memleketimden insan manzaraları… İSMET AKDAĞ

İSMET AKDAĞ

Sivas’ın Çepni Kasabasında doğdu. Gönen Köy Enstitüsü’nü 1955 yılında bitirdi ve Ankara Turgut Reyis İlkokulu, Ankara Ayaş Karaca Miran Köyü İlkokulu, Sivas SHafik Gerne Köyü İlkokulu, Sivas Gemerek ViranKöyü İlkokulu, Sivas Gemerek Çepni Kasabası İlkokulu, Sivas Gemerek Yeniçubuk İlkokulu,

 

Tunceli İlkokulu, ve Tunceli ve çevresi eğitim müfettişi olarak 1971 yulına kadarTürkiye’de, 1972-1994 yılları arasında Almanya’nın Oberhausen ve Wuppertal kentlerinde öğretmenlik yaptı.25 Ağustos 1994’de aramızdan ayrıldı.

 

Can dostum İsmet Akdağ Fakir BAYKURT

Şerife Ulusoy Teyze bana demişti ki: ” Orda bizim İsmet Akdağ var, ona gidersin ! Sana yardımcı olur. ”

Gemerek ilçesine bağlı Çepni köyünü duymayan var mı ? Tıpkı Karaözü gibi çocuklarını okutan bir köydür. Emlek toprağında, Veysel’e yakın. Taşı ağır köylerden biri. Üç yüzden fazle evini Almanya’ya göçürmüş. Avusturalya’ya gidenler var. Elbet öbür Avrupa ülkelerine de gitti biraz. Almanya’ya gidenlerin çoğu Wuppertal’de eyleşir. Berlin’i, Köln’ü yurt tutanlar da vardır.

Üç yüze yakın aile; otuz yıldır Çepni’ye üçtür beştir yollar. Adrese ” Çepni Sivas ” diye yazarlar. Alman postacı sorar: ”Sivas mı büyük, Çepni mi ? ” Sivas ildir, biyik olabilir. Ama Çepni daha büyüktür. En başta gönüllerdeki yeri büyüktür. Uzaktan bakarsan derenin içinde bir köy. Orada Alevi, Sunni karışık, barışık yaşar. Adam yakma, birbirlerine kötü bakma huyları yoktur.

Ben onların adını, övgüsünü çon öncelereden duydum. Arkadaşım Selahattin Şimşek oralıydı. Onu Gazi Eğitim yıllarında tanıdım. Yöresini, yaylasını Varlık dergisinde pek güzel anlatırdı. Koç katımlarını, Koca Sivri’yi… Doğa betimlemelerini iyi ressamlar gibi her ayrıntıyı yerli yerine koyarak pek güzel yapardı. Hakkari’de ilköğretim müfettişi olarak çalışırken bir görev yolculuğu sırasında, Zap suyunda boğulup öldü genç yaşta.

Sözü biraz daha uzatacağım. Çep’yi bana sevdiren, Balıkesir Burhaniye’de Şerife Hanım Teyze’dir. Onun oğlu köyler tahsildarı Avni, iki evli Tekin, sevgili saygılı Mustafa, gelinler, kızlar, köylerini güzel güzel anlatırlar. Almanya’ya gidenleri tek tek, hem de öyküleriyle anarlar. Kuduz’un Uşakları’nın yaşamı çok güzel bir roman olur. Bu insanları yeni çevreleri içinde daha yakından tanımak için Almanya’nida biraz kalmak, aralarına karışmak, yitmek istiyordum. Ama delilsiz tekkeye girilmediği gibi, Wuppertal’deki Çepnililerin yolu da yalnız bulunur mu ? Kime gideceğim ? Kim düşecek önüme? ” İsmet Akdağ’ı ara bul, o sana kesin yardımcı olur…”

Ben de öyle yaptım. 1979′da Duisburg’a gelince ilk işim Wuppertal’a gidip İsmet Akdağ’ı bulmak oldu. Çepnililer Elberfeld bölümünde, çoğu birbirine yakın oturuyordu. Sokağı, adresi buldum da, zilllerden hangisi onun, bilemedim. Çünkü kiminde ad var, kiminde yoktu. Çoğu tükenmezle, Türk yazısıyla yazılmıştı. Onların tuşlarına basar gibi bütün tuşlara yukardan aşağı, aşağıdan yukarı bastım gitti. Çokgeçmedi, sokak kapısı açıldı. Yukarı doğru kıvrıla büküle beş altı kat çıkan merdivene baktım. Beyaz bluz, siyah pantolon giymiş, başları açık hanımlar, acaba bizi arayan kim? Diye aşağı bakıyordu. Söylediler, İsmet Hoca’nın dairesi en yukardadır.

Çıkıp vardım. On dakika sonra hepsi oraya geldi. Gör kap oldular. Sanki hepsi beni tanıyor; hoş geldin, beş gittin ! Üç gün de salmadılar. Şazigil’de, Salimgil’de toplandık. Erkekler yer içerken kadınlar baş kaldırdı: ” O kadar arkaya itmeyin bakalım bizi ! Biz de şerefe demeyi biliriz ! ” Şaşırmış baktım yüzlerine: ” Yahu siz nerelerdeydiniz ? Neden hiç sesiniz duyulmuyordu ? ” Gülüştük, daha candan söyleştik ondan sonra. Hepsi teker teker evine almak, ağırlamak istiyordu. İsmet Akdğ’ın kızı Tülay alıp şehri gezdirdi. Havaya asılı trene bindirip dolaştırdı. Wuppertal’e varınca ayrılmak kolay değildir, Ressam İsmail Çoban’a da uğradım, halini hatırını sordum nasıldır, iyi midir?

İsmet Akdağ beni hemen Oberhausen Osterfeld’teki okuluna götürdü.Orda Albert Schweiser Ortaokulu’nda bizim işçi çocuklarının Türkçe öğretmeniydi. Üç aya yakın derslerine girdim. Çocuklarla küçük bahçelere, yüzme havuzlarına, hem de evlerine gittik. Konuşup görüştük doyasıya. ” Barış Çöreği” öykülerini böylece yazdım.

İsmet Akdağ bana iyi yardımcı oldu. Oberhausen’da çalşıyor, Wuppertal’de oturuyordu. Her gün gidip geliyordu otomobille. Çünkü Wuppertal’de eşinin de işi vardı. Tülay’da çalışmaya başlamıştı, öbürlerinin okulu sürüyordu daha. Oberhausen’da meslekdaşımız Renate Weckfert’in sınıfına da onun yardımıyla girdim, öğrenciler sorular sordum, epey bilgi aldım. Onların yardımıyla birçok gerçeği kavradım. Romanlarımda öykülerimde kullanacağım gereçleri topladım. İsmet Akdağ hep yardımcı oldu.

Aramızda altı yaş vardı. Ben 1929′luyum, o 1935′te doğmuştu, hem de benim gibi Isparta Gönen’de okumuştu. Sonra ” Yoksullar Ünüversitesi ” denilen Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirmişti. 1972′e kadar ağı çivi yurtta çalıştı, sonra bırakıp Almanya’ya geldi. O zaman yurt dışına tam on bin öğretmen çıktı. Öğretmen sürmeyi, kıymayı bilen devletimiz, ne yazık öğretmene bakmayı bilmiyordu. Üstelik sürekli baskı yapıyordu. Sonu gelmez sürgün, kıyım, sendika kurmak suç, üye olmak suç.

 

İsmet Akdağ, Çepnililerin çoğu gibi hoş söyleşili, konuşuklu bir insan. Ama kellesini kessen kendi çektiklerini anlatmaz. İnsanları sürekli evine çağırır. ”Bir vakit ayır da çık gel, bir kahvemizi iç, biraz dertleşelim!” diye üsteler. Çepnililer içinde mantıyı sanırım en iyi Peran Hanım yapar. Açma hamurun içine eti küçük küçükkor. Muska muska kapatır. Öyle haşlar. Sonra sarımsaklı yoğurt döker üstüne. Biraz da yağ gezdirir. İsmet Hoca, ” Eee haydin bakalım!” der. ”Varken yiyelim !” Sanki Veysel’in yanında büyümüş, çaktırmadan güldürücü, düşündürücü sözler söyler, konuklarını güldürür. Oraların derin görgüsüne göre hem sofra bolluklu olacak, hem söyleşi tatlı olacak. Hem karın, hem gönül doyacak.

Çepni, Almanya’da derneği olan sayılı köylerden biridir. Sayısını unuttum, kaç kez gittim oraya, bilmiyorum. Kaç kez toplatılarında bulundum. Kadınlar siyah etek beyaz bluz giyinir gelir. Erkekler kalkar saygıyla yer verir. ”Şöyle öne buyurun!” Oyunlar oynanır, çay kahve içilir. Gazete dergi okunur. Dergide çıkarılır. Duvarda yurt resimleriyle birlikte bir de Atatürk resmi asılıdır. Hallerden, haberlerden, Çepni’nin sorunlarından konuşulur. İçlerinde çok değerli toplum öncüleri vardır. Konferanslar, tartışmalar olur. Yazarlar gelir yapıtlarını okur. Sorular sorulur, yanıtlar dinlenir. Yurda destek yollanır. Çepni’ye ortaokul, lise, sağlık ocağı, cankurtaran arabası…

İnsanlar konuşmak kadar dinlemeyi de bilen soydandır… Sanırım çoğunun ardında İsmet Akdağ, ”İsmet Hoca” vardır.

 

İsmet Hoca: ” Haydi bakalım, sonra gene geliriz” der. Onunla her yere gider insan. Arkadaşlığı öyle güven verir. Kimsenin enini uzununu konuşmaz. Küçümseme, alay, iğneleme, incitme bilmez. Halil Özer arkadaşıma sorarım kimi zaman: ” Bu İsmet Akdağ az bulunur bir insan, ağır bir köşe taşı, öyle değil mi? Halil’de Çepnilidir, hemen saygıyla toparlanır, ” İsmet Ağabey bir tanedir!” der, usulca ekler, ”Gel haydi bu hafta gidip kendisini biraz dinleyelim, hem de Peran ablanın mantısını yiyelim!” Gideriz, yeriz. Her zaman gideceğiz, her zaman yiyeceğiz, çünkü ekmeği, mantısı yenecek insanlardır onlar.

 

 

 

İçimde bir duygu var, bu iyi insanlar üçer beşer çekilip gidiyor. Genede üzülmek yanlıştır, benzerleri gür bir kaynaktan geliyor bence. İsmet Akdağ dostumun benzerleri her zaman olacak aramızda. Bana onun 24 Ağustos 1994 günü öldüğünü söylediler, inanmadım.Elimi salladım, ”Hadi canım, doru konuş, öyle insanlar ölmez, öyle insanlar gönüllerde bıyık altından güle güle yaşar, en başta benim gönlümde !” dedim.

Duisburg, 20. 10. 1994

Not: Çepnimizdeki tanıdıklarımızı başkalarına da tanıtmak için, fotoğraflarıyla beraber ilginç yaşam öykülerini, yayınlamak üzere gönderebilirsiniz.

 

Bir yanıt yazın