan süreç günümüzde eskisi gibi etkin değildir. Azalmasının sebebi, üçüncü kuşağın eşlerini Türkiye’den değil de yaşadıkları Avrupa ülkesinden seçmeleridir. Bugün yurt dışındakilerin kasabaya etkisi elbette ki çoktur. Bu etki ekonomik olduğu kadar kültüreldir de. Yurt dışında yaşayan nüfus kasabada yaşayan nüfustan oldukça fazladır. Özellikle Almanya’da bulunan çoğunluğun Wuppertal kentinde toplandığı görülmektedir.

Wuppertal’ de yaşayan Çeşnililer 1980 yılında   kendi derneklerini kurmuşlardır.

Bu dernek yurt dışında kasabalıların adeta iletişim ve kasabayla ilgili kararların alındığı sosyal kurum fonksiyonunu oynamıştır.

Dernek, yurt dışında ki kasabalıları organize ederek kampanyalar yapmış, kasaba da yol, alt yapı, okulların restore edilmesi, ağaçlandırma, ekonomik yardım gibi projeleri gerçekleştirmiştir. Bugün, 2000 yılından beri dernek, mülkiyeti kendine ait olan binada değişik faaliyetlerle çalışmalarını yapmaktadır.

Yine, Almanya’nın yanı sıra, Avusturya, Hollanda, Fransa gibi diğer Avrupa ülkelerinin hepsinde ve Amerika, Kanada, Avusturalya’da da kasabalılar yaşamaktadır. Yani dünyanın her yerinde Çepniliye rastlamak mümkündür.

Ekonomik nedenlerle başlayan göç, zamanla gidilen yerlerde yerleşik hayata geçme sürecini de başlatmıştır. Para kazanıp köyüme döner, güzel bir ev yaptırır rahatça hayatımı sürerim hedefi veya düşü günümüzde yerini yeni kuşaklarla, burada nasıl bir ev alırda iyi yaşarım, çocuklarımın geleceğini burada güvence altına alırım hedefi ve rüyasına bırakmıştır. Bu sosyal değişimin etkisi ile evlilikler de eş bulma kriterleri de değişmiştir.

Bütün bu değişimlerin, çağın ve yaşamın bir gerçeği olduğunu kabul edip böyle geniş bir coğrafi yaşamın getirisi olan sosyal, düşünsel ve ekonomik gücün organize edilerek koordineli olarak yönlendirilmesinin kasaba yaşamına etkisini düşünmek gerekmektedir. Düşünmek ve de gereğini yapmak gerekmektedir. Bu, gelecek kuşakların acil gündemini oluşturmalıdır.

Kasabada yapılan sempozyumda Göçler konusunda   yapılan sunum:

(Mustafa Ural, 2010, Çepni Kasabası Sorunları ve Çözüm Önerileri Sempozyumu sunumu) Göç…genelde bütün canlıların kaderi. Mekân değiştirmekte diyebiliriz göçe.

Canlılar neden göç ederler ?İnsanlar demiyoruz, canlılar diyoruz, çünkü öyle bir şeyden bahsediyoruz ki ortak nokta aynı. Yaşamak için; ekonomik olarak en iyi toprakları aramak ve keşfetmek, sosyal huzur için en iyi ortamla, insanlarla buluşmak ve onlarla paylaşmak. Özlemlere, hayallere, rüyalara, kaybedilenlere kavuşmanın adı da diyebiliriz belki… Eni-boyu-çapı-yönü belli ve hiç değişmeyen yer küremizde hareket edebilen canlı ve cansız her şey durmak bilmemiş… inadına oradan oraya koşturmuş durmuş. Velhasıl, bizimkilerde bunun bir parçası…  Çepnililer. Orta Asya’dan çık, oraya nerden gelmişler bilmiyoruz, Anadolu’yu mekân tut. Her biri bir tarafa dağılmış; birazı da işte bizim oralara gelmiş konaklamış… Ve yeni arayış; daha iyi bir ekonomik yaşam, daha iyi ve değişik sosyal çevre derken ver elini Almanya, Fransa, Avusturya, velhasıl Avrupa, Amerika, Avusturalya…

Evet dostlar bu öyle bir hikayedir ki, üzerine romanlar, şiirler, oyunlar yazılmış beyaz perdelere yansıtılmış…

Biz burada göçün bu kısmını ele almayacağız. Sadece göçün Çepni üzerindeki etkilerini, nereye neden göç edildiği, göç edenlerin Çepni’yle bağlantılarının sosyal ve ekonomik boyutunu, gittikleri yerlerdeki yaşamlarını içeren küçük ve de anlamlı bir çalışmayı sunacağız. 2010 yılında kasabamızda yaptığımız ‘‘Çepni Kasabasının Sorunları ve Çözüm Önerileri’ adlı sempozyumda, Wuppertal’daki derneğimizin o zamanki başkanı, öğretmen sayın Mustafa Ural’ın hazırlamış olduğu sunumu sizlerle paylaşmak istiyoruz. Bu çalışma da birçok şey; genellikle yurt dışında yaşayan Çenelilerin ekonomik katkıları ve günümüze etkileri görülecektir.

Günümüzde dahi tartışmalara konu olan yurt dışı -göçmen- Çepnililer ne yapmış bakalım…

Göç; ekonomik, siyasi, ekolojik veya bireysel nedenlerle, bir yerden başka bir yere yapılan kısa, orta veya uzun vadeli geriye dönüş veya sürekli yerleşim hedefi güden coğrafik, toplumsal ve kültürel bir yer değiştirme hareketidir”

Göç ister ülke sınırları içerisinde ister siyasi sınırları aşmak suretiyle olsun, yaşanan bölgenin olumsuz koşullarından kaçmak veya gidilecek yerin avantajlarından yararlanmak amacıyla yapılmaktadır.

Kasabamızdan yapılan göçlerin nedenleri?

  1. Ekonomik refaha ulaşmak (Daha iyi bir yaşam)
  2. Eğitim olanağı
  3. Aile birleşimi

1950 yılından sonra tarımda makineleşme ile birlikte kırdan kentlere bir göç dalgası yaşanmıştır. Yaşanan bu gelişmeler sadece iç göç sürecini başlatmamış diğer ülkelerin istihdam ve göç politikalarıyla birleşerek uluslararası göç sürecini de başlatmıştır. Türkiye’nin bu dönemdeki işgücüne Almanya, Hollanda, Fransa başta olmak üzere ekonomik olarak atılıma geçen birçok Avrupa ülkesi talip olmuştur. Türk işgücünün yurt dışı göç süreci yaklaşık 50 yıl önce başlamış, bu süreçte önemli değişimler ve gelişmeler meydana gelmiştir. Başlangıçta, yalnızca işgücünün göçü olarak başlayan bu süreç, daha sonra aile birleştirmesi, üçüncü kuşakların da katılımıyla dinamik bir gelişim göstermiştir. Doğal olarak yurt dışındaki Türkler bu dinamik gelişimlerini yaşadıkları toplumlara ekonomik, sosyal ve kültürel katkılarıyla da yansıtmışlardır.

Göç hareketi 1960 askeri müdahalesinden sonra baş gösteren ekonomik sıkıntılar, işsizlik ve döviz darlığı gibi etkenleri ortadan kaldırmak için düşünülen demografik çözüm olarak ortaya çıkmıştır.

Türkiye’den dışarıya düzenli işçi göçü Ekim 1961’de Türkiye ile Federal Almanya Cumhuriyeti arasında yapılan bir anlaşma ile başlamıştır.

1964’te Hollanda, Belçika ve Avusturya,

1965’te Fransa

1967’de İsveç ile anlaşma imzalanmış ve böylece Avrupa’ya yönelik Türk göçü başlamıştır.

Kasabamızdan ilk işgücü göçü Almanya’ya 1963 de başlamıştır.

Almanya’ya işçi göçünün ilk dönem için temel belirleyici özelliği, çoğunlukla kişilerin ailelerini geride bırakarak tek başlarına, bir gelir elde ederek tasarruf yapmak amacıyla gitmesidir. Bu gidişin geçici bir süreliğine ve yeterli para biriktirildikten sonra geri dönüleceği düşüncesiyle gerçekleştirilmiş olması bu düşünceyi göstermektedir.

1973 de Ekonomik Kriz, Yabancı işçi alımının durdurulması, “Turist” (illegal) göçmenlere yasal bir statü kazandırılması, Ailelerin birleştirilmesi, Çocuk paraları Avrupa ülkelerindeki yabancı işgücünün „geçici değil „kalıcı olduğu bu şekilde anlaşıldıktan sonra bu göçmenlerin sosyal haklarının tanınması gündeme gelmiştir. Bunun sonucunda, Türkiye ile ikili anlaşmalar imzalamış olan Avrupa devletleri bu sosyal güvenlik anlaşmaları çerçevesinde yabancı işçilerin sağlık, bakım, iş kazaları, sakatlık, ölüm hallerinde sosyal sigorta kapsamına almış, onlara da doğum ve çocuk yardımı, işsizlik ve emeklilik hakları gibi haklar tanımıştır

1990’lı yıllar: Yabancılar Yasası, Yabancıların kimlik kazanması, Artan yabancı düşmanlığı, Etnik işletmelerin yaygınlaşması, Etnik ve dinsel derneklerin yaygınlık kazanması, Siyasal hakların istenmesi. 2000’li yıllar: İslamofobi, Euro –Türkler, Göç yasası, Entegrasyon çalışmaları: Yaşanan bu süreçlerin her bir aşamasında Türkiye’den Almanya’ya göç eden göçmenler dil bilmeme sonucu iletişimsizlik, kentlileşme, yabancılaşma, gettolaşma, yabancı düşmanlığı, daha sonraki nesillerde kimlik bunalımı ve uyum (entegrasyon) gibi pek çok toplumsal sorunla karşı karşıya kalmışlar ve kalmaktadırlar.

Avrupa’da Türklerin yerleşik olmasında etkili faktörler:

Geri dönenlerin Türkiye’de yaşadıkları olumsuzluklar

  1. Çocukların eğitimi
  2. Türkiye’de yaşam ve iş kurmak için gereken birikimin sağlanamamış olması
  3. Türkiye’ye karşı artan oranda kültürel ve sosyal yabancılaşmadır.
  4. Türkiye’ye mekânsal uzaklığı kısaltan teknolojik ilerleme ve özellikle telekomünikasyon alanındaki gelişmeler özellikle Almanya‘daki Türklere, göçün ilk yıllarında gecikmeli olarak ulaşan Türkiye gündemini eş zamanlı olarak takip etme imkanını sağlamıştır.

Almanya’daki Çepnililer   

Şehir Hane Sayısı Yaşayanlar
Wuppertal 210 780
Münih 47 125
Augsburg 7 22
Memmingen 1 3
Landsberg 16 55
Weılheim 2 6
Frıdrichshafen 1 4
Ravensburg 6 21
Aalen 2 7
Darmstadt 1 3
Mannheım 1 3
Frankfurt 8 25
Köln 8 22
Gladbach 62 115
Duisburg 8 23
Dormagen 8 27
Herne 2 7
Gesenkirchen 1 3
Unna 2 6
Bielfeld 3 8
Braunschweıg 10 35
Rheda 12 34
Berlin 31 99
Hamburg 18 61
Bremen 2 7
Almanya toplam: 1501  

 

Diğer ülkelerdeki nüfus:
Avusturya 23 73
İsviçre 2 4
Belçika 3 9
Fransa 5 16
Hollanda 48 155
Norveç 10 24
Danimarka 5 16

Avrupa’da yaşayan Çepnili sayısı : 1798 kişi

Göçün sonuçları:

Kültür şoku: Nedenleri:

1)Kırsal kesimden sanayileşmiş, şehirleşmiş ortama geçiş

2) Yetersiz eğitim

3)Farklı kültür ortamı

Sonuçları: Göçmenler;

  1. Kendi kabuklarına çekilme
  2. Etnik gruplar oluşturma
  3. Eğitim ve meslek eğitimi
  4. Geri dönüş: Geri dönüşte en kötü etkilenen çocuklardır. Çocuklar yoğun bir şekilde dil problemi, adaptasyon sorunu ve eğitimlerini sürdürmede zorluklar yaşıyorlar.
  5. Asimilasyon
  6. Kimlik sorunu: Entegrasyon mu? Adaptasyon mu? Türkiye ile Almanya arasındaki en büyük anlaşmazlık budur. Almanlar entegrasyonu, Türkler adaptasyonu istemektedir.
  7. Çok kültürlülük: Yabancı düşmanlığı: Gençler dışlanmakta, toplumsal olayların içine alınmamaktadırlar. Ananevi kültürel değerler, bu yüzden yapay şekilde yaşanmaktadır.

Almanya’da 1970’ten sonra en kalabalık etnik grup haline gelen Türkleri 1980’den sonra yayılan yabancı düşmanlığının ana hedeflerinden biri haline getirdi.

1990’dan sonra bu düşmanlık ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. 1991 ve 1993 yıllarında Almanya’nın Mölln ve Solingen kentlerinde sekiz Türk vatandaşı kundaklama sonucu hayatını yitirmiştir.

Değişen aile yapısı: Ebeveynlerinden biri ya da ikisi göçmüş, çocuklar büyükanne büyükbaba yanında kalmışlardır. Daha sonra çocuk yardımı alabilmek için çocuklar da götürülmüştür. Bazen de baba çalışmaya devam etmekte, anne ve çocukları Türkiye’ye yollamakta ve çocuklarının Türkiye’de eğitimlerine devam etmesini istemektedir. Günümüz Avrupa’sı heterojen bir yapıya sahiptir. Göçmenler ise çok yönlü kimlikler oluşturmaktadırlar.

6) Ekonomik problemler:

İşsizlik ve meslek     edinme sorunları

Göçün kasabamız için sonuçları Psikolojik açıdan: Ayrılık acısı, kök ve bağlarını kaybetmek, yalnızlık, yabancı olma, içe kapanma, vatan özlemi, iş kazaları, sosyal-psikolojik rahatsızlıklar Sosyolojik açıdan: aile parçalanması, yeni statülerin oluşması, Almancı kavramı, dilde değişim, adet ve törelerin değişimi, giyim kuşamda değişim, Avrupa yaşam biçimi ve eğitim olanaklarından yararlanma Demografik olarak: Nüfusun azalması Ekonomik olarak: Yurt dışındaki, özellikle Avrupa ülkelerindeki; ağırlık olarak Almanya’da yaşayan Çeşnililerin kasabamıza yatırmaları yadsınamaz. Çepni Yem Fabrikası gibi bir yatırımın gerçekleştirilmesi kasabamız için bir yüz akıdır. Vatandaşın yatırdığı meblağ kesin bilinmemekle beraber yüz binlerce marktan söz edebiliriz. Ne yazık ki sürecin iyi idare edilememesi ve idarecilerimizin ekonomik ve yatırım bilgisinden yoksun olmaları sonucu fabrikadaki kasabalının hisseleri heba olmuş sıfırlanmıştır. (Yem Fabrikası konusunda ilerde bilgi verilecek)

İnanç Dünyası

Toplumların analizinde en karmaşık boyut inançtır. Bunun çok sebepleri vardır.

Bir batı ülkesinin inanç haritası çıkarılabilir ve bu harita uzun süre güncelliğini kaybetmez.

Peki, Anadolu’nun böyle bir haritası çıkarılabilir mi ? Ne yazık ki, hayır. Bunun nedeni, Anadolu’da ki iç göçlerin sürekliliği ve çok yönlülüğüdür. Buna, Anadolu’nun tarih sürecinde çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerin ağırlık olarak yaşama geçirildiği coğrafya olması da eklenince, inançsal haritanın zorluğu daha iyi anlaşılır. Çok karmaşık görülen bu değişkenlerin ve farklılıkların; buna kültürel çeşitlilik ve zenginlikte diyebiliriz,  binlerce yıl bir arada yaşamış. Bu birlikteliğin doğal sonucu olarak karşılıklı benzeşmeler, değiş tokuşlar dinamik bir yapı oluşturmuştur.

İşte, bütünün parçası olarak kasabada da aynı yapı vardır. Bugün kasabada, gelenek – görenek dediğimiz, ahlaki kurallar dediğimiz, ilişkilerde normal-normal değil yargısının ölçüleri hangi dini, etnik grubun kazanımıdır ? Bunun cevabı; yalnız başına hiçbirinin. Yüzyıllar süren, farklılıkların ve çeşitliliğin birlikteliği kimsenin yadsıyamayacağı yeni bir kültür oluşturmuştur. Çepni Kasabasını çevreden ayıran, kendine münhasır sosyolojik yapısının temelinde yatan bu birikimdir.

Günümüzde yüzeysel olarak bakıldığında kasabada iki inanç grubu görürüz. Aleviler ve Sünniler.

Gerçek yaşamda bu iki inancın (inanç olarak adlandırılabilir mi? Son zamanlarda ikisininde temelinde İslam Dini / Koran olmasına rağmen, bilinçli bir ayrıştırma ve cepheleşmeye çalışılsa da)  bugün kasabanın yaşamında herhangi bir belirleyici unsuru bulunmamaktadır. İlişkilerde, sosyal hayatın tanziminde inançsal farklılıklar ölçü ve hareket noktası olarak alınmamaktadır.

Elbette ki genelde bazı olayların kasabaya yansıması olmuştur, fakat hiç bir zaman bu, toplumsal ihtilaf olarak ortam bulamamıştır. Bu durum, kasabalının, medeni ilişkileri, demokratik yaşamı ve paylaşımı; farklılıkları değil birliktelikleri ne kadar içselleştirdiğini gösterir.

Çevresinde ki yerleşim birimlerinde bulunmayan ve takdire değer bu yaşam felsefesinin nedenleri daha nesnel olarak analiz edilebilir.

Kasabada Sünnilik

Mezhep olarak kasabada, Sünni veya Hanefi mezhebi mensupları gibi organize olmuş bir sosyal gruptan söz etmek mümkün değil. Şunu demek daha isabetli olur. Bir kısım Çepnililer camiye gidiyor namazını kılıyor, ramazanda orucunu tutuyor, kurbanını kesiyor. Ama bunu yaparken, biz Sünni olduğumuz için bunları yapıyoruz diye dini telkin ve zorlama ile hareket etmiyor.

Daha gerilere gidersek kasabada küçük bir Nakşibendi grubundan söz edilir. Bu grubun evlerde toplanıp ibadet yaptıkları söylenir. Ama günümüzde böyle bir şeyin olmadığını söyleyebiliriz. Kasabadaki caminin çok eskiye dayandığını (16.yy) düşünürsek camiye ve ibadete karşı ilginin çok az olması, özellikle genç nüfusta yok denecek kadar az olması da dikkate değer. Burada en etkin hususun eğitim durumu ve geçmişten gelen; demokratik tartışma mantığının etkili   olduğunu düşünebiliriz.

Kasabada Alevilik

Son çeyrek asrı saymazsak, kasabadaki Aleviliği de aynı Sünnilik gibi değerlendirebiliriz. Kasabanın Alevileri de, Sünniler gibi organize bir grup değildir. Kendini alevi olarak gören üç aile vardır. Biri Malatya’nın Hekimhan kazasından gelmişlerdir (Karababa’lar). Diğerleri Özağaç ve Erdem’lerdir. Günümüzdeki kuşak ailelerinin nereden geldiklerini bilmemektedirler. Çepni Alevileri de yaşam ve inanç-ibadet olarak çevre Alevilerden farklıdır. Bildiğimiz Aleviliğe has ibadet ritüeller yoktur. Cem – cem evi yoktur. Semah yoktur. Saz, deyiş kültürü yoktur. Önceden var mıydı ? Yaptığımız araştırma ve bu ailelerin büyükleriyle yaptığımız söyleşilerde bunların olmadığını öğreniyoruz. Karababalar ailesinden Cemal Karababa’nın ifadesine göre Mustafa Özden’in (ölüm 1944) odasında toplanılıp sohbet yapılırmış. Babası Muharrem Ağa’nın dede olduğunu ve Hacı Bektaş Ocağından icazet aldığını ifade etti. Mustafa Özden zamanında Tunceli yöresinden dedeler gelir ve sohbetler yapılırmış. Neden Tunceli yöresinden bilmiyoruz. Bu toplantılara Cemal Karababa’nın dediğine göre, İzzet Özbek, Kirişlerin Celal, Neşet Pehlivan, Emin Uçar, Duran Yücel gibi devrin bilir kişileri de (hepsi de Sünni)  katılırmış ve günümüzdeki gibi cem ritüelleri değil dini, sosyal konularda sohbetler yapılırmış.

Gelelim 90’lı yıllara. Bu yıllarda kasabada bir gelişme olur. Evlerin arasında bir mezar varmış (mezar varmış diye anlatılır, yani doğruluğu kesin değil. Tarih yüz yıldan eski). Bu mezara 90’lı yıllarda türbe yapılır. Haydar Baba türbesi.

Prof.Dr. Muzaffer Yücel’den, duyduklarını, anlatılanları dinleyelim. ” O türbe ile ilgili hikayeleri Munise anam (babaannem anlatırdı, ondan duyduklarım şöyle. Yazlınız bir açıklama yapayım, onunkiler de duyum, kendi yaşadığı değil. Türbenin karşısında Zühtü emmimgilin bir evi var, hemen arkın kenarındaki odanın olduğu yapı.

Bu evi yaparken duvar örüyorlar, sabah devam etmek üzere akşam ustalar evine gidiyor, sabahleyin geliyorlar ki duvar yıkılmış. Hemen yine duvarı örmeye başlıyorlar, ertesi gün yine yıkılmış, bu böyle birkaç sefer tekrarlanıyor. Hatırladığım kadarıyla Zühtü emmimin babası Osman Ağa ustalara “Siz şu türbeden taş aldınız mı? diye soruyor. Ustalar da “evet” diyor. O da “eyvah, bunlar ondan oluyor” diyor ve önce türbenin o zamanki taş alınan yerini tamir ediyorlar. Daha sonraki ördükleri duvar da herhangi bir sorun olmadan hala ayakta duruyor.

Anam bir şey daha anlatırdı.  Benin dedem  (Hacı Hüseyin) 1940 da babam 7 yaşında iken ölüyor. En büyükleri babam olmak üzere 4 çocuk öksüz kalıyor.

Çok sıkıntı çekiyorlar. Yine yanılmıyorsam Bekir Efendi (Birol Güller’in babasının dedesi) bir rüya görüyor ve rüyasını anlatıyor. Rüyasında; ak sakallı bir dede elinde bir ibrik bizim avluyu suluyor. (Sen orayı hatırlar mısın bilmiyorum, türbe doğrudan bizim avluya bakardı, şimdiki Faruk Yalçın’ın oturduğu evin eski yeri). Bekir Efendi  sen ne yapıyorsun diye soruyor. O ak sakallı dede de, şu çocuklar öksüz kaldı, onların evine yoksulluk girmesin diye suluyorum, diyor.

Anam, bunları böyle anlatırdı. Bizim çocukluğumuzda orası Sayma halanın (Cemal Karababa’nın anneannesi)  küllüğü olarak kullanılırdı. Biz de çıkar üstünde oynardık. Şimdi farklı oldu.”

Evet hikâye bu. Doğruluğu, tarihi gerçekçiliği tartışılır.

Bize göre, eğer bir değerlendirme yapacak olursak, mutlaka orada bir mezar vardır. İnsanlar özen göstermişlerse, ya ailenin sayılır, sevilir bir büyüğüdür ya da dışardan gelmiş saygın kişiliği olan (dini kimliği olabilir) biridir.

Sonuç olarak kasabada yapılan türbe konusunda değişik rivayetler vardır. Haydar Dede’nin kasabalı olup olmadığı konusunda herhangi bir veri olmadığı gibi, ölümünden sonra da geride kalan akrabalarından da bir bulgu yoktur. Dolayısı ile büyük ihtimalle (bizim değerlendirmemiz ) yalnız gelmiş, o beldede yaşamış alim bir kişiliktir.

Tarihçi Abdulbaki Gülpınarlı’nın öğrendiğimiz ”…. Bektaşi Çelebileri Çepni’lerdi. Anadolu’ya dağılıp öğretilerini yaymışlardır ”

Aynı tespit ve değerlendirmeyi Prof. Faruk Sümer’de de görmekteyiz. Sonuç olarak, büyük ihtimalle Haydar Dede’de kasabaya gelmiş, yaşamış ve ölmüş bir Bektaşi Çelebisidir.

  Camii

Yapımı ve restorasyonu. 

Çepni camisinin ne zaman ve kimler tarafından, nasıl yapıldığı konusunda çok değişik rivayetler var. Bunu, göçer-konar toplumların karakteristik bir özelliği olarak kabul ediyoruz. Oysaki bu konuda ki sorularımızın cevabı, cami giriş kapısının üzerinde ve ön duvarında Osmanlıca olarak yüzyıllar önce kaydedilmiştir.

Bu kayıtlardan biz, caminin ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığını, ne zaman ve kim tarafından onarımdan geçirildiğini görmekteyiz. Arıca, Cami ile ilgili Sivas İli Kültür Portalı ve Diyanet kayıtlarında da söz konusu kayıtlar ve konumu konusunda bilgiye ulaşmak mümkündür. Biz bu kaynaklar ışığında okuyucularımıza bilgi sunmak istiyoruz.

Kitabe 1

T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı, Gemerek Müftülüğü kaynaklarına göre:

Camii, giriş kapısı üzerindeki kitabeye göre,1530 tarihinde Kızılkocaoğlu İsa Bey tarafından yaptırılmıştır.1826 ve 1898 yıllında onarım geçirmiştir. İç mekân güneyde en büyük olmak üzere dört eyvanımsı nişlerle genişletilmiştir. Orta kısım kare planlı çapraz tonozla örtülüdür. Tonozun ortasında sekizgen kaideli kubbecik yer alır. Yan kenarlar sivri kemer alınlıklı ve beşik tonoz örtülüdür. Güney kanat diğerinden daha büyüktür. Yapının batısında üç bölümlü bir cemaat yeri ile minare bulunur. Mihrap orijinal durumunu korumuş olup, çok güzel alçı süslüdür.

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Türkiye Kültür Portalı kayıtlarında:

Yaptıran:                 İsa Bin Mestan Bey

Yapım Tarihi:         1629

Kültür Dönemi:      Osmanlı

Kitabe:                   Onarım-Yapım kitabesi

Vakfiye:                 Onarım-Yapım Kitabesi

Genel Tanım:          Sivas ili, Gemerek ilçesi, Çepni Kasabası’ndadır.

Eski Camii veya Merkez Camii olarak bilinir. Bahçe içerisinde yer alır.

(Not: Yapım tarihi, Diyanet kayıtlarında 1530 olarak geçiyor. Portala yapım tarihi olarak geçen 1629 yanlıştır)

Kitabe 2:

 

” Ey bütün varlıkların yaratıcısı senin lütfundan yararlanarak eserler bıraktı. Gayret ve çalışmalarını rızana uygun kılıp rahmetinden bağış ver.

Yaratılmışların isyanını bir tevessül bahanesi ile af etmek senin Tanrılığını     şanındandır. Sen Kayyü m, Va hid ve Ehad’sın bu ca mi-i şerifin imar ve inşa eden eshab bını imam ve cemaatinin duası ile namazını kabul eyle. El-ha c Ali oğlu İbrahim’i mahzun etme, yaptığı hayırları kabul eyle. Yeryüzünün halifesi, şevketmea b Sultan Hamid’in zamanında idi. Bin üç yüz on sekiz senesi Rabiüü’l-evvel ayında müjde verip geri kalanını tamamladı. Şefaat kaynağı, bütün cihanın başkanının şefaatiyle a çiz kullarına imdad eyle.

Haziran 1316 (1898-1899) (Not:Sultan Hamid: II. Abdulhamid / padişahlığı, 1876 – 1909)

Yukardaki kitabeden de anlaşılacağı gibi cami 1898 – 1899 yıllarnda Ali oğlu İbrahim tarafından restore edilmiştir. Ali oğlu İbrahim kimdi? Bunu, cami konusunun sonunda dip not olarak vereceğiz.

Peki, günümüzdeki tartışmanın; burası cami olarakmı yapıldı, kilisedenmi çevrildi tartşmasının temelinde yatan nedir ?

Bu dönem genel olarak Anadoluda ama yoğunluk olarak iç bölgelerde göç ve yerleşim bölgelerinde Müslüman nüfusun yoğunlaştığı dönemlerdir. Müslüman gruplar gittiklere yerlerde mescit, dergah, tekke veya cami gibi ibadethanelerini de inşa etmişlerdir.

Burada ilginç olan, Çepni beldesinde o dönem yaşayan yerleşiklerin ibadethanelerine dair bir kayıt yoktur. Böyle bir kayıtın olmaması demek burada ibadethane yoktu anlamına gelmez. Sivas ve yöresindeki yerleşiklerin yaşamlarına ve inanç dünyalarına baktığımız zaman (Sivas 1877, Bogos Natanyan) azımsanmayacak derecede manastırların, kiliselerin olduğu görülmektedir.

Bugün caminin inşaası konusundaki tartışmanın temelinde bu belirsizlikler yatar. Bir rivayete göre burası kilise olarak inşa edilmiş olup, Müslümanlar burayı camiye çevirmişlerdir. Diğer görüş ise bunun tersi; burası baştan cami olarak inşa edilmiştir.

Ben buranın kiliseden camiye çevirme değil, baştan cami olarak inşa edldiği kanısındayım.

Caminin mimari olarak oturumu (ibadet yönü) ile kiliseninki birbirinden farklıdır. Musevilerin ibadethanelerini yönü ile Müslümanlarınki aynı denilebilir çünkü iki dinde de kutsal yöneliş Kudüs ve Mekke aynı yöndedir. Fakat Hıristiyanlık‘ta böyle değildir. Her ne kadar kiliselerin yönleri farklılık göstersede genel ve çoğunluk olarak kiliselerde kutsal yön güneşin doğduğu, doğu yöndür.

Kasabada bulunan Surp Sarkis Ermeni Kilisesi‘nin mimari konumuna bakıldığında kilise aksının doğu batı ekseninde olduğu görülür. Aynı şekilde caminin mimari konumununda kıble dediğimiz ibadette yönelme aksının güney-doğu ekseninde olduğu görülür.Yani, mimari açıdan ibadetlerde yönelme istikametleri uyuşmamaktadır.

Caminin bulunduğu alan aynı zamanda bilinen en eski Müslüman mezarlığıdır.

Bugün cami çeşmesi üzerinde bulunan mermere işlenmiş kitabe kasaba için çok önemli, tarihi eserdir. Tam olarak yeri bilinmemektedir. Zamanla yeri değiştirilmiş, en son buraya, çeşmenin üzerine konmuştur.

Yazının Türkcesi:

Şal emernaküm müşevves andan beru
Nahcivan seferin kılmıştı sultan
Hicretin kartıyor kuvveti yezide civan
Hanifi ibn- i isa mestan ibn- i

Huzurlu ( acısız ) evlere büyük karışıklığın düştüğü yıldan sonra sultan Nahcivan seferini emretti.
İşi elinde tutanlar ( yöneticiler ) genç delikanlıları acımasız sebeplerle memleketinden uzaklaştırdı.
Eli iş tutan genç delikanlılar göç ederek büyüyen kuvvetlere katıldı. ▪ İsa oğlu Hanifi ve Mestan

Taşın üzerindeki yazının günümüz Türkçe ‘sine çevirisi bu.

Bu ne anlama gelmektedir ? Kanuni Sultan Süleyman’ın 1553 – 1554 Safevi Devleti’ne yaptığı Nahcivan Seferi’ne giderken bu bölgeden mi geçti ? Başlıkta, girişte bu bilgi veriliyor. Padişah bölgeden geçerken eli iş tutan dediği, yani genç delikanlıları da mı beraberinde götürmüş oluyor. İkinci vurgudan da bu sonuç çıkıyor ki üçüncü vurguda da bunu onaylıyor.

Giriş ve vurgulardan da anlaşılıyor ki o gün için büyük bir sosyal olay yaşanmıştır ve bunun üzerine İsa oğlu Hanefi ve Mestan tarafından mermere işlenerek tarihe not düşülmüştür.

Ayrıca taş üzerinde bulunan sağlı sollu iki selvi ve ortada güneşi sembol eden kabartmalar bu yazıtın bugüne kadar söylendiği ve inanıldığı gibi bir mezar taşı olduğunu göstermez. Taşın ebatlarında mezar taşı olmadığını göstermektedir.  Osmanlının o dönem; öncesi ve sonrası mezar taşlarında bu ve benzeri semboller vardır ama  bu şekilde yatık mezar taşıda çok nadirdir. Bu Anadolu’da böyledir. Mezar taşları diktir. Özelliklede üzerinde selvi veya hayat ağcı bulunan mezar taşları özellikle dik konumdadır.  Ve hatta cami çevresinde dik, üzerinde sarığı sembol eden başlıklı mezarların olduğu ve bunların talan edildiği anlatılır ki bunda gerçeklik payı vardır. Hayat ağacı sembolü evreni; aslında cenneti, ölümsüzlüğü, yani ebediyeti, çoğalmayı, suyu, yağmuru, bereketi, soyu ,  selvi ağacı da hayatın ebediliğini, ölümsüzlüğü simgeler. Kullanıldığı yere göre de anlamları değişir. Güneşte aynı anlamları taşır. Bu semboller aynı zamanda şaman kültüründe de vardır. Sonuç olarak bizim değerlendirmemiz şudur. Nahcivan seferine giderken Osmanlı kuvvetleri gençleri toplamış ve orduya katmıştır. Bu yazıtta bu olayın acısını ve toplumda bıraktığı etkiyi, acıyı belirtmek üzere yazılmıştır. (Bu yorum bize aittir)

Dönemin mezar taşlarından örnekler. Cami çevresinde de bunlar gibi başlıklı mezarların olduğu söylenir. Ne yazık ki bu mezarlar harap edilmiş, taşları duvarlarda kullanılmıştır.

“Osmanlı mezar taşlarında ölen kişinin baş, gövde ve ayaklarını simgeleyen şahideler âdeta birer heykel gibi biçimlendirilmişlerdir. Başucu şahideleri ayakucu şahidelerinden daha  yüksek olup; bazılarının mezara bakan yüzeylerinde ayet ve kimlik kitabeleri yer almaktadır. Mezar taşları; başlık, ser levha, kimlik bilgileri, dua ve tarih olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır. Osmanlı mezar taşlarının en önemli özelliği başlıkları yani serpuşlarıdır. Biçimlenişleri ile plastik açıdan dikkat çeken serpuşlar, mezarda yatan kişinin statüsü, mesleği, hangi tarikata mensup olduğu hakkında bilgi vermektedir. Burmalı, dilimli, eğimli sarıklar; çubuklu, baklava dilimli kafes şeklindeki kavuklar; mecidiye, Hamidiye, aziziye kalıplı ve sarıklı fesler; oval başlıklar, hotoz başlıklar Osmanlı Dönemi mezar

taşlarının önemli unsurlarıdır. “SAĞIROĞLU ARSLAN, A.(2017). “Taşlar Konuşur”: Türk Mezar Taşlarının Biçim Dili.Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 6(3), 1923-1937).

Örneklerden de görüldüğü gibi cami de bulunan bu eser -yazılı mermer blok rivayetlerdeki gibi mezar taşı değildir.

 

Kasaba mezarlığındaki mezar taşları

Yine tartışma konularından biride cami üzerinde bulunan kısa kubbenin kilise çanı kaidesi olduğudur.

Oysaki gerçek bu değildir. Yani, bu ne kiliseye ait mimari bir parça ne de çan kulesidir. Bu caminin orijinal minaresidir. Adı köşk minaresidir.

Özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde bunun sayısız örnekleri vardır.

(Foto: Hüseyin Bilik Nevşehir)
Göreme Camii minaresi, (Foto: Hüseyin Bilik Nevşehir)

 

Kızıkaya Camii minaresi,(Foto: Hüseyin Bilik Nevşehir)
Orta Bedik Camii (Foto: Hüseyin Bilik Nevşehir)

Anadolu’daki köşk minareleri konusunda yapılan bir araştırmaya bakalım.

” Zelve ören yerini dolaşırken terk edilmiş kiliseler arasında yerleşmiş Türk Mahallesinde bulunan Cami ve köşk minaresiyle ilgili olarak zaman zaman yerli turistlerin, buranın eskiden bir kilise olabileceği ve minaresinin de çan kulesi olduğunu yorumlamalarını duyunca üzülmüş, bazı geleneklerin terk edilmesinin, sonradan gelen kuşaklarda nasıl bir toplumsal hafıza kaybına şahit olmuştuk….

Kapadokya bölgesinin genelinde yaygın bir şekilde karşımıza çıkan bu yapı geleneği, başka yörelerde benzer örneklerine rastlansa da kendine özgü detaylarıyla adeta yüksek, belirleyici bir mimari unsur olmuştur. Kapadokya’nın en büyük tarihi yerleşimi olan Kayseri ve çevresinden başlayarak; yaygın biçimde Nevşehir, Ürgüp, Avanos, Gülşehir, Niğde, Aksaray’a kadar uzanan alanda bu tür minarelerin örneklerine rastlamak mümkündür. Kayseri yöresinde daha çok Minber Minare olarak bilinmekte ve gerek Kayseri merkezine gerekse yakın ilçe ve köylerinde sıkça karşılaşılmaktadır. Nevşehir ve çevresindekilerle tamamen aynı detay özelliklerini barındıran ortak bir geleneği temsil ederler.

Bölgede; Gülşehir Kızılkaya Köyündeki, Karzaçay Hatun Camii ya da Kayseri’deki Gülük Camii gibi 12. Ve 13. Yüzyıllarda Anadolu Selçuklularla başlayıp Beylikler ve Osmanlı dönemleri boyunca devam ederek 20 yy. başlarına adar uzanan süreçte köşk minareler yapıla gelmiştir.” (Faruk Sağcan, Y. Mimar:Nevşehir Kültür ve Tarih Araştırmaları Dergisi, 2006.)

Dolayısıyla kasaba camisinde bulunan ve yıllardır „çan kulesi“ gibi bilgiye dayalı olmayan söylemlerin hiçbir tarihi dayanağı yoktur.

Cami konusunda, tıpkı kilise ve diğer kültür değerleri konusunda bilgi paylaşırken, kasabaya gelen misafirleri bilgilendirirken çok dikkatli olunmalıdır. Üzücü olan günümüzde dahi vatandaşlar tarafından değil, okumuş ve hatta öğretmenlik gibi kutsal bir görevi icra edenler tarafından dahi kilise ve camii konusunda araştırma yapmadan, maddi delillerden yoksun tamamen yanlış, o kadarda uydurma hikayeler bilgi, tarih niyetine anlatılmaktadır.

Bu ve benzeri konularda günümüze kadar herhangi bir envanter çalışmasının yapılmamasının da bizler için, belediyemiz için bir eksiklik olduğunu belirtmeliyim. Her ne kadar Sivas Valiliği Camii konusunda bir envanter çıkarmışsa da  yeterli ve tatmin edici bilgi

(Çepni Camisinin ön duvarında ki kitabede, 1898-1899’da restore eden Ali oğlu İbrahim; bugün İsmayiloğulları sülalesinin seceresindeki büyükleridir.Ali oğlu Hacı İbrahim(D:1844. Ö: ?) Hac İbrahim oğlu Ali (D:1872 – 1934)Ali oğlu Hasan (Temel) (1898 – 1975). Oğuz Güler’in (Emekli Erciyes Üniversitesi, Öğretim Görevlisi.) raştırmasına göre Caminin tamirat işlerini yapan Kızılkocaoğullarıdır ve İsmayiloğulları bu sülalenin devamıdır. Anlaşılabilmesi için bir isim üzerinden yazıyoruz. E.T.)

Kilise

Çepni’nin kültürel zenginliğinin en önemli unsurlarından biri de Ermeni Surp Sarkis Kilisesidir.

Çepni      tarihinde,     ilk     kurucuların Anadolu Ermenileri olduğunu vurgulamıştık.

On dokuzuncu yüz yılda ortalarında yapılan kilise, bir ibadethane veya dini mekan olmaktan öte bir anlam taşır. Yüzyıllar süren bir ortak yaşamın, farklılıklara rağmen birlikteliğin sembolüdür. Her ne kadar günümüzde Ermeni vatandaşlarımız yoksa da kilise, yalnız onların değil bütün Çepnililerin ortak değeri, kimliğinin bir parçasıdır.

Bundan dolayı günümüze kadar korunmuştur. 1995 yılında ” bu esere nasıl bir misyon kazandırabiliriz” sorusu tartışıldı. Kasabada, burayı ibadethane olarak kullanabilecek Hıristiyan cemaati olmadığından; hem kilise özelliğini yansıtacak, buna ek olarak, sosyal bir içeriği olacak konsept geliştirilmesi yönünde çalışma başlatıldı.

Sonuçta, geliştirilen konseptin ”Çepni Ermeni Kilisesi ve Etnografya Müzesi” olmasının nedeni de budur. Bu amaçla gerekli izinlerin alınması, projenin hazırlanması ve giderleri karşılayacak kaynakların bulunması için yurt içi ve dışında görüşmeler – yazışmalar yapılmıştır.

 

1995 yılında başlayıp zamanın Belediye başkanı ile düşülen bir ihtilaftan dolayı askıya alınan restorasyon projesi 2015’de tekrardan güncellenmiştir. Almanya, Wuppertal kentinde bulunan Çepni ve Çevresi Yardımlaşma Derneği inisiyatifiyle yürütülen proje, Çepni Belediyesi ve Kayseri Erciyes Üniversitesi birlikteliği ile gerekli olan bütün raporlar hazırlanmış, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sivas Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü onayı alınmış ve restorasyonun başlama aşamasına gelinmiştir.

Bakanlığın ilgili yazısı:

Bugün cami ile kilise arasında bir tercih yapamayız. Dini açıdan da böyledir. İkisi de birbirinin kutsal kabul ettiği ibadethanedir. Cemaatin oynadığı rol gereği camii bugün daha bakımlıdır. Fakat kilise,  cemaat olmayınca ibadethane olarak kullanılma özelliğini de kaybetmiş, gereği gibi korunamamıştır. Bugün bizlerin amacı, bu mirasa olması gereken değeri tekrar kazandırmaktır.

Bunu başaracağız ve gelecek kuşaklara bu mirası daha anlamlı ve içerikli olarak devredeceğiz.

(1. Kilise ile ilgili çalışmalarımız konusunda ”Çepni Kasabasının Kilise Macerası” başlıklı yazısına bakabilirsiniz)

Yıllardır yürüttüğümüz bu proje konusunu burada, bize her türlü desteği veren, restorasyon konseptinin hazırlanmasını sağlayan Kayseri, Erciyes Üniversitesi Mimarlık ve Kültür Araştırma Merkezi Müdürü ve öğretim görevlisi Sayın Prof. Dr. Gonca Büyükmıhçı’nın, Üniversitenin SOSYAL BİLİMLER, Enstitüsü Dergisi’nde kaleme aldığı makaleden bir bölümle bağlayalım.

”Çepni Surp Sarkis Ermeni Kilisesi, hem mimarlığın tarihsel sürecinde önemli bir yere sahip olması hem de Türkiye’de halkın isteğiyle projelerinin hazırlandığı ender örneklerden biri olması açısından dikkate değer bir noktadadır. Kentin kalkınmasına ve halkın yaşam kalitesine önemli katkı sağlayacağı inancı ile koruma süreci başlatılan kilise, koruma talebinin tabandan gelmesi bağlamında ülkemiz için alışılmadık bir durum sergilemekte, yerel halkın tüm resmi ve sivil kurumlarla birlikte tek bir amaç çerçevesinde kenetlendiği özel bir model sunmaktadır. Bu kapsamda üniversitemiz bünyesinde gerçekleştirilen Çepni Surp Sarkis Kilisesi rölöve, restitüsyon, konservasyon ve restorasyon proje çalışmaları, koruma kuramı çerçevesinde halkın bilinç sisteminde etki yaratması ve bu alanda gerçekleştirilecek ileriki çalışmalara bir örnek oluşturması amacıyla yayına dönüştürülmüştür.

Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan Çepnilileri, yerel yönetim, sivil toplum kuruluşları, kaymakamlık, iş adamları gibi toplumun farklı kesimlerini tek bir amaç çerçevesinde birbirine kenetleyen kilise, Çepnililer için toplumsal bellekte önemli bir yere sahip bir simge durumuna gelmiştir. Koruma alanlarında alışılagelmiş uygulama olan, yerel yönetimler ya da bakanlık düzeyinde verilen kararların uygulanması için yerel halkın ikna edilmeye çalışılması sürecini tersine çeviren yapısı ile ezber bozan Çepni örneği katılımcı demokrasinin özel bir yansımasını oluşturmaktadır. Halkın Talebi ile başlatılan girişim Çepni ve Çevresi Yardımlaşma Derneği önderliğinde adım adım hayata geçirilmiştir. Belediye, kaymakamlık ve derneğin ortak çabalarıyla kurgulanan sürece üniversitenin eklenmesi ile proje bilimsel bir nitelik ve güvenilirlik kazanmıştır.

Surp Sarkis Ermeni Kilisesinin korunarak yaşatılması sürecindeki başarıda belirleyici güç, karar vericilerin değil tek bir amaç için kenetlenmeyi sivil girişimci ve gönüllülerin çabalarıdır. Çepni ve Çepnililer kilise gibi hassas bir fonksiyonla betimlenmiş bir yapının korunması konusunda gösterdikleri çaba ile kültürel mirasına sahip çıkma konusunda halkın bilincine yönelik örnek bir tavır sergilemişlerdir. Bugünün kullanıcıları kadar geçmiş dönem kullanıcılarının da onayını ve desteğini alma başarısını gösteren proje hak ettiği maddi desteği sağlayarak koruma

uygulamaları arasına halkın isteği ile korunmuş özel bir örnek olarak Katılacaktır” (Erciyes Üniversitesi, SOSYSL BİLİMLER Enstitüsü Dergisi. Yıl:2015/2, Sayı:39 )

Projenin Türkçe, İngilizce ve Almanca hazırlanan tanıtın broşürleri.

 

Kasabada mimari yapı

Kasabanın çevreye göre kendine has bir mimari yapı şekli var. Evler özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemi ev mimarisi özelliklerini taşır.

Genelde evler avlu denilen, dışı yüksek duvarla çevrilmiş alanların içine yapılırdı. Avlunun giriş kapısı büyük ve iki kanatlı olur. Çatalkapı denilen bu girişler kilit yerine, iç tarafa tahtadan yapılmış bir düzenekle (sürgü) kitlenir.

Evler genelde İki katlıdırlar. Veya katlar yerden birkaç basamak yukardadır. Genelde hepsinde balkon vardır. İç bölüşüm, ortada büyük bir salon, yanlarda da odalar vardır. Bu odalardan ikisi oturma odasıdır yalnız biri misafirler için kullanılır. İç ve dış cepheler kal denilen beyaz bir toprak suyla harç haline getirilir ve sıvanırdı. Sıvama işi postla yapılırdı. Kullanılan kal Tıhrazın Boğazın üst tarafından (Kallik) eşilerek çıkartılırdı.

Misafir odası devamlı dayalı döşelidir. Isıtma salondaki ocaklardan sağlanır. Merkezidir. Oturma odalarında makatlar hem oturma hem de yatma yeri olarak kullanılır. Evlerin tuvaletleri önceleri dışardaydı. Zamanla balkonların sonuna ve de ekonomik gelişmeye paralel olarak evlerin içlerine yapılmaya başlanmıştır. .

Önceleri ev giriş kapılarının arkasında genelde yıkanmak için çağ yani yunak (genellikle taştan oyma ) bulunurdu.

Ev saçakları da sundurma, alttan ahşap dirseklerle desteklenmiştir. Günümüze yeni yapılan evlerin çoğu güneş enerjisinden yararlanmakta ve ocakların yerini kaloriferler almaya başlamıştır. Klasik iç mimari terkedilmiş, mutfak, banyo, tuvalet ev içlerinde ve moderndir(!).

Ne yazık ki yukardaki klasik Çepni evlerinin yerine daha modern (!) evler yapıldı ve yapılmakta. Yurt dışı göçün mimariye yansıması bize göre olumsuz olmuştur.

Çepni’nin iklim, ekonomik ve aile yapısına göre geliştirilmiş o klasik mimarimizin yerine modern evler yapılmaya başlanmıştır. İnsanlar kentlerde ve yurtdışında gördükleri ev mimarisini kasabada uygulamaya başlamıştır. Özellikle seksenli yıllarda eski evlerin tamamen yıkılıp yerlerine betonarme ev yaptırma yarışı kasabanın eski, kendine has ev mimarisini yok etmiştir. Bugün birkaç ev o estetik mimarisiyle ayakta kalmıştır.

Burada eski köy odalarını da belirtmek gerekir. Köylünün akşamları toplanıp sorunlarını tartıştığı bu odalar hem buluşma hem de istişare meclisi görevi görürlerdi. Odalar da oturma düzeni gelenlerin sosyal yapısına göre belirlenir, herkes istediği yere oturamazdı. Gelenlerin yemek ve içecek işleri ile ilgili bir erkek görev yapardı. Odaların tıpkı cem evleri gibi kendine has adabı vardı.

Bu odaların mimarileri de farklıydı.  Üst tavanları ahşap işlemeli, adeta bir sanat harikası idiler. Ne yazık ki bunların hepsi yıkıldılar. Kasabada bulunan iki büyük köy odasının (Halil Efendi’nin ve Altın Dişin köy odaları) mimarı İsmailoğlularından Go Ali (Ali Temel) dir. Oda tavanlarını demir çivi kullanmadan ağaç çivi ve giydirmeli olarak koni şeklinde yapmıştır. Ne yazık ki bugün bu odalardan yalnız Altın Dişin odası kalmış, diğerleri yıkılmış yerlerine modern(!) evler yapılmıştır.

Dünden Bugüne İnsan Manzaraları

……………………………ve bir yaşanmışlık…

Kasabada kulaktan kulağa aktarılan  o kadar çok hikâye var ki, bunların bazıları gerçekten yaşanmıştır; insanların hayatlarında nesilden nesile anlatılacak, güzellikleriyle, hüzünleriyle hafızalardan silinmeyecek olaylardır bunlar.

Hepsini yazmaya kalksak bu hikayeleri ciltlerce kitap olur dersek abartmış olmayız. Ama böyle bir çalışmanın da yapılması gerektiğinin altını burada da çizelim.

Biz burada bunlardan birkaçını sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Bu, kasaba mevkilerinden Hamzalı ve Gofatmalı’nın hikayesidir.

Hamza ve Gofatma( yeşil gözleri olana halk arasında “go gözlü,/ anlamında isminin önüne “go” sıfatı eklenir)  kardeştirler. Hamza davar, sığır ve at besler. Gofatma ise çiftçi, tarla eker biçer.

Yılların birinde kış sert geçer. Hamza hayvanlarına yiyecek bulamaz. Azabına(*) bir torba altın verir ve bacısı Gofatma’ya gönderir ondan saman, buğday ister. Gofatma azaba  ” Onları, altınları geri götür, hayvanlarına yedirsin ” der. Kardeşine saman ve buğday vermez. Bunun üzerine kardeşler küserler.

Nice sonra barışırlar. Küskünlükler bitmiştir. Aralarında Kızılırmak olsa da birbirlerine gidip gelmeler, sıklaşır; artık oba bir olmuştur. Zaman içinde çocukları da büyür ve Hamza’nın oğlu ile Gofatma’nın kızı birbirlerini severler evlenmeye karar verirler neticede nişanlanırlar…

Hamza’nın oğul atla nişanlısını görmeye gider. Kızılırmak’ın azgın sularını atı ile geçer.   Dürme Pınarı’na varınca yorulur, atın eyerini koluna bağlar ve pınarın başına yatar.

Akşamı beklemektedir. Bir ara nedendir bilinmez at ürker, uyumakta olan oğlu arkasından   sürükleyerek. Akşam olur, gece olur, ortalık kararır. Hamza oğlunu beklemektedir fakat oğul ne gelen var ne giden. İçine bir korku düşer atına biner ve aramaya başlar. Cemil Ağıla yaklaşınca atın sesini duyar; atı bulmuştur.

Fakat ne görsün, atın yelesinde oğlunun yalnız kolu vardır. Gövdesi yoktur. Hamza durumu hemen kardeşi Gofatma’ya bildirir. Kızılırmak’ın azgın sularının birbirinden ayırdığı  iki kardeş obasına öyle bir ateş düşmüştür ki  İkisi de bu acıya dayanamazlar ve obalarını alarak bölgeyi terkederler.

Söylentiye göre Tarsus’un Kamışlı köyüne yerleşmişlerdir.

Onlar, kardeşler acılarını, ağıtlarını; obalarını alıp gitmişler ama geride, o topraklarda isimleriyle hikayeleri kalmış(* Azap: evde sürekli çalışan işçi)

Yakın tarihimizde de, benzer yaşanmışlıklar olmuştur. Bunlardan bazıları acı izler bırakmıştır. Ağıtlar yakılmıştır

Bir bulaşıcı hastalık sonucu birçok çocuğun ölmesi, kayık batması olayı, Amerikan yardımı süt tozlarından yapılan sütten çocukların zehirlenmesi gibi…

Kızılırmak parça parça olaydın ! 

Kızılırmak…Sivas, İmranlı kazasının Kuz Köyü’nden doğar salına salına Çepni topraklarını ikiye bölerek Bafra’dan Karadeniz’e uzanır. Geçtiği her yerde toprağa bereket vermiş dertlere deva olmuştur. Ama bazen da kızmış, çılgına dönmüş dert olmuş, geride acı , göz yaşı bırakmıştır…

Nedense biz arazimizden geçen kısmına bizim Kızılırmak deriz. Orası bizimdir, bizden bir parçadır. Çünkü berisinde de ötesinde de tarla var, koyun var, oralara ırmaktan geçip gitmek gerekir.

Ama nasıl ?

Irmağı geçmek için ya sığ akan bir yer bulmak gerek; eşek korkmadan geçer, ya da kayıkla geçmek gerekmektedir…

Köylü bir kayık yapar. Sadigilin Halil (Tecer), Kayıkcının Osman ( Kılıç ) ve Yaşar Özağaç çalıştırır.

Yıl 1949. Mevsim bahar. Sürüler inmiş, sağım zamanı…

Kayığa binilir. Kimlermi var ?

Şadiye Özağaç
Yayla Özdemir
Tahsin Özağaç
Atgüdenin Karısı Keziban
Duranın Kızı
Rabia Erdal –  Nuhun Dursunun Karısı
Kadriye Taşdemir – Feridin Karısı

Kayık suya kaydırılır.

Baharları Kızılırmak  hırçınlaşır. Yine hırçınlığı tutar ve kayığın karşıya geçmesine müsade etmez Kızılırmak.

Kayık ters döner.

Nufun Dursun’un karısı Rabia Erdal,  ve Ferit’in karısı Kadiriye Taşdemir ve kızı kurtulamazlar.

Ateş düştüğü yeri yakar derler ya !
Bu ateş bütün köye düşmüştür.
Yürekler yanar, yaslar tutulur, ağıtlar yakılır…

Kızılırmak göremedim kıyını
Duman çöktü göremedim boyunu
Eğer bulaydım bende yavrumu
Kurban ederdim sürüyünen koyunu

Kızılırmak parça parça olaydın
Taşını toprağını seller alaydı
Her parçan bir dağlarda kalaydı
Aldı Kızılırmak aldı gelini

Köprüye geldikde köprü yıkıldı
Kırkaltı sağme suya döküldü
Nice yiğitlerin beli büküldü
Aldu Kuzulırmak aldı gelini

Rabia dediler adını duydum
Köprüden ötede ölüsün buldum
Ben gitmez idim Feride uydum
Aldı Kızılırmak aldı gelini

Atik atik yürürüdü yoluna
Kara yamşağını atmış koluna
Zalım Kızılırmak çekmiş ğölüne
Nettim Kızılırmak aldı gelini

Bu ağıdı kimin yaktığnı bilmiyoruz.

Bir ağıtta Keklicekli Mehmet yazar.

(İki ağıta da benzer mısraların olduğunu belirtelim)

 

…….ve çocuklar !

Bilinmez nedendir. Bir hastalıktır. Kıran girdi derler eskiler… çocuklardır bu sefer ocaklara ateş düşüren.

Yazar Zeki Coşkun‘dan dinleyelim…

” Gurbete çıkmayıp köyünde toprağında kalanların ahvalini ise Fazıl Hüsnü Dağlarca‘nın destansı yapısı Toprak Ana’da buluyoruz.

Dağlarca 1940′ ların ikinci yarısında subay olarak Sivas’ta bulunmuştur. 1950’lerde yayımlanan ve tümü Sivas izlenimlerine dayalı şiirlerinden oluşan Toprak Ana’nın yanı sıra ertesi yıl yayınlanan kitabı ”Sivaslı Karınca” da oradan dünyaya bakış niteliğinde ki şiirlerinden oluşmaktadır.

Dağlarca bölüm başlıklarını aşık geleneğinden,  aldı …”bakalım ne dedi” söylemiyle düzenlediği yaşantısını Toprak Ana’da köyden şehre uzanan gözlemler dizisi ile yöre insanının yaşantısını şiirleştirir.

”Aldı köy köyler , bakalım ne dedi…başlıklı ilk bölümünde çizilen köy – köyler yoklar diyarıdır.

Işıksız, mektupsuz, yolsuz, habersiz, , onun içinde yağmursuz köy ve çocuksuz köy.

”Boğmacanın kara eli uzanmış saat saat,
Almış minicik yavruları ana yatağından. Çepni köyü duman, ah eder
Yüzyirmiyedi baş çocuğa eyvah eder Ölenlere ağlanmaz da
Kime ağlarsa günah eder.
Tanrım kaderle dağı taşı ıslah eder.”

(Çocuksuz Köy, Fazıl Hüsnü Dağlarca)

(Zeki Coşkun, Öteki Sivas.)

Yine aynı yıllar...

1950 – 1953, dünya dengeleri değişiyor.

Yeni birliktelikler, ayrışımlar oluşuyor.

Birileri dünyayı yeniden tanzim ediyor; paylaşıyorlar demeli.

Bu süreçte devletlere de roller veriliyor. Uzaklarda bir yerlerde Kore adında bir devlet kuzey – güney kavgasına tutuşuyor. Peki bize ne ?

Olur mu ?

Türkiye’ye de rol var oralarda. Halk korkutuluyor; komünist Rusya ülkeyi işgal edecek, komünizm gelecek, din elden gidecek… bir taraftan iktidar; Demokrat Parti, diğer taraftan Komünizmle Mücadele dernekleri öyle bir propaganda yapıyor ki Türkiye’nin geleceği ve bağımsızlığı ancak ABD’nin koruyucu kanatları altına girmekle mümkün.

İşte bu kanat Nato. Ama bunun da bir bedeli var; Nato’ya gireceksen ABD ile beraber Kore’ye gideceksin… Anadolu’nun Mehmetleri gemilerle denizlere açılır; ne bilsinler nereye niçin gidiyorlar… Kasabadan da olması gerekir elbette…

Yoksa bizi NATOYA ALMAZLAR !

Kazım Çeliker
Ömer Damlapınar
İbrahim Bayıryüzü
Alim Erdal
Kemal Taştan
Mustafa Yılmazsoy
Mehmet Alkan
Tayyar Çelik

İlk gemi kalkar İzmir Limanından. Tarih: 17 Eylül 1950

Bir kısmı önce, bir kısmı sonra gitmiştir oralara. Ne zaman olduğu da önemli değil. Önemli olan bu kadar kasabalının Kore’ de ne işi vardı ?

Mehmet Alkan’a soruyorum, “Ne bileyim, bize sormadılar; gitmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz, gidiyorsunuz dediler. Yolu bilip bilmediğimizi de sormadılar; attılar gemiye, bir yerlere günlerce gittik. Kayseri`ye gidemezdim Kore’ye götürdüler. Hala da bilmem, niçin “.

Mehmet Alkan

 

Emine Körpınar

Kasabada ne doktor vardı ne de sağlık memuru. Doktor için ya kazaya ya da başka illere gidilirdi. İğne mi vurulacak, kazaya, vilayete gidilmezdi; gidilemezdi demek daha isabetli olur. Çünkü, ne ile gidecekti ki ? Bu görevi yerine getirenler ya askerde bunu öğrenmiş olanlar ya da bir şekilde bu işi ailesinden çevresinden öğrenmiş kişilerdi.

Ama hamile kadınsa söz konusu olan;  bu özel bir durumdu.

Kız mı olacak, oğlan mı olacak? Çocuk normal mi, değil mi. Doğum nasıl olacak ? Ya çocuk ters geliyorsa ? Günümüzdeki gibi sezaryenle doğum gerekiyorsa; iğnenin bile zor bulunduğu beldede, ki bu kazada da, belki vilayette de mümkün değildi; ne yapılabilirdi ? Ya doğumda çocuğun, annenin kaybedilme riski varsa…

İşte bu soruların muhatabı köydeki iğneci gibi çok basit değildi.  Bu iş Emine Körpınar’ın işi idi. Bugün 1940-1960 yıllarında doğanların çoğunun ebesidir Emine Körpınar, Curuşların Emine….  Vefatından sonra da kasabaya sağlık ocağı açılmıştır. Bugün iletişim ve ulaşımda gelinen nokta, hastanelerin yerel bölgelere kadar açılmış olması, doğum ve hastalıklarda hızlı ve bilimsel müdahaleyi de sağlamaktadır.

Keziban Gökdal ( Küttürüç )

Kasabada kına var, nişan var, nikah  var, düğün var. İnsanlara bir şekilde duyurmak gerekir, telefon yok… Ama Keziban hala var. O tek tek evleri dolaşır sözlü davetini dağıtırdı.

 

Mahmut Demirel ( Kizirin Mahmut )

Kasabada tarla satılacak, tarla alınacak, koruma başkanlığının duyurusu var, belediyenin duyurusu var veya vatandaşın ineği, koyunu kayboldu… Bunlar oldu da, halka nasıl duyurulacak. Elektrik yok, hoparlör yok. Ama Mahmutağa var. Elini kulağına atar çıkacağı damlar bellidir, oradan bağırarak ilanını yapar.

 

Seyit Halil Öztürk (Şalah) D.1906 –

Belde de ilk, ekmek fırını ve kahvehaneyi açmıştır

Hasan Kamış (Kambur Hasan)

Kendisi muhacirdi. Balkan göçmeni…  Bahçede ilk çiçek yetiştiren o oldu. Ve çiçek türlerini kasabaya getien.

Yine en son atlı arabayı terkeden de…

Hasan Aga’nın hikayesini bilmek isterdim. Eşini kaybetmiş, kızıyla beraber yaşardı. Kendi halinde; sanki kaderine küsmüş gibiydi. Hiç kimse ona olumsuz bir sıfat yüklemedi, yükleyemezdide… Neden mi ? Dürüst, kendi işine bakan; adam gibi adamdı… Aslında „aga“lıkta bu değil mi ?

Hüseyin Keser ( Üsüyünbea )

Kasabada cami var, elbette imamı da var. Ama imam memurdur, izini var memleketine gider, her yere koşturamaz. Zamanı ya yoktur ya da sınırlıdır. Birde herkesi tanımaz. Adetleri bilmez. Elbette kasabada hocayı tamamlayacak birine ihtiyaç vardır. İşte bu Hüseyin emmidir. Her şeyden önemlisi de sesidir. Kendine has, ayrıcaklı bir sesi var ve kendine has eda ile ezanını, salasını okur.

Şahin Doğan (Şahi) (1938-2013)

Sözlü tarihin taşıyıcıları breylerdir. Bunlar duyduklarını, gördüklerini, yaşadıklarını hafızalarına kaydederler.İçimizden biri olan Şahi amcada bunlardan biriydi. Yaşadığı dönemin hafızası idi. Çok şeyi ondan öğrendik. Bu çalışmamızda kasabanın sülalelerini tesbit edebilmemiz Şahi amcanın katkılarıyla mümkün oldu.

 İzzet Özbek

İzzet Özbek; derler ya, bir insan bu kadar mı tanınmıştı… İzzet hocada bu şahsiyetlerden biriydi. Hocaydı, derdine derman arayanlara, evlat bekleyenlere dua eder, muska yazardı…

Meclis erbabıydı; sohbetlere katılırdı. Şairdi, şiir yazardı. Velhasıl çevreden duyan gelir onun   odasında derman arardı. Çepni’de öğretmenlik yapmış olan M. Güner Demiray’ın İzzet Özbek üzerine yaptığı derlemeyi sizlerle paylaşalım: ‘Hicri 1301’de (1883) yılında Gemerek ilçesinin Çepni köyünde dünyaya geldi. Dedesi Tataroğlularından Hacı Müftü Sadık Efendi’dir. Babası Hacı Mehmet Nuri Efendi’dir. Çocukluğunda Çepni yaylalarında davar güttü, tarla ve harmanlarda çalıştı, babasına yardımcı oldu. Uzun yıllar rençberlik yaptı. Yirmi beş yaşında Hacı Bektaş soyundan Çelebi Ahmedi Cemalettin Efendi’yi üç kez düşünde gördü. Dolu içti. Sonra gidip bizzat Cemalettin Efendi ile yüz yüz görüştü. Ondan ‘’himmet’’ aldı. Doğaçtan şiirler söylemeye başladı. Kendisi belirttiğine göre babası Hacı Mehmed Efendi bu durumu onaylamadı ve oğluna baskı yaptı. Her şeye rağmen ‘’Aşk ‘’ şiirlerini söylemeye devam etti.

Ben kendisiyle Çepni köyünde öğretmen iken (1959-1961 yılları) bizzat görüştüm. Kendisi beni evine baba dostu Emin Çavuş’la beraber davet etti. Bir sofra kurdurdu, yedik, iştik, eğlendik. Sonra bazı deyişlerini bana yazdırdı. Ben, Çepni’den ayrıldıktan dört yıl sonra Çeşnililer öldüğünü haber verdiler bana.

Bendeki şiirlerinin çoğu tasavvufi konuları, aşk, memleket sevgisini ve doğa betimlemelerini içerir. Ancak bazı şiirlerinin dizelerinde ölçü noksan yada fazladır. Bana yazdırdığı şiirlerin dosyada kalmasına gönlüm razı olmadı. Şimdi bunları onun anısına saygı duyarak yayımlıyorum.

Beni Sorarsan

Eğer erenler beni sorarsanız
Muhabbet hoşlanır huyum var benim
Aslımı neslimi siz sorarsanız
Türk oğlu Türküm soyum bar benim

Beş günlük dünyaya eyleme minnet
Hamdolsun pirimden almışım himmet
Kul kapısından beklemem kısmet
Kudretten gelir payım var benim

Daimi aşktan alırım lezzet
Aşkı olmayan bilmez muhabbet
Tevellüdüm üçyüzbir, ismimiz izzet
Çepni gibi ünlü köyüm var beni

 

Divane Geldim

 Bugün seyranında Cemal-i gördüm
Elest- i hitabın okudum bildim
Bismillahrahman pir diye çağırdım
Zannetim o saatte cehane geldim

Rahm-i maderden geldim mekana
Aşık oldum cim ile lame
Yüz süre geldim ulu divane
Lütfü bol sultanın ihsane geldim

Hak bana bir lütuf etti inayet
Hamdolsun ana ettim kanaat
Değil pederim cinsimiz zahit
Eyvah-i ezzelde imane geldim

Düşte gördüğüm Cemallüllah kendi
On iki tarikin hem olmuş bendi
Aslım müftüzade, pederim Hacı
Allah diye diye divane geldim

Dergahımda çoktur dane-i kısmet
Diğer kulların gibi fakiri gözet
Gariyem Çepni’dir ismimiz İzzet
Aman medet deyip damane geldim”

Deyimlerimiz

Ahmet Turan gibi ne aldığın yerden dönüyon?
Ala itin bazlamaya bahdığı gibi ne bahıyon?
Amma eyası galın ha!
Anandan evvel ahıra girme.
Avcuma ne osurdun ki, burnuna ne dutuyum?
Beni malamat ettin.
Bohun ilayığı südük.
Bohunu yutmuş gaz gibi ne düşünüyon?
Bucahlıh sıçanı. Dahdiri.
Doğmamış çocuğa don biçmek.
Duğününde halburunan su çekerim.
Dutulmuş davşan gibi ne bahıyon?
Ebemin bıyığı olsa dedem olurdu.
Elin ipiynen guyuya enilmez.
Gelişine gidişim; tarana aşına bulgur aşım.
Guççükken gotüne çöp sohup öldürmedik de…
Gurdu yarattın, İmamları niye yarattın; İmamları yarattın, gurdu niye yarattın?
Ha deyince han mı yapacıııh?
Ha Hasan, ha kel Hasan.
Havanda su doğüyon sen de.
İt doydu da Haydar mı kaldı?
İtine göre yal çalarım.
İtinen bir çuvala mı giriyim?
Kopeksiz koyde deyneksiz geziyon.
Legorun tavuğu gibi yumurtluyon gene.
Ne yavrum oğlan ki, girdiği yerden boş mu çıhar?
Nerden geliyor bu yoğurdun bolluğu?
Oküze ho; gotüne go.
Osuruhdan teyyare; selam söyle o yare.
Osuruhlu gote arpa ekmaa bahane.
Osuruuna sapan daşı yetişmez.
Sen bana “itim” bile diyemen.
Sen ne yitirdin de ne arıyon?
Seninki de bohumdan ahıl.
Seninki de dılo dılo yaylalar.
Seninki de Naciyalamın dediği; “itin osuruğu.”
Talla mı kesekli ben mi goşamıyom?
Yal Karanası
Yavrum Kiriş,dayağı yemeden para mı verir?
Yayladaki yoğurda mantı kesiyon.
Yıhıl gayacıh yıhıl.Manik senden su içti.
Yırtıh dondan çıhar gibi çıhma.
Yohluh; insan yohluğu.
Yumurta gotünün ağzına gelince gıdahlıyor.
Yumurtlamadıhdan sona gargalar da benim tavuğum.

Adlandırmalar

Gatıhlaş Gemik
Zaar Cılga
Vayra (balyoz) Gavi
Çıtlık Ihdıllanmak
Tallatapanı (bitki) Ağmannamak
Goğ (mavi) Sabındırık
Çalhama Hurç
Omaç İçerev
Mıhla Zırtlama
Gotçek Diğdirmek
Mahat (oturulan seki) Çöğdürmek
Dutacah Sumsuk (yumruk)
Zikke Ganalmak (işemek)
Yapma  (tezek) Yo(O)rek (beşik örtüsü)
Kerme Bıcahlık
Arhaç Lo (dam üstündeki silindir taş)
Banah Ellaamki
Cimcik Gavuga
Sıhım Gavuk
Zıvana Toht (köpeklerin boynundaki lamba)
Yamah (küçük güğüm) Pürtük
Nevazil İdare (bir ceşit lamba)
Nasadım kesildi Masib (sabi)
Gever Devezelvesi (işe yaramaz)
Masat (bileyi taşı) Mengil
Cirik Musur
Güdük Gal (badana için beyaz toprak)
Navrah (surat) Bızlama
Teberik Yağannı (sırt)
Okuyuntu Asiketek(kadın)
Yamaç Hamörtüsü
Köstavası Candı
Asbap Duluh
Antere  

 

Şivemiz

Azıcık: Çok az
Azık: Arazide yenilmek için hazırlanan yiyecek.
Amoo:Çok şaşırma
Alevcik: Bağlarda pekmez kaynatılırken gecelemek için yapılan küçük kulube
Acer: Yeni
Ahbın:Hayvan gübresi
Ağızbağ:Çuvalların ağzını bağlamak için yünden yapılan kalın ip.
Ağ  pahla:Beyaz fasülye
Asifinik:Naftalin
Alaca : Bahçe kapısı
Avsut: Kağnı tekerliği için kullanılan ağaç parçası
Amel olmak:İshal olmak Arıstak:Tavan-örümcek ağı
Bıldır: Geçen yıl
Bıcaklık: Tabak dizilen yer
Bi demlik:Tamamen,son verme
Bişirik: Toprak evelerin tavanı için samanla toprağın karışımıyla yapılan çamur.
Bannakcak:Balkon merdivenlerde kullanılan uzun çıta
Belleki: Bilki
Boo vayh:Usanma sıkılma
Booh: Abartı
Cerek:İnce uzun ağaç
Çimmek:Banyo yapmak
Çödürtmek:Küçük çiş yapmak
Çömçe:Kepçe
Çağ:Oda içindeki kapalı banyo
Çarhıt:kırık dökük, bozuk
Çalgı: Karamuktan yapılan ahır süpürgesi
Çul:Keçi kılında yapılan yerlere serilen yolluk.
Çulfalık:kilim yada yolluk dokunulan yer
Cırcır:Fermuar
Cıngıl:Üzüm salkımı
Cıncık:Cam Tabak Culluk:Hindi
Cibik çalmak:Alkışlamak
Çığırmak:Türkü şarkı söylemek-çağırmak
Dıvrak:Küçük ,güzel
Dil:Kapı anahtarı Dulda:Kapalı çevrili yer.
Diga :Küçük evlat,çocuk
Düğürcük:Bulgurun daha küçüğü(çorba yapılır)
Döllük:Toprağın oyularak kuzuların içine konulduğu üzeri örtülü Yer.
Evrağaç:Ekmek çevirmeye yarayan tandırda kullanılan alet.
Evdirme:Aceleci davranmak
Ellam:Sanırsam,herhalde Firig:Buğdayın tam olmamış hali.
Firek:Kapı anahtarı Fıymak:Hızla kaçmak.
Folluk:Tavukların yumurtladığı yer
Gerbe:Hayvanları tımar etmeye yarayan demirden yapılmış alet.
Gopmak:Koşmak
Gubarmak:Gururlanmak, şişmek
Gı:Kızlara hitap sözü
Güdük:Evin tavanında kullanılan çapraz dizilen ince kısa ağaç
Gümpür:Patates
Goyuvermek:Salıvermek, boşlamak.
Hahıç:Başa kakma
Hahmak:İtelemek
Hasetlenmek:Çekememezlik yapmak, kıskanmak.
Ha babam ha:Tepki ve abartı anlamında
Hezen:Eski evlerin damlarında kullanılan büyük kalın ağaç
Horanta:Ev halkı
Holamak:Üzerine yürümek, saldırmak. Hosdeneksiz:Dengesiz, saygısız.
İşlik: Yakasız gömlek
İlançe:Hamur için kullanılan geniş leğen
İlangen:Büyük salata tabağı
İriskik:Et Sucuğu
İreşber:Çiftçi
Işılamak:Gülümsemek
Kırklık:Koyunların yününü kesmeye yarayan makas
Kişiflemek:Gözetlemek, seyretmek
Kıydırmak: Karagöz ağacından  yapılan ateşte kurutulan sopa
Kombe :Yayla çöreği
Koyun Gözü:papatya çiçeği
Küfle:Tandırın havalandırma deliği
Külek:İçine süt konulan tahtadan yapılmış kova
Kümürtlek:Gırtlak Kürtün:Eşek semeri
La:Erkekler için hitap sözü
Lemi:Öylemi, değilmi
Mabeyin:Koridor Ma:Tavan
Mahat:Tahta sedir.
Maya:Dişi
Mancınık:Tahtadan yapılı avlu kapılarının açılmaması için arkasına konulan ağaç.
Meses:Öküzlere yön vermek için kullanılan uzun sopa.
Mıh:Çivi
Moli:Zayıf halsiz
Modul:Hayvanlara hız vermek için ucunda çivi çakılı sopa
Muhaat olmak:Sahip olmak
Nizah:Kavga dövüş
Nörüyon:Ne yapıyorsun
Oğulcak:Mama önlüğü
Peşgir:Havlu
Pinnik:Tavukların bulunduğu kümes
Puhare:Baca
Pırtı:Kumaş
Pörçüklü:Havuç
Rapata:Bezden yapılmış tandıra ekmek yapıştırmak için
kullanılan alet
Sako: Kalın palto
Seki: Oturmak için kullanılan yerden yüksek yer.
Seklem: Bir çuval buğday
Seterekli: Sinirli, asabi
Siyeç: Çalılıkla belirlenmiş sınır
Sifli: Kirli paslı
Soku: Buğday dövmek için içi oyulmuş taş.
Sokum: Lokma ekmek
Sörüklü: Kirli bakımsız
Sorutmak: Ayakta beklemek.
Sündürme: Yufka arasına peynir konularak hazırlanan yiyecek.
Sumsuk: Yumruk
Şemşamer: Ayçiçeği, çekirdek
Taptan düşmek: Güçsüz, dermansız kalmak
Temek: Ahır ve samanlıktaki havalandırma bacası
Tezek: Yakılmak üzere hayvan gübresini kurutmak.
Tokmalamak: Fazlaca yemek yeme.
Tummak: Dalmak
Tosbağa: Kablumbağa
Usuhmak: Sakinleşmek
Yadırgı: Alışmamış, uyumsuz.
Yağlık: Mendil
Yazı: Arazi,Kır
Yarmaça :İkiye ayrılmış odun parçası
Yekinmek: Oturduğu yerden kalkmak.
Yeğni: Hafif
Yitik: Kayıp
Zağlı:  Şişman, besili
Zobu:Kısa boylu sişman kişi
Zıvarmak: Oyunbozanlık yapmak.
Zollat dama çıkarsın: İmkansız bir şey için inatçı olmak.

Çepni’de Lakaplar: I (Genel)

Ganlıoğlan Eskiçarıh Çamkesen
Dildirim Karga Tinton
Kömçek Çollu Kırgız
Mangır Zıro Cicik
Şibil Vazalah Cırıh
Gannıyırtık Bottuş Çoşo
Keşkekçi Bacak Arap
Cındar Macar Tilki
Cirikli Digır Çiviş
Gırgız Çalık Uyuzkeçi
Gazelli Gambıl Atgüden
Küpçü Cacık Kirpitci
Vaza Gancık Vırdıhı
Gazgabı Cıncık Gökger
Zırba Kelpetin Koşluk
Gadak Patlak Mınna
Hotlamaz Zedik Çarmıhlı
Göveli Bıyıklı Çakır
Çam HZilli Posta
Çivi Kıllı Motor
Küllo Toros Piç
Culuh Kiriş Haçik
Urum Kete Gavur
Kuduz Çıbıhlı Tembel
Cenik Ipılı Kalaycı
Ağsarı Pancar Cüce
Tıhı Boru Kör
Kendilli Mustamel Kıroğlan
Gambır Keçeli Gancık
Cinkilidi Fodul Kızılordu
Gödek Gatil İbik
Gobel Perili Karagöz
Fayıza Gozalı Fidiş
Tanko Gambal Yağboğlu
Ferik Hımbıl Kırık
Hodak Dedo Dabah
Şalah Gısoğlan Çötkız
Şıho Yediaylık Gücuh
Fedo Tısmısta Kocabaş
Dımbış Açucuk Mangır
Kurtyemez Kırveli Çinik
Yılankırkan Köse Teneke
Tahmaz Kabamıstıh Almirim
Karsavuran Kel Çörek
İbiş Hösülü Dedo
Güdül Deli Havanın Sivri
Işılah Müftüler Kikirik
Goçluk Dilki Hırsız
Fetine Küttürüç Çolak
Gülübük Tanko Fıstıh
Dürt Karıyırtık Gabah
Cıllıt Lingir Cıdı
Çarmıhlı Şelekli Postlu
Keş Abalı Davulcu
Zozo Kır Gaz
Kemçik Muhacir Cin
Gıcıgıcı Tanzara Kizir
Berekat Çaput Şıh
Tomuş Davulcu Keşkekçi
Güngörmez Dumbal Tısıt
Kafa Tıs Zırto
Tomah Cumbul Deliave
Asker Karadeli Candarma
Daradat Bitliğız Killi
Çilbir Cingelin Tomah
Curuş Çarıh Canikli
Kipir Çelen Kendilli
Goş Daban Kabakçı
Osuruklu Tekgöz Demirci
Dıdır Kırdı Vırdıkı
Efe Cilbir Mınna
Biliç Kerten Mucuk
Culaz

Lakaplar: II

Aşağıda,  kime hangi lakapla hitap edilirdi göreceksiniz. Belki burada isimlerle belirtmemiz eleştirilebilir ama “insan lakabı ile anılır” diye bir Anadolu sözü vardır. Anadolu’da, özellikle kırsal kesimde her ferdin bir lakabı vardır. Bazen lakaplar kimlik belirleyici görevini de görür. “Hasanın oğluyum” deyince, hangi Hasan, kimlerden gibi arka arkaya sorular gelir. Ama

“Çam Hasan’ın oğluyum” denince (benim babam, E.T.) bunun kim olduğu bilinir. “Çam” lakabı o şahsın çevresindeki ayrıcalıklı, ayırt edici kimliği olmuştur ve böyle tanınır. Bunun için bu lakaplı kimlik olayı kırsal kesimler için kültürel bir vakıa olarak değerlendirilmelidir.

Kürt Necip Doper Adnan Batman Gazanfer
Gadırgalı Emin Avidik Ethem Geçi Duran
Vızılı Mahmut Yirikdudah Selaattin Fetinenin Mustafa
Atguden Şemşettin Garadeligilin İbraamYavaş Ali Gazgabının Hacı
Dınnah yiyen Sarı Seleci Efendi Gubudik Gürsel
Çapar İsmail Bebek Murat Gafanın Mahmut
Yalah Fazlı Keseğan Ali Mangırın Memmet
Dilki  Emin Dımbış Mustafa Kanarya Gürsel
Keş Hatem Gadah Ali Mustaamel Mustafa
Tıh tıh Ahmet Bitli Berekat Emir Teneke KemalPatlah Duran
Gurt Mustafa Tırhıstan Nazif Ağrinin Abdullah
Tanzara Ali Haydar Vaza Fatih Culuk Hamdi
Devedudah Adnan Daşgıran Vahit Goçluğun Hasan
Çörek Hasan Çamkerten Memmet Kostü Memmet
Daşgafa Kemal Çam Hasan Kel Arif
Tomaan Ali Kutükçü Kazım Filiğin Kazım
İnburun Mahmut Çarsızyenge Apdullah Kirtikçi Rasim
Zıro Metin Kipirin Ahmet Kendilli Mustafa
Kürt Necip Kocaburun Mahmut Çarmıhlının Ömer
Gadırgalı Emin Dumbal Ömer Cucükçü Rıza
Vızılı Mahmut Kötü Anşenin Salih Gambur Neşet
Atguden Şemşettin Hotlamaz Vehbi Gülgızın Ali
Dınnah yiyen Sarı Cirikli Azmir Çalıh İbraam
Çapar İsmail Atikaalin Memmet Garnapa Gadir
Yalah Fazlı Korükgot Vehbi Torosun Osman
Dilki  Emin Zırto Zühtü Ciridin İriza
Keş Hatem Açocuğun Kazım Naylon Ahmet
Tıhtıh Ahmet Burgaç Emin Cadalın Hikmet
Gurt Mustafa Çap Bayram Patdaşşah Memmet
Tanzara Ali Haydar Padişah Vahdettin Digır Bahattin
Devedudah Adnan Mizo İrıza Garabean İsmet
Çörek Hasan Osuruhlu Mukrem Gos Beşir
Daşgafa Kemal Kupçünün Ahmet Tayyare Mustafa
Tomaan Ali Nıllı Mustafa Guduzun Arif
İnburun Mahmut Evraaç Mustafa Eski çarıh Memmet
Zıro Metin Lavgar Kemal Şelekli Hidayet
Cahcah Ali Zozonun Osman Nazifenin Hasan
Yumşah Hacı Cıdı Mirham Sinek Erol
Biliç Ahmet Daradat Asıf Sivrinin Tahsin
Bodu Osman Dipsarısı Seyithalil Gır Necmi
Sarıdana Mustafa Redkit Memmet Lalekli Dursun
Zelve Şuzi Kekeç Osman Tapıcı Ahmet
Çahır Memmet Mıngırdıç Efendi İnadın Nurettin
Piçboğa İsmail Teke Hasan Gucük BeşirBoncuklu Osman..
Çapıdın Memmet Çotgızın Ali

 

Kaynakça

Prof. Dr. Faruk Sümer: Oğuzlar, 1972

Prof. Dr. Faruk Sümer: Çepniler, 1992

Said Polat: Selçuklu Göçerlerinin Dünyası, Karacuk’tan Aziz George Kolu’na, 2004           Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan: Anadolu’da Çepni İskânı

Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan: 15. – 16. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi- Hayat, 2002

Doç. Dr. Ali Çelik: Çepnilerin Anadolu’nun Türkleştirilmesindeki Yeri ve Önemi

Prof. Alemder Yalın: Doğu Karadeniz mi? Lazistan mı ? Vilayet-i Çepni mi ?

Rıza Yıldırım: Aleviliğin Doğuşu: Kızılbaş Sufiliğinin Toplumsal ve Siyasal Temelleri 1300 – 1501

Hrank Dink Vakfı: Sivas araştırması ve saha çalışması

Yrd. Doç. Dr. İlknur Haydaroğlu: Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar

Sezen Kılıç: Cumhuriyet Döneminde Yabancı Okullar (1923 – 1938)

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu: Osmanlı Kimliği ve Aşiretler, Türkiye’nin Derin Kökleri, 2010

Garip Görgülü: Türkler, Türkmenler, Yörükler, Payallar Tarihi, 2014

Kenan Kaya: Trabzon’da Çepniler (15 – 16.yy.)

Said Polat 🙁Selçuklu Göçerlerin Dünyası,) Elmon Hançer: Gemrek İlçesi Çepni Beldesi’nde Kültürel Bir Miras; Surp Sarkis Ermeni Apostolik Kilisesi,

Sanat Tarihi Yıllığı: Sayı: 27, 2018)

Elmon Hançer: Sanat Tarihçisi Dr. –  Zakarya Mildanoğlu, Mimar(Madencyan (Madenciyan), Prnakravvadz Trakhdı:– Pırnakaght Tebi Vochnchutyun (İngilizce’den çev: M.

Madencyan:Ravished Paradise,Forced March to Nothingness) C. I,2. BaskıOcak 2014 Pasadena California, s.

Prof. Dr. Faruk Sümer:.Seçuklu Araştırmalar Dergisi, ergisi, 1970, s. 137 – 138) .<

Prof. Faruk Sümer: Oğuzlar (Türkmenler. sy.197.)

Doç. Dr. Şerife Yorulmaz: Osmanlı Fransız İlişkileri Çerçevesinde Osmanlı Topraklarında Açılan Fransız Kültür Kurumları. syf.727)

 

Tarihsel süreç içinde devamlı büyüyen ve gelişen Çepni kasabası 1960’lı yıllarda elektriğin gelmesi, ortaokul ve lise eğitiminin yapılması, makineli tarımın hız kazanması ile 1970 -1980’li yıllarda en görkemli dönemini yaşamıştır

Diğer taraftan yine 1960’lı yıllarda orta öğretimin kasaba da tamamlanması ve yurt dışına çalışma yollarının açılması ile hem yurt içine yüksek öğretim için, hem de yurt dışına çalışmak için göçler başlamıştır.

Bu göçler Çepni nüfusunu o kadar geriletmiştir ki, bırakın orta öğretimi, o ünlü ”Çepni İlkokulu” kapanma noktasına gelmiştir. Hatta yasal olarak kasabamız ”köy” statüsüne geçmiştir.
Nüfusun sürekli azalması sorunlarında artmasına neden olmuştur. Ancak diğer taraftan, HER YERDEKİ TÜM ÇEPNİLİLERİN ellerini taşın altına koyma gerekliliğini de ortaya çıkartmıştır.

İşte bu sempozyumda başta kasabamızın içindekiler olmak üzere, yurt içindeki ve dışındaki tüm Çepnilerin bir araya gelerek, bulundukları ortamlarda kasabanın önemli sorunlarını bilimsel bir ortamda tartışmaları ve çözüm önerileri üretmeleri amaçlanmıştır.

Prof. Dr. Muzaffer Yücel,Öğrt. Ferit Taşdemir, Sabit İmren, Öğrt. Zerener Damlapınar
Öğrt. Erdin Fırat, Öğrt. Çimen Özden, Öğrt. Mustafa Ural, Öğrt. Zerener Damlapınar

Prof. Dr. Muzaffer Yücel
Mehmet Yıldırım (Ziraat Yüksek Müh.)
Doç. Dr. Orkun Demiral
Adnan Tezcan, Gemerek Kaymakamı
Öğretmen, Ferit Taşdemir
Öğretmen, Niyazi Doğan
Satılmış Başkavak, Sendikacı
Öğretmen, Ali Körpınar
İsmet Yılmaz (Orman Yüksek Müh.)
Ömer Kılıç ( Çepni Belediyesi Fen Memuru)

 

ÇEPNİ KASABASI SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ SEMPOZYUMU
28-29 Temmuz 2010, ÇEPNİ

SONUÇ BİLDİRGESİ

1- Çepni tarihi ile ilgili ayrıntılı araştırmalar yapılarak kasabanın tarihi değeri ve geçmişi ortaya konulmalıdır.

2- Çepni Kasabasının tarihi, kültürel ve sanatsal değerini ortaya koymak, sergilemek ve gelecek kuşaklara aktarmak için bir Etnografya Galerisi yapılmalıdır.

3- Kasabanın tarihi ve turizm potansiyeli uzmanlar tarafından değerlendirilerek çevre yerleşimlerle birlikte bir “turizm bölgesi, cazibe merkezi” ilan edilmesi yönünde çalışmalar yapılmalıdır.

4- Kasaba insanının sosyal ilgileri ve ilişkileri artırılmalıdır. Ayrıca kasaba insanı özellikle tarım ve hayvancılık konusunda kasabanın yetişmiş insanlarıyla gerek yüz yüze gerek sanal ortamda haberdar edilmeli, irtibat sağlanmalıdır.

5- 1800 Çepnili yurtdışında yaşamaktadır. Bunların 1500’ü Almanya’da yaşamaktadır. Yurtdışı göçleri kasabaya ekonomik artı sağlamakla birlikte nüfus açısından olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Yurtdışındaki emeklilerimizin Çepni’ye yerleşmesi konusunda çaba gösterilmelidir.

6- Eğitim alanında nitelikten çok nicelik ile ilgili sorun yaşanmaktadır. Bu sorunun çözümünde idare, öğretmen, öğrenci ve veli arasında uyum sağlanmalı herkes sorumluluk alıp üzerine düşen görevi yerine getirmelidir.

7- Çepni’de çevre sorunları yönünden özellikle temiz ve yeterli su kullanımı sağlanması ve tarım topraklarını koruyucu önlemlerin alınması için kamu kurumlarından gerekli destekler sağlanmalıdır.

8- HES’in tarımsal sulamada olumsuz etkileri olacağı, ekolojik dengeyi bozacağı tespit edilmiştir. HES konusunda çiftçilerimiz bilinçlendirilmeli, örgütlenmesi, yasal haklarını aramaları sağlanmalıdır.

9- Arıtma tesisi projesi ve kanalizasyon şebekesi yenilenmesi için İller Bankasına yetki verilmiş ve programa alındığı bildirilmiştir. Bu konunun hızlandırılması için girişimlerde bulunulmalıdır.

10- Kaynak kullanımı konusunda yetersizlik olduğu, sulama yönteminin değiştirilmesi (damlama) gerektiği, meraların korunması-ıslah edilmesi gerektiği bilinmekle birlikte daha çok bilgilendirme çalışması yapılmalıdır ve Çepni’de organik tarıma geçilmelidir.

11- Küresel ısınmanın etkilerinin azaltılması açısından ekolojik dengenin korunması, ağaçlandırma çalışmalarına ve erozyon kontrolüne ağırlık verilmelidir. Kültürel değerlerin korunması için Kaya bölgesinde arkeolojik çalışmalar yapılmalıdır.

12- Kasabada hayvancılık konusunda (büyükbaş-küçükbaş) suni tohumlama yöntemine geçilmeli, ekonomik hayvancılığın ölçütü en az yirmi büyükbaş hayvan olmalı ve hayvan barınakları gerekli uygun koşullara kavuşturulmalıdır.

Düzenleme Kurulu

NOT: Böyle bir sempozyumu düzenlemek istediğimde beni destekleyen, bilgisi ve tecrübesi ile baştan sonuna kadar katkı sunan, sempozyumun yöneticiliğini de yapan Prof. Dr. Muzaffer Yücel hocamıza teşekkür ederim.

Sempozyumun hazırlığının altı ay sürdüğünü de belirtmeliyim.

Aşağıda tartışılmış olan konu başlıklarından da anlaşılacağı gibi sempozyumun amacı en basit ifadesi ile,  „Çepni’yi daha iyi yaşam merkezi“ haline nasıl getirebilirizdir. Sunumcular tamamen kendi içimizden çıkmış, her biri kendi alanında uzmanlaşmış aydınlarımızdır. Bilimsel verilerle sorunlar ortaya konmuş, çözüm önerileri de anlatılmıştır. Diğer açıdan bu sempozyum; aydınlarımızın, bilgi ve tecrübe bağlamında kasabaya olan manevi sorumluluklarını yerine getirmeleri anlamını taşır.

Sonuçların muhatabı artık yerel idarecilerimiz,  ve kasabamıza hizmet etmek isteyen derneklerimiz, insanlarımızdır. Çepni’de ilk defa böyle kapsamlı ve bilimsel sempozyumu yapmış olmakta ayrı bir onurdur benim ve katkı sunan arkadaşlar için.( Emsalettin Temel)

Çepni Kasabası Belediye binası

 

ÇEPNİ KASABASI SORUNLARVE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ SEMPOZYUMU

     28 TEMMUZ 2010  ÇARŞAMBA GÜNÜ SUNUMLARI

 10.00 – 11.00 Açılış Konuşmaları: 

Düzenleme Kurulu Adına Konuşma:  Pof. Dr. Muzaffer YÜCEL

Belediye Başkanı Konuşması:  Hurşit İMREN

Gemerek Kaymakamı Konuşması:  Adnan TEZCAN

1.OTURUM:

Oturum Başkanı Prof. Dr. Muzaffer YÜCEL

11.00 – 11.20   Ferit TAŞDEMİR ( Tarihçi )

Emsalettin TEMEL ( Öğretmen )  Çepni Kasabası Tarihi

11.20 – 11.40     Mehmet YILDIRIM    ( Ziraat Yüksek Müh. )    Çepni Etnografya Galerisi

11.40 – 12.00   Sabit İMREN ( Turizm Rehberi )                         Tanıtım ve Turizm

12.00 – 12.30   1. Oturumla İlgili Tartışma

ÖĞLE ARASI

  1. OTURUM:

Oturum Başkan: Ali KÖRPINAR

14.00 – 14.20    Erhan PINARBAŞI (Yazar)             İnsan Kaynaklarımız

14.20 – 14.40    Erdin FIRAT (Öğretmen)   Çepni’nin Sosyal Yapısı ve Değişimi

14.40 – 15.00   Mustafa URAL (Öğretmen)  Çepni’den Göçler

15.00 – 15.20   Niyazi DOĞAN (Öğretmen)               

Çimen ÖZDEN (Öğretmen)  Eğitim Sorunları

15.20 – 15.50    2. Oturumla İlgili Tartışma

3.OTURUM 

Oturum Başkanı : Emrah PINARBAŞI 

16.00 – 16.20    Prof. Dr. Muzaffer YÜCEL  Çepni’de Çevre Sorunları

16.20 – 16.40     Satılmış BAŞKAVAK  (Sendikacı)                  Hidroelektrik  Santrali ve Etkileri

16.40 – 17.00           Ömer KILIÇ (Çepni Bel. Fen Memuru)            Alt Yapı  Sorunları

17.00 – 17.20           Mehmet YILDIRIM (Ziraat Yüksek Müh.)       Tarımsal Sorunlarımız ve      Organik  Tarım       

17.20 –    3. Oturumla İlgili Tartışma

Belediyenin İkramı

29 TEMMUZ 2010 PERŞEMBE GÜNÜ SUNUMLARI

 

  1.OTURUM

  Oturum Başkanı : Mehmet YILDIRIM

10.00 – 10.20            İsmet YILMAZ (Orman Yüksek Müh.)           Ormancılık ve Ağaçlandırma (İklim Değişikliği – Sel ve Taşkınlar)

10.20 – 10.40  Doç.Dr. Orkun DEMİRAL    Hayvancılık 

10.40 – 11.00    Elif DEMİRAL (Gıda Mühendisi)   Gıda ve Beslenme Sorunları

11.00 – 12.00    1.Oturumun Tartışması  

ÖĞLE ARASI                                      

 2.OTURUM 

Oturum Başkanı: Emsalettin TEMEL        

14.00 – 15.00           Hurşit İMREN (Belediye Başkanı)                   Belediyenin Plan ve Programları

15.00 – 15.20   SEMPOZYUM SONUÇ BİLDİRGESİ                                                           

15.20 –    PANEL ve TARTIŞMA

EK: 2

Yurtdışındaki Çepnililerin büyük çoğunluğu Almanya’da, Wuppertal kentinde yaşamakta. İlk gelenlerin burada çalışmaya başlaması, özelliklede akrabalık ilişkileri ve yaban ellerde yalnızlık duygusunun baskınlığı burada, Wuppertal’de yerleşmeye yönlendirmiştir.

Bu çoğunluk doğal olarak kendi aralarında güç birliği, hareket birliği ve dayanışma birliği sağlamış ki sonuç olarak buda Çepni’ye yönelik yardımları, yatırımları kolaylaştırdığı gibi teşvikte etmiştir.

Bu durum buradaki belediye gibi yerel yöneticilerin de dikkatini çekmiştir. 1981 yılında kendi derneklerini de (Çepni ve Çevresi Yardımlaşma Derneği) kurmaları bürokraside ve sosyal yaşamda ağırlıklarını bariz olarak göstermiştir.

Bütün bunların sonucu olarak, Wuppertal belediyesiyle beraber dernek, Çepni’yi daha iyi tanıtmak amacıyla etkinlikler düzenlemiştir. Bu etkinliklerden en önemlilerinden biride „“Tarih – Çevre -İnsan“ temalı fotoğraf sergisidir. Emsalettin Temel ve Mustafa Mermertaş’ın fotoğraflarından oluşan etkinlik, Wuppertal’de yapılan en uzun ve kültürel ağırlığı olan fotoğraf sergi olma özeliğini de taşımaktadır.

Enternasyonal ve Anadolu folklor gösterileri, yemek kültürünü tanıtma, sempozyum gibi etkinliklerle hem Almanların hem de burada yaşayan milletlerin Çepni’yi tanımaları sağlanmıştır.

„Çepni Kasabası“ içerikli bu etkinlikte bir ilktir ve amacına ulaşmıştır. Desteğini sunan bütün arkadaşlara teşekkür ederiz.

Çepi Belediye Başkaı Hurşit İmren ve Wuppertal belediyesi temsilcisi Dr. Stefan Kühn. Sergi açılışı.

Yine Almanya’da bir ilki Çepnililer başarmıştır; Atatürk Büstü…

Dernek bahçesine 19 Mayıs 1919’un yüzüncü yüzyıl anısına yapılan Atatürk büstü açılışı.Wuppertal.(Büstü Emsaletin Temel kendi katkılarıyla yine kendisi yapmıştır) )

 

Bu çalışmamız, bir Anadolu kasabasının kısa hikayesidir…

Sizler için ilginç, unutulmuş veya hiç anılmamış hikayemiz olursa buradan paylaşacağız.

Çalışmamızla Çepnimize olan sorumluluğumuzu bir nebze de olsa yerine getirebilmişsek ne mutlu bize…

 

Emsalettin Temel, Wuppertal 2020